Kıvırmadan ve akılları sıyırmadan…

Bayram arifesinde hem sıcaklar daha da artıyor ve hem de siyasal gündem zorunlu bir tatil arasına giriyor.

Koalisyon hesapları veya temasları bu arada biraz gevşese de, parti heyetlerinin bayramlaşma ziyaretlerinde, kuşkusuz konu etrafından, kenarından konuşulmaya devam edilecek…

Davutoğlu, RTE’ye göre şimdi biraz daha keyifli ve özgüvenli görünüyor. AKP’nin vazgeçilmezliğinden ve seçimin birinci partisi olarak belirleyiciliğinden daha rahat bahsediyor. Oysa diğer cenaha baktığımızda, yani muhalefet kesiminde, gerdeğe girmeye hazırlanan bir damat adayı heyecanı acaba var mı (?) sorusu akla geliyor…

Görmek isteyen, şimdi kendi gözlüğünün buğusunu silip, parlatabilir…

RTE seçim sonrasının dut yemiş bülbül suskunluğunu hayli attı. Ancak söylemlerine bakılırsa, bu tablodan bir koalisyon çıkmasına hayli mesafeli durduğu da, yanlış sayılmamalıdır…

Burjuvazinin sınıfsal tercihi olan “Büyük Türkiye Koalisyonu” işinde, AKP ve CHP, adeta birbirlerine çok daha yakın duruyorlar… Davutoğlu bu konuda da hayli itinalı laflar ediyor. MHP kapılarını kapar gibi yaparken bile yine de görüşme hevesinde olduğunu bildiriyor ve karşılığında olumlu yanıt alıyor. HDP’ye ise, daha mesafeli bakarken bile, diyaloğa açık olduğu mesajını iletiyor. Yani bütün pehlivanlar Kırkpınar peşrevi çekiyor…

CHP’ye oy veren seçmenin temel talebi koalisyon muydu (?) diye sormaya gerek yok. Bu değildiyse bile, sistemin egemen sınıfları, sistemin kurumları olan partileri, sistemin kurallarına göre her zaman manipüle, daha da ilerisi yönetme yeteneğine ve iktidarına sahipler… Şimdide iç ve dış oligarşi bu senaryoyu hayata geçirecek yol taşlarını dizmekle meşgul…

HDP’nin meclis içinde ve fakat yönetim siyaseti dışında kalmasına tepki verileceği KCK tarafından somutlanıyor…

Bu tahlil işinin uzamasına da fazla gerek kalmıyor; zira atan nabza göre anlık değişikliklerle karşılaşmak bundan böyle daha fazla olasıdır. Somut olanı ise, halk sınıflarının, iktidar sorunsalına burjuva sistemin kendi aparatçıkları ve kuralları ile cevap veremeyeceğidir…

Kısacası halk kendi göbeğini kendi kesmek ve kendi mekanizmalarıyla kendi gerçekliğinin yollarını tarihsel olarak döşemek mecburiyetindedir. 

***

Laf silik ve sönük kalmasın; Haziran Direnişi bir halk hareketi ise, bu hareket temel sorunu olan iktidar meselesini kendi lehine hayata geçirecek bir siyasi erk olma yetkinliğine varmak durumundadır…

Hani ağlaklığın haddi hesabı da yok. Kimilerine göre Haziran bitti, tükendi; enerjisi, gazı kalmadı falan deniyor…

Tamam da, şu son aylar bile toplumsal yaşanmışlıklar açısında başka şeyler söylüyor…

Metal işçilerinin grevi acaba ne anlatıyordu?

HES mücadelesi yapan insanlar, bunu hukuk mekanizmalarına taşıyanlar ve meselesinin tek başına ağaç, böcek değil, kendi hayatı olduğunu haykıranlar, acaba direniş ve hareket içinde olmuyor mu?

Kaç(ak) Saray için sürdürülen hukuk sürecinde elde edilen kazanımlar, başka bir anlayışın ürünü mü?

Örnekleri kısa keselim ve ipe un sermeyelim…

Yani ve doğaldır ki, bir halkın bilinçli kalkışması demek, her gün mesai çıkışında meydanlarda gösteri yürüyüşü değildir. Bunun bu biçiminin öyle olduğunu, 2013'ün verili koşulları “Haziran günleri” olarak göstermiştir. Aynı verili ve toplumsal koşullar yoksa ve bu sefer akan sürecin getirdiği mücadele biçimleri giderek egemen olur. Bu bağlamıyla, şimdi aynı nakarat tekrar edilmiyor diye Haziran’ın bittiğine karar verip, insanların kendini tükenmişliğe terk etmesi abesle iştigaldir… 

Haziran, halkın kendini bilince çıkaran ve hamaset sayılmazsa, kendi zincirlerinden başka kaybedecek ve korkacak bir şey kalmadığını kendine kanıtlayan sınıf tavrıdır.

Sınıf mücadelesinin araçları sadece nümayiş ya da grev yapmak değildir. Asıl olan, gerektiğinde kullanılacak bu keskin kılıcı sıyırdığında, Gordion kördüğümünü kesme becerisini göstermektir. Yani durumdan vazife çıkarıldığında ya da devrimci durum anında, iktidarı almasını becerecek bir baş ve gövdeye sahip olmak gerekir.

Bunun için programatik bir eylemlilik ve örgütlülükle siyasal bir önderliğin buluşturulması ve halkın sınıfsal çıkarlarının, herkesin elinde dalgalandırdığı bir bayrak kılınması gerekir…

Haziran 2013, bütün bunların vasatı olabildiğini ele güne ve Türkiye’nin kendini sol diyen öznelerine göstermiştir.

Öyleyse doğru tavır, burjuva seçimlerinden bir şey çıkmadığı veya çıkamayacağı üzerine kenardan değerlendirme yapmak ve Haziran işlerinin bittiğine hükmetmek değil, gerekli program, örgüt ve siyasi irade ile mücadeleyi utkuya taşıyacak bir hat geliştirmektir. Nasıl ki kapitalist emperyalizmin kaleleri kendi sınıfsal çıkarlarını savunuyorsa, halk sınıfları da kendi siyasetini kurarak bu yolu yürümek mecburiyetindedir.

Birleşik Haziran hareketi yeni bir programatik örgütlenme evresine Ağustosla beraber merhaba diyecektir. O nedenle işin ucundan tutmaya herkes bir defa daha talip olmalıdır. Koalisyondan, yeni bir erken seçime ve bil cümle bütün eylemlilik kavşaklarında ne yapacağını bilen ve bunun için en geniş kesimlerin bir araya gelebileceği yeni bir program ve örgütlenmeden yana samimi çabalara ihtiyaç vardır…

Kıvırmadan ve akılları sıyırmadan…

[email protected]