Küba için bir ön yazı: Türkiye’de sosyalist ideoloji ve siyaset

Türkiye’de sosyalist ideolojinin etkisi yaygın olarak tahmin edilenden çok daha fazladır. Hangi kriterlere göre ele alırsanız alın, bu etkinin nitel ve nicel sonuçlarını görmeniz mümkündür. En basitinden sosyalizmin ‘iyi’ bir toplumsal sistem olduğunu ve eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzenin kurulması gerektiğini düşünen, veya başta kamucu ideoloji olmak üzere sosyalist ideolojinin bir dizi alt bileşenini savunan, sömürünün sona ermesi gerektiğini düşünen insan sayısı azımsanmayacak düzeydedir.

Diğer yandan başta Nazım Hikmet olmak üzere, komünist ve sosyalist aydınların oluşturduğu etki alanını ve başta Che Guevara olmak üzere, dünyada sosyalist hareketin siyasi liderlerinin toplumda yarattığı geniş etkiyi de hesaba katabilirsiniz. Bu etki alanları farklı ideolojilerle “eklemlenen” bir kapsama sahiptir kuşkusuz. Ancak Türkiye’de sosyalist ideoloji yukarda bahsettiğim “saf” halinde bile milyonlar düzeyinde bir nicel etki alanına sahiptir.

Küçümsenmemesi gereken nitel etkisi de en fazla karşıtı üzerindeki etkisi halinde kendini göstermektedir. Esasen ‘zenginlerin’ ideolojisi olan dinci gericiliği ve milliyetçiliği geçmişte zaman zaman ‘adil düzen’ vb. eşitlikçi söylemler kullanmaya, yine emperyalizmle işbirlikçi olan bu hareketleri zaman zaman ‘ABD karşıtı’ bir söylem kullanmaya iten faktörler arasında sosyalist ideolojinin ilk bakışta görülemeyen bu etkisi önemli yer tutmaktadır.

Sosyalizmin siyasi etkisine/gücüne baktığınızda ise çok farklı bir tabloyla karşılaşır ve yine hangi kriteri alırsanız alın bunun çok daha zayıf olduğunu görürsünüz. İster sosyalist partilerin seçimlerde aldığı oy oranına, ister en kitleseli 1 Mayıs buluşmaları olan mitinglere, ister basılı veya internet üzerindeki sosyalist yayınların okunma sayılarına bakın, bu etkinin ne yazık ki yüz binler düzeyiyle sınırlı olduğunu görürsünüz.

Sosyalist ideoloji ve sosyalist siyaset arasındaki bu uçurum bir dizi tanıdık tipolojinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin seçimlerde “TKP’yi yeterince radikal bulmuyorum” diyen, ancak sohbetin ilerleyen dakikalarında neden CHP’ye oy verilmesi gerektiğini anlatan farklı kuşaklardan insanlarla çok sık karşılaşmıştım. Daha yaygın olarak kullanılan ise “Evet sosyalizm gelmesi lazım, ama önce şu AKP’den bir kurtulalım” söylemidir. Okurlarım arasında benzer sohbetlere tanık olmayan yoktur eminim.

İşte bu nedenle sosyalizm mücadelesinin yıllardır önünde duran temel görev, bu geniş ideolojik etkinin ötesine geçerek, gerçek ve somut bir siyasi alternatif haline gelmek ve dolayısıyla siyasi mücadeleyi güçlendirmektir. Bu yalnızca güncel belirlenimli bir görev de değildir, çünkü sosyalizm mücadelesi bir iktidar mücadelesi olduğu için, ideolojik mücadelenin en önde veya merkezde durduğu bir mücadele stratejisine sahip olamaz. Dolayısıyla ideolojik mücadeleyi siyasetin önüne çıkarmaya çalışan yaklaşımlar bugünün ihtiyaçlarının tam tersine işaret ederek sosyalizm mücadelesine zarar vermektedir.

Bunun nedenleri üzerine biraz durmakta yarar var. Öncelikle yukarıda bahsettiğim yaygın tipolojiye geri dönelim. Bu kişilerin “sosyalizm” hakkındaki düşüncelerindeki samimiyete dair en ufak bir kuşkum yok. Sömürünün ortadan kalktığı ve insanların eşit ve özgür yaşadığı bir toplumsal düzenin istenmesi değil, istenmemesi bana tuhaf gelir. Ancak bu düzen bir siyasi mücadele sonucunda kurulacaktır. Dolayısıyla bu mücadeleye siyasi destek vermeden veya katkı koymadan, düzen partilerine oy vererek sosyalizmi savunmak da, “sosyalist olmak” da mümkün değildir.

Burada kritik bir noktaya geliyoruz. Mücadelede ideolojinin siyasetin önüne koyulması tam da bunun mümkün olduğunu düşünen bir kesimin yayılmasına ve meşrulaşmasına katkı koyar. Ve bunun sonucunda kendi hedefine dahi ulaşamaz. Çünkü sonuç olarak ortaya çıkan şey sosyalist ideolojinin yayılmasına değil, düzen partilerindeki liberal ideolojiyle geçişken hale gelmesi olur. Batı Avrupa’da komünist hareketin, avro-komünizmin yıllar önce içine düştüğü temel çıkmaz da bu olmuştur. İdeolojik hegemonya kurmayı merkeze koyan bir strateji, düzen partilerine oy veren geniş bir “sosyalist” kesimin ortaya çıkması ve yine bu süreçte iktidar hedefinden tümüyle vaz geçilmesiyle sonuçlanmıştır. Batı Avrupa’da sosyalist ideoloji açıkça liberalizm tarafından işgal edilmiştir ve bunun izleri halen sürmektedir.

Sosyalist devrim mücadelesi verilen bir ülkede ideolojik mücadele, geçmişte kurulmuş, bugün yaşayan veya gelecekte kurulacak sosyalist toplumlara dair unsurları içermeli kuşkusuz, ancak asıl olarak bir sosyalizm mücadelesi ideolojisini öne çıkarmalıdır. Bir başka ifadeyle, sosyalist devrim için yürümekte olan siyasi mücadeleyi destekleyen, onun güçlenmesi ve sağlamlaşmasına destek olan bir ideolojik mücadele yürütülmelidir. Çünkü sosyalist ideoloji, bir siyasi mücadele kültürünü öne çıkaran ve siyasi mücadelenin öncü rolünün açıkça altını çizen bir ideoloji olmalıdır. Sosyalizm için ideolojik ve siyasi mücadelenin bütünlüğü bu şekilde kurulmalıdır. Yoksa sosyalist ideolojinin merkezine “bir gün sosyalizmde uyansak konut politikası nasıl olurdu?” gibi unsurları koymanız durumunda bu durum yukarıda değindiğim gibi sosyalist ideolojinin liberalizm tarafından işgal edilmesiyle sonuçlanır.  Bu nedenle “sosyalist ideolojiyi” dar anlamda ve tek başına güçlendirmeye çalışanlar aslında onun güçlenmesine değil, zayıflamasına hizmet eder.

Küba’da bugünlerde yaşanmakta olan gelişmelerle ilgili yazmadan önce bazı temel noktalara değinmek istedim. Önümüzdeki günlerde İleri Haber’de Küba ile ilgili kapsamlı değerlendirmelere yer vereceğiz.