Kobane etkisi ve bölgenin sureti...

Ortadoğu'da süregiden IŞİD merkezli savaş ve özel olarak “Kobane momenti” söz konusu olduğunda; bölgedeki politik koşulların, güç dengelerinin (ittifakların) değişmeye başladığını ve masadaki oyuncu sayısının arttığını söylemek yanlış olmaz.

Bu çerçevede, 14-22 Ekim arasında Güney Kürdistan'ın Duhok kentinde yapılan ve spesifik olarak “Kürt ulusal birliği”ni hedeflediği söylenen toplantı dizisi neticesinde, kimi değerlendirme ve tespitleri netleştirmek de mümkün hale geliyor.

Savaş koşullarında gerçekleşen Duhok buluşmasında, katılımcı ve müdahil olan öznelerin; fazla naz ve blöf yapmadan, burnundan kıl aldırarak, kartları sürekli karıp yeniden dağıtmadan bir protokol oluşturdukları anlaşılıyor. Yapılan açıklamalara göre taraflar (PYD ve Barzani); Rojava'nın siyasi merciinin ve yönetiminin paylaşılması ve ortak savunma gücü oluşturulması başlıklarında bir mutabakat sağlamış durumda.

Ancak bu anlaşmanın, önemsenmesi gereken kriz dinamikleri barındırdığını ve güllük gülistanlık bir tablo sunmadığını da not edelim.

SAPTAMA: Öncelikle Duhok anlaşmasını, ayrıca bu sırada bölge aktörlerinin sarf ettiği sözleri dikkate alarak yapılabilecek ilk belirleme; Rojava'nın temsilcisi PYD ve ABD arasında, bugüne kadar kurdukları “illegal” ve “dolaylı” ilişkileri tahkim edecek olan bir açık işbirliğinin sağlanmış olmasıdır.

Ankara, Tahran, Şam, Erbil, Süleymaniye ve Kandil'in gölgesi ve müdahalesi altında yapılan Duhok toplantılarının uzlaştırıcı ve sonlandırıcı gücü; Erdoğan'ın “PYD'den üst bir akıl bölgede tezgah kuruyor” sözündeki “akıl” olan Washington'dur.

ABD'nin, PYD ile doğrudan temas kurduğunu, istihbarat paylaştığını ve Kobane'ye artık stratejik önem verdiğini açıklaması; Erbil parlamentosunun Rojava'yı tanıması ve sonrasındaki silah yardımlarıyla Duhok anlaşmasının aynı kesitte gerçekleşmesi veya ABD'li sözcü Marie Harf'in, PYD'yi terör örgütü olarak görmediklerini söylemesiyle, görüşmelerin nihayete ermesinin aynı güne denk gelmiş olması (21 Ekim)... Bunlar önemli ipuçları olarak görülebilir.

Dolayısıyla ve özetle, emperyalizmin bölgedeki inisiyatifini Rojava'yı da kapsayarak genişletmek noktasında bir avantaj elde ettiğini söylemek mümkün hale gelir.

*****

Buna karşın, PYD'nin bütünüyle ABD'ye teslim olduğunu propaganda etmek yerine, bu özne açısından ikili bir durumun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.

Kobane'de 45 günü aşan direniş, Kürtlerin kendi kısıtlı olanaklarıyla ve uluslararası kamuoyunu da desteğe zorlayarak bir mevzi kazanmıştır. PYD, beklentileri ve öngörüleri boşa düşüren direnme kabiliyeti sayesinde, bugüne kadar Rojava iktidarının meşruiyetini kabul etmeyen ve şartlar ileri süren Barzani-ABD çiftini masaya oturtmuş ve bu iki ülkenin de kendisini kabullenmesini sağlamıştır. Türkiye Kürtlerinin 30 yılı aşan mücadelesi, ödedikleri bedel ve ulaştıkları nokta düşünüldüğünde, Suriye Kürtlerinin durumu daha net anlaşılabilir.

Fakat diğer yandan, Kobane direnişi PYD-PKK hareketinin askeri gücünün sınırlarını ve kapitalist dünyada devletleşme arayışının emperyalizmle işbirliğine zorladığını da tekrar göstermiştir. Geçtiğimiz iki yılda, Rojava'daki hakimiyetini, söz hakkını ve üstünlüğünü tartışmayan PYD, Duhok'ta Barzani ile eşit hak ve temsiliyeti kabul etmiş ve bu sayede kenti savunmak için ihtiyaç duyduğu silahı ve hava saldırısı desteğini alabilmiştir.

Sonuçta PYD, ciddi bir savunmanın ardından bir adım gerileyerek Kobane'yi tamamen kaybetmeyi engellemişken, Barzani-ABD ise krizi fırsata çevirerek bir adım ileri atmıştır. Bu ilerleme kuşkusuz, Rojava'daki laik ve modern iktidar anlayışı için bir risk, handikap ve gerileme anlamına gelmektedir.

KRİZ DİNAMİĞİ: PYD-PKK açısından Duhok anlaşması şevkle değil kerhen yapılan bir tercihtir. Anlaşmanın, Barzani cephesinde parlatılırken, PKK-PYD tarafınca basit açıklamalarla ve daha çok Rojava'nın geleceği ve ulusal kongrenin toplanması gerekliliği öne çıkarılarak geçiştirilmesi bunun belgisi oluyor.

Üstelik hemen sonraki günlerde, Kobane'ye gidecek peşmerge gücü için PYD'nin sayı belirlemesi yahut Irak Kürdistanı hükümet sözcüsünün, Rojava kantonlarını kabul ettikleri iddiasının doğru olmadığını söylemesi, iki taraf arasındaki çekişmenin de sürecin hemen başında belirdiğini gösteriyor.

Yani bu işbirliği süresince, PYD'nin etkisini ve iktidarını korumakta ısrarcı olacağını, ABD'nin ve Barzani'nin ise bu otoriteyi kırmak veya azaltmak noktasında baskı kuracağını erken bir tahminle söyleyebiliriz.

Ek olarak; Duhok anlaşması sayesinde “Kürt ulusal birliği”nin başarılacağı tezi paradoksaldır. Kürt coğrafyasının farklı parçalarındaki siyasi partiler, 2012 yazı ve 2013 sonbaharında ulusal birliği sağlamak amacıyla birçok defa bir araya gelmiş, kongre tarihleri belirlemiş fakat PKK ve KDP arasındaki öncülük çekişmesi ve delege anlaşmazlığı nedeniyle girişimleri sonuçsuz kalmıştı. Aynı tablonun Kobane düzleminde tekrar etmesi mümkündür.

*****

Bir diğer özne olan AKP'nin, bu süreçte kendine biçtiği misyonu, mevcut pozisyonunu ve bu konumun etkilerini başka bir yazıda kaleme alırız ama kısaca; Türkiye, sürekli en çoğunu isteyen, Şam saplantılı ve provokasyon peşinde koşan, ancak sonuçta kenarda kalan bir oyuncu olarak şimdiki fotoğrafa girmiştir.

AKP, Rojava'nın resmi varlığının kabulüne direnmekte ve YPG'nin ÖSO çatısı altına girmesinde ısrarcı olmaktadır. Bununla birlikte, IŞİD-AKP ilişkisinin ABD tarafından bir problem olarak değerlendirildiği de doğrudur.

AKP'nin mevcut konumunu sürdürmeye ve berkitmeye devam ettiği durumda; PKK-PYD ile ciddi, Barzani hükümetiyle de (PYD dolayımıyla) bazı sıkıntılar yaşayacağı söylenebilir. AKP'nin ABD tarafından baskı altında tutulduğu doğru olmakla birlikte, Türkiye'nin Rusya-İran-Suriye cephesine geçtiğini söylemek ise Aydınlık gazetesinde dile getirilebilecek türden bir uç hayaldir.

YAKLAŞIM: Bitirirken, okurun merak defterinde olabilecek bir konuya daha değinebiliriz. Rojava Kürt iktidarının Amerikan tüfeğine muhtaç hale gelerek tavizkar duruma düşmüş olması ve bu süreçte Kürtler arasında ABD'ye dönük sempati ve beklentinin artması, solcular açısından “haklı çıktık işte amerikancı oldular” hezeyanıyla karşılanacak bir sonuç olamaz.

Şam iktidarının, “Kobane'deki yurtsever direnişi destekliyoruz” açıklamalarıyla birlikte, emperyalizmin Rojava'ya tasallutunu engellemeye dönük teşebbüslerindeki soğukkanlılık ve olgunluk örnek olabilir.

Ya sol siyaset?

Bölgedeki siyasal dinamikleri, vuku bulan olayları ve bu coğrafyanın tarihsel serüvenini ezberlenmiş, alelade ve komplocu bir yaklaşımla analiz etmek yerine; bölgenin kaotik yapısını, sürprizlerini, direniş tecrübesini hesaba katarak müdahale etmeye, ilerici birikimi destekleyerek, emperyalizmin planlarını ve suçlarını teşhir edip, bölge halklarını anti-emperyalist ve sol bir zemine çekmeye çalışmak... Macbeth'in cadıları gibi felaket kehanetlerinde bulunup, Kobane direnişini sağdan sallayıp, soldan düşürerek abdestini koruma apolitizminden çok daha doğru ve devrimci bir yaklaşım biçimidir...