Kırk katır, kırk satır

AKP gaza basıyor dedik.

Bir yandan toplumsal yaşamın boydan boya dincileştirilmesi, kadınla erkeğin eşit olamayacağının söylenmesi, Osmanlıca dersleri, karma eğitimin kaldırılması hazırlıkları...

Öte yandan cemaate yönelik operasyon, gözaltılar, “hesabını verecekler” haykırmaları...

Aynı anda çArşı’nın darbecilikle yargılanması, AYM kararlarının tanınmayacağının şimdiden ilanı, 17 Aralık yolsuzluk davası dosyasının sağ salim kapatılması...

İsteyen listeyi birkaç sayfa daha uzatabilir. Sonuç ise değişmeyecek: AKP gaza basıyor.

Yaklaşan seçimlerin bu gaza basma halinde önemli bir yeri var kuşkusuz. AKP 2015 virajını hızla, ama güvenli bir biçimde alma derdinde. Hele bir de seçimlerden beklentilerini karşılayarak çıkarsa, başta başkanlık sistemi olmak üzere uzun zamandır el altında bekletilen kimi kurumsal-anayasal düzenlemeler de hayata geçirilebilecek.

İşte o zaman, 2013’ü güç bela atlatan, 2014’te soğuk terler döken AKP, 2015’le birlikte yeniden kontrolü sağlayacağını hesap ediyor.

Başka bir deyişle, son iki yılda önce halktan, sonra da en yakın müttefikinden ağır darbeler alan AKP, kendisi açısından tehlike olarak gördüğü tüm unsurları ilelebet etkisizleştirmek için atağa kalkıyor.

Kuşkusuz, AKP’nin korktuğu ya da etkisizleştirmek istediği, sadece ülke içinde karşı karşıya kaldığı unsurlar değil. Bölgede uluslararası aktörlerin yeniden konumlandığı ve ABD stratejisinin artık açıkça belli olan makas değişikliği, AKP’nin itibarını ve önemini azaltıyor. AKP, mevcut tarzı ve yönelimleri ile, bölge stratejisinin asli oyuncularından olma vasfını sürdüremiyor.

Öte yandan, ABD ve Rusya ekonomilerinde gözlenen gelişmeler, ülke içindeki siyasal gerginlikle birleşince, Türk lirasının hızla değer kaybetmesine, doların yükselmesine yol açıyor. Bu tabloya bakanlar, AKP’liler de dahil olmak üzere, Türkiye ekonomisinin ne kadar kırılgan ve krize yatkın olduğunu görebiliyorlar.

Dahası, bu saydıklarımıza da kapsayacak bir biçimde, AKP’nin şimdiye kadar işlediği tüm suçlar, birileri tarafından kaydedilmiş durumda. Cemaat, TÜSİAD, TSK, ABD, İsrail, Almanya, Rusya, BM ya da AB, bugüne kadar AKP’ye suç ortaklığı yapan tüm güçler, aynı zamanda AKP’nin suç dosyasını da çekmecelerinde tutuyorlar. Çekmecelerin açılması ihtimali, AKP’yi daha da hızlı ve katı davranmaya itiyor.

AKP’nin tek şansı ve şimdi giderek tek dayanağı haline gelen kozu ise, Türkiye’nin yönetilmesi neredeyse imkansız bir ülke haline gelmesidir. Dünya emperyalizminin ya da Türkiye burjuvazisinin zaman zaman AKP’ye ilişkin homurdanması bu seçeneksizlikle birlikte düşünüldüğünde, AKP’nin sağa sola posta atmasının cesaretten değil, bu seçeneksizlik halinin farkında oluşundan kaynaklandığı görülebilir.

Yani AKP, bir yandan ülkenin dengeleriyle fazlaca oynayıp yönetemez hale gelmiştir, ancak öte yandan, AKP’nin yarattığı Türkiye’de kimsenin bu ülkeyi yönetemeyeceği de bellidir. İşlerin AKP’yle gitmediği kesindir, ama AKP’siz gitmeyeceği de öyle.

İşte AKP’nin gördüğü ve tüm sermayesini yatırdığı fırsat budur. AKP kendisine kaş kaldıran güçlere, “o çekmeceleri açarsan bu ülkeyi tümden kaybedersin” demeye getirmektedir. Kendisine yönelik tehditleri, kuşkusuz kendisinden daha değerli bulunan Türkiye kapitalizminin bekasını işaret ederek göğüslemektedir.

Ancak bu durum sonsuza kadar sürmeyecektir. Ya AKP önünde duran tüm engelleri temizleyip koşar adım hedefine ilerleyecektir ya da mevcut seçeneksizlik haline son verecek bir proje hayata geçirilecektir.

AKP’siz bir Türkiye, İkinci Cumhuriyet’in restorasyonu da diyebiliriz, bu açıdan bakıldığında olmayacak iş değildir. Bir yandan AKP’nin sermaye sınıfına sağladığı imkan ve fırsatların tümüyle korunduğu, aynı zamanda AKP’nin tarzından kaynaklanan öfke ve tepkinin zayıfladığı, evcilleştirilmiş, insanileştirilmiş, dizginlenmiş bir İkinci Cumhuriyet rejimi, birçok kesim açısından eşsiz bir seçenektir.

Ve kural gereği, burjuvazi, kapitalist sistem için tehlike çanları duyulmaya başlandığında, sistemi kurtarmak adına en iyi oyuncusunu kurban etmekten geri durmayacaktır.

Bu tablodaki ihtimallerin nasıl ve ne zaman hayata geçeceğini söylemek, şimdilik zor. Zaten daha önemlisi, tablonun her iki seçeneğini de saptayıp önleyici hazırlıklara başvurmaktır. Diğer bir deyişle, AKP’nin yola devam ettiği bir Türkiye de restore edilmiş AKP’siz bir Türkiye de farklı açılardan karşıya alınmalıdır.

Türkiye halkına dayatılan ve kırk satır ile kırk katır arasında sıkıştırılmış tablonun kendisi reddedilmelidir. Türkiye, AKP’li ya da değil, İkinci Cumhuriyet rejiminin duvarlarını şimdiye kadar bol bol sarsmış, çatlatmış ve zayıflatmıştır.

Tüm enerjisini bir noktada toplayan, kuvvetini en zayıf noktaya yönelten bir halk hareketi, sert bir koçbaşı darbesiyle o sallanan duvarları da yıkabilecek durumdadır.

Koçbaşının vurulacağı yer ise Tayyip Erdoğan’da cisimleşen AKP iktidarıdır.