Kitaplığın dinamiği üzerine

Kitap yazıları yazmak okuma biçimimi değiştirdi. Bu iyi mi, kötü mü bilmem ama durum bu.  Sanki artık sadece canımın istediği gibi değil de, biraz da yazmak için okuyor gibiyim. Geçen haftaki yazımı yazmaya başladığımda elimde Walter Benjamin’in “Kitaplığımı Yerleştirirken” isimli kısa kitabı vardı. Bitince aynı konuda devam etmek için Tim Parks’ın “Ben Buradan Okuyorum” kitabını okudum. Bu aslında pek yaptığım bir şey değildi; genellikle konuyu değiştirip, başka bir şey okurdum. Sonrasında battı balık yan gider deyip, kitaplıklar konusunda çok sevdiğim iki kitabı “Kâğıt Ev” ve “Roman Gibi” yi de yeniden okudum.  Kötü mü oldu? Sanmıyorum; en azından iyi bir deneyimdi. Ancak okuma hızımın gemlendiği kesin; kitap sayısı arttıkça yazıda kitap başına düşen vuruş sayısı azalıyor belirli bir vuruş sayısını aşmamak adına.

     Bu kitapları ararken yine aynı soruyla karşılaştım: Binlerce kitap arasında nasıl aradıklarını saniyeler içerisinde bulabiliyorsun? Yanıtı yukarıda bahsettiğim dört kitap içerisinde: her kitaplığın dışarıdan korkunç bir karmaşa gibi görünen muhteşem bir düzeni vardır ve bu düzenin sırrını çözen, koleksiyoncuyu da çözer. Ama dikkat, size yem olarak verilen ve az bir gayretle çözülebilecek düzen, adı üzerinde sadece yemdir. Yani her kitaplığın aslında iki düzeni vardır; önemli olan ikinciyi çözebilmektir. Her kitaplık sahibi başka bir kitaplığa öncelikle bu gözle bakar ve çözdüğünde bunu belli belirsiz bir gülümsemeyle ifade eder. Bu koleksiyoncular arasında özel bir dildir.

     Peki, bir kitap nasıl, mülkiyet eşiğini aşıp kitaplığın bir parçası haline gelir? Koleksiyoncuya göre kitap ancak onun raflarında gerçek özgürlüğüne kavuşur. Hem bu açıdan, hem de kitaplığın gizli düzenini korumak açısından koleksiyoncu tüm kitaplarını okumak zorundadır. Anatole France’e atfedilen, “Siz kitaplığınızdaki tüm kitapları okudunuz mu?” sorusuna “Siz Fransız porselenlerinizi her gün kullanıyor musunuz” soru yanıtının doğru olmadığını düşünüyorum. Her gün değil ama en az bir kez okumuş olmak gerekir. Yoksa kitaplığınızın hangi rafına koyacağınıza nasıl karar verebilirsiniz ki?

    Ancak bu demek değildir ki her kitabı sonuna kadar okumak gerekir. Bence çok sık olmamak kaydıyla okurun böyle bir hakkı vardır. Çünkü yazar açısından da kitabın bittiği yer keyfidir. Örneğin, Kafka’nın “Şato” ve “Amerika” kitaplarını bitirmeden bıraktığı söylenir. Belki de okurun bıraktığı yer, yazarınkinden daha doğrudur. Rembrant’ın ünlü tablosu “Gece Devriyesi”nin odaya sığması için dört tarafından kesilerek küçültülmüştür. Kim bilir, belki de ilk halinde kalsaydı bu denli etkileyici olamayacaktı?

    Elbette her kitabınızı sevmek zorunda değilsiniz; ama ne yapılabilir ki? Çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak onu kitaplığınıza yerleştirmekten daha zordur. Veya çok eskiden okuduğunuz ama bundan sonra hiç kapağını kaldırmayacağınızı düşündüğünüz kitapları atabilir misiniz? Dominguez’in yanıtı şöyle: “Çocukluğumun birkaç tuğlasını sökmeden, ‘Vahşetin Çağrısı’ndan nasıl kurtulabilirim?”. Hem bu yargı doğrudur, hem de ya ileride tekrar bakmam gerekirse, kaygısı.

     Kitaplarınızın kaybolması ise ayrı bir sorun. Sıradan bile olsa yerinde bulamadığım bir kitap uykularımı kaçırır. Çalınmış olması bir sorun, yerinin karışmış olması da ayrı bir sorundur. Yeri değiştiyse düzeniniz bozulmuş demektir. Kaybettiğiyseniz ise o kitabı tekrar satın almak çok sıkıntılı bir durumdur. Ederi ne kadar düşük olursa olsun bu durum değişmez çünkü hep onun yerine başka bir şey alabileceğinizi düşünürsünüz. Yine France’ın “ben kitaplığımı iade etmediğim kitaplarla kurdum” sözünün de doğru olmadığını düşünüyorum (nedense kitaplık konusunda tüm yanlışlar ona mal ediliyor, sanki bu konunun Namık Kemal’iymiş gibi). Neyse, gerçek bir kitapsever asla çalmaz ve onu kitaplığınızda yalnız bırakarak, Dominguez anlattığı gibi “kahve hazırlama süresini biraz uzatarak raflardaki kitaplara hayranlıkla bakmalarına olanak sağlamanın” keyfini çıkartabilirsiniz.

     Mekân ayrı bir sorundur kitaplık için. Öncelikle gündelik yaşamın sorunlarından uzak bir yer, daha açık deyimle günlük yaşamla “kirlenmeyecek” bir yere gereksinim vardır. İşte kitaplığın temel çelişkisi bu noktada ortaya çıkar; bir yandan kitaplığın sağladığı olağanüstü özgürleşme, diğer yandan kitaplıktan ayrılmamak için özgürlüğün kısıtlanması, Aziz Nesin’in dediği gibi eşyanın insana sahip olması durumu.

    Bir tür fetişizm olarak nitelendirilebilecek bu durumun çözümü, bana hiç uymasa da, e- kitaplar olabilir.  Koca bir kitaplığın tek bir kitap hacmine inebilmesi pratik anlamda çok güzel ama sanki bir şeyler yitiriliyormuş gibi geliyor bana. Acaba aynı duygular el yazmalarından matbaaya geçişte, ya da daha öncesinde cönkten kâğıda geçişte de yaşandı mı?  Sanırım öyledir. Peki, ama hem bunları söyleyip hem de elektronik ortama yazı yazmak da ne demek oluyor?   Bu da benim çelişkim deyip, bahsettiğim kitapların bu sorunları tartıştığını söyleyeyim.

    “Kâğıt Ev” kitabında bu tartışmalarda katkısı olabilecek Peter Sis’in resimleri de var. Baskı olarak biraz sorunlu olsa da bakmakta yarar var. Bakılacak başka bir kitap ise “Que Vadis Europe?” adlı Avrupa’ya göçü ele alan bir karikatür sergisinin kitabı. Filipinler’den Küba’ya, İsveç’ten İran’a dek çeşitli ülkelerden 46 karikatürün yer aldığı kitap, savaşı çıkartanların, sonuçlarından da nasıl yararlandıklarını gözümüzün içine sokuyor. Yüzyılın en çarpıcı acılarından biri olan Aylan bebek temasının sıkça kullanıldığı ve Avrupa’nın daha çok Merkel ile simgelendiği sergi veya kitabına mutlaka bakılmalı. Sergi İzmir’de yılsonuna dek açık kalacak.

 

Kitaplığımı Yerleştirirken. Walter Benjamin, SUB Yay. 2016. Liste Fiyatı 10 TL

 

 

Ben Buradan Okuyorum. Tim Parks, Metis 2016, Liste Fiyatı 22 TL

 

Kâğıt Ev. Carlos Maria Domingez. Jaguar Yay, 2015. Liste Fiyatı 12 TL

 

Roman Gibi. Daniel Pennac. Metis, 1997, Liste Fiyatı 13 TL

 

Que Vadis Europe? Konak Belediyesi. 2016. Satılmıyor. Belki Belediye’den bulunabilir ama zor. Meraklısı ile paylaşabilirim.