Kısa AKP siyasi iktisadiyatı

AKP'nin iktidarda kaldığı süreyi kabaca ikiye ayırırsak; ilk dönemi Türkiye'nin büyük bir iç şok yaşadığı 2001 krizinden çıkış hamlelerinin, ikinci dönemiyse kapitalizmin global işleyişini sekteye uğratan 2008 krizi ve buna karşı alınan önlemlerin derinden etkilediğini söylemekle diğer parametrelere haksızlık etmiş sayılmayız. Şayet 2001 sonrası İMF Türkiye stand-by programı olmasaydı ve 2008 - 2009 global krizi dünyada şu an yaşadığımız bir sıfır maliyetli sermaye konjonktürünü yaratmasaydı, hemen her şey, farklı bir mecrada akıyor olabilirdi.

İlk dönemde siyasi partiler düzleminde, ikinci dönemde de “devletin bekâsını kollayan” diğer aktörler düzleminde, AKP tekleşmiştir. Bu zaman aralığında, sonradan karşısına çıkma potansiyeli olan hemen tüm alternatiflerin elenmesi, AKP'nin mevcut tek parti diktatoryasına giden taşları döşemiştir.

Bu alternatif aktörlerin temizlenmesi sürecinin kimi özgünlüklerini dökmek gerekirse:

* Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizi olan 2001 krizi, enflasyonist politikalar izleyen, bütçe açıklarıyla kaynak aktardığı geniş kesimlerden oy toplayan, karşılığında yapısal sorunları artırarak ekonomik büyümeden ödün veren bir politikanın icracısı bir koalisyon hükümetini "hepsi bir arada" yakaladı ve defterlerini dürdü.

* Bu büyük krizin hemen sonrasında, başta Sabancı Holding ve yakın markaja aldığı TÜSİAD başta olmak üzere, şimdilerde çeşitli ABD birimlerinin de işin içinde olduğunu anladığımız yoğun bir lobi-kulis faaliyetiyle AKP islamcıları şaşkın Türkiye burjuvazisine "yeni normal" olarak lanse edildi.

* Konsolidasyon ve geçiş dönemi diyebileceğimiz bu dönemde AKP'nin Kemal Derviş yönetiminde başlayan İMF programına bağlılığı ve birebir sürdürücüsü olması, siyasi alanda büyük bir dokunulmazlık sağladı. Dokunulmazlığın diğer ayağını bu dönemde büyük ölçüde yabancı sermayeye açılan mali tekellerin palazlanması, tüm bankacılık sisteminin yüksek büyüme oranlarına ulaşması oldu.

* Büyümenin temeli, bankalar üzerinden kredi pompalanması ve şirketlerin döviz borçlarıyla, hanehalkının da yerel parayla borçlandırılmasıydı. Bu, hem bir önceki dönemdeki krizle sonlanan enflasyonist politikaya İMF onaylı bir alternatif, hem de sandıkta ve sokakta kendini zenginleşmekte hisseden büyük bir kesimden destek sağladı.

* Global ekonomik kriz başladığında 1929 kriziyle karşılaştırılıyordu ve benzer bir yıkıcılık ihtimali yok değildi - bu kriz, henüz belirgin bir sermaye çöküşü yaratmadığı için sadece ara vermiş gözüyle bakılabilir. Türkiye’de ise  iktidarda kaldığı halde, üst üste oyunu artırarak seçim kazanan, onay mekanizmaları güçlü, muhalefeti zayıf AKP son düşmanını, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve yargı organlarının bir gıdım siyasi iddiaya sahip tüm kıdemli personelini CİA ve Fethullah Gülen bağlantılı kapsamlı bir operasyonuyla ekarte etti.

2009 sonrasında ise:

* Krizden çıkış için ileri kapitalist ülkelerin uyguladığı sıfır faiz - parasal bolluk politikalarını Türkiye'ye yönelik selektif sermaye operasyonları için kullandı. Para kaynağı ile para kullanıcısı arasına ustaca girmeyi başaran bir AKP şebekesi oluştu.

* ABD sponsorluğundaki Ortadoğu despotlarının Hizbullah-Suriye-İran’ı bir şer ekseni olarak tanımlayarak çok noktadan kirli savaş başlatmasına baş aktörlerden biri olarak müdahil oldu. Irak'ta Kürt yönetiminin Şii etkisi altındaki merkezi hükümetten ayrışarak Türkiye'nin temel ticari partnerlerinden olmasını sağladı. Körfez hanedanlıklarından çok ciddi gri nakit akışı yarattı.

* İnşaat sektöründe büyük bir hamleyle bu sektörü ekonominin temel motoru haline getirdi. AKP, TOKİ – müteahhit – taşeron – finansör zincirinde adeta hiperaktif bir moderatör oldu. Sektörün özellikleri gereği faaliyet sürdükçe ekonomik büyümeye çarpan etkisi sağlandı.

* Devletin tüm kurumlarını siyasi baskı altına aldı ve tek adam merkezli cumhuriyet karşıtı kadrolaşmayı tamamladı.

* Bütün bu operasyonu, kriz sonrası global nakit bolluğu koşulları altında daha önceki dönemlerden çok daha ucuz ve hızlı bir biçimde ve siyasi otoritesini hak hukuk tanımamacasına dayatarak yönetmeyi becerdi.

Türkiye gibi bir kapitalist rejim açısından bile, oldukça özgün sayılabilecek bu iki dönemden sonra 2013 yılına geldik. Devletin "halkçı bir cumhuriyet" için nüve veya destek olabilecek tüm kurumlarının çivisini çıkaran AKP iktidarı, karşısında ülkesine sahip çıkmak için kalan tek çarenin sokağa çıkmak ve direnmek olduğuna ansızın karar veren milyonları buldu. Bu durum, en azından bu iki özel dönem boyunca CHP'nin muhalefet yapmasını, genç subayların rahatsız olmasını, ansızın patlayan krizin bir kaos yaratmasını, vs. bekleyen kitlelerle ülkenin sol mirasının buluşma fırsatını nihayet yaratmış bulunuyor.

İçinde bulunduğumuz dönemde, bir tarafta güney Avrupa'da halkçı hareketlerin kentli emekçileri seferber ettiği yeni ve güçlü bir sol dalga yükselirken, bir tarafta bol petrol paraları, sıfır faizli bol teşvikli nakit muslukları hızla kısılmakta. Diğer tarafta ise emlak ve kredi denizinin tükendiğinin güçlü işaretleri alınıyor.

2015 seçiminin biten bir dönemin son ve önemsiz bir seçimi olacağını düşünüyorum. 2015 seçimlerini önemsizleştiren iki faktörden biri; sandıktan çıkacak olan AKP'nin "hangi AKP" olacağının henüz belli olmamış olmasıysa,  diğeri de geçen hafta belirttiğim gibi sokağa dökülen 10-15 milyon insanın – Türkiye'nin kentli yetişkin nüfusunun yaklaşık yarısının – siyasi hedeflerine ikna olduğu bir siyasi temsilcisinin bulunmayışıdır.
 
Seçimden çıkacak olan AKP'nin çatırdamakta olan bir koalisyon mu, yoksa bir daha seçim bile yaptırmamayı deneyecek kadar gözü kararmış bir diktatörlük partisi mi olacağını önümüzdeki 5-6 aylık gelişmeler belirleyecek gibi görünüyor. Siyasi temsilci olmayışı faktörü ise birbuçuk yıldır gördüğümüz gibi aylarla çözülemiyor maalesef. Çözmek zorundayız.