‘Kırgın Anlatıcı’

Tomris Uyar’ın “Gerçek bazen gerçeğe tıpatıp benzemeyebilir. Gerçekçi sanatçı, eğer sanatçıysa bize yaşamın sıradan bir fotoğrafını sunmaya çalışmaz, tam tersine gerçekten daha üstün, daha çarpıcı, daha inandırıcı bir gerçek önsezisi aşılar bize. Sanatın özü, önsezinin belli bir biçimde kullanılışı, ustalıklı, bulgucu geçişler aracılığıyla ve yalnız kurgu becerisiyle, önemli olaylara güçlü bir ışık tutup geri kalanları arka plana alarak vermektir. Kısa öykü tek başınalığa dayanan kişisel bir sanattır. İnsanoğlunun yazgısına yöneltilmiş içli bir çığlıktır,” sözleri aklımdan çıkmaz benim.

Kısa öykü / öykü, gerçek ya da gerçeğe yakın bir olayı aktarırken yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay veya durum üzerine odaklanıp okurda yoğun bir etki uyandırması, ironik bir rastlantıyla yaratılan odak noktasının sürpriz sonlara gebe kalması sebebiyle canlıdır, yaşayan edebiyattır. Yazınsal bir kurgunun uzunluğunun insanı etkilemede ölçüt olarak kabul edilemeyeceğinin kanıtıdır ya öyküler, özenle kurgulanmış olanları efsunlu bir şölenin kapılarını aralar okura.

Daha çok roman okusam da öyküye düşkünlüğüm başkadır. Bir gecede beş yüz sayfalık romanı okuduğum olur lakin yüz sayfalık bir öykü kitabını bir - iki haftada ancak bitiririm. Gündelik heyulamın içinde koşturur gibi biriktiririm roman sayfalarını da, öyküyü babadan yadigar kalan, yıllanmış bir şarap gibi tüketirim. Öykü okurken sakinleşirim, bazen günde ancak bir öykü okur, saatler boyu onu düşünüp içselleştiririm. Kitabı okumayı bitirdiğimde de masamın üzerinden günlerce kaldıramam, çalışırken bana inceden inceye göz süzmesine müsaade ederim.

Velhasıl öykü içimizi burkan o güçlü yumruyu hatırlatırken bir yandan gülümsetir bizi. Bugünlerde ışıldayan ironisi, renkli, heyecanlı, kimi zaman da düşündürücü yetkisiyle masamın üstünden ayıramadığım bir kitap var yine: "Kırgın Anlatıcı" Yalnızlar Mektebi dergisinden ve İleri Kitap'ta yayımlanan yazılarından anımsayacağınız Caner Almaz'ın ilk kitabı. 2015'te Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği yarışmasında övgüye değer dosya ödülünü kazanan dosyasının değiştirilmiş, yenilenmiş hali bu kitap.

Kitabın içindeki dokuz öyküde de genel bir mutsuzluk hissi hakim. Hayatın bir biçimde insanları mutsuz etmesiyle; bireylerin acılara maruz kalmasıyla ilgili bu öyküler. Ancak 'B*ktan bir hayat yaşıyoruz," tarzında değil tabii ki. Daha çok yurtsal ve küresel koşullardan insanların etkilenmemesinin mümkün olmadığını, acıyı seyretmek yerine bir şeyler yapılabileceğini anlatan, hüznü sorgulatan öyküler bizi bekleyen.

Örneğin, bir tezgâhtar ile bir seks işçisinin hikâyesinde herkesin umut besleyebilme ve sevebilme hakkının bulunduğunu anımsıyor, 'Sabri Aklıdinç'inUnuttukları'nı okurken her şeyi hatırlayarak yaşayamayacağımızı bilsek de kabullenemediklerimizi, ötelediklerimizi unuttuğumuzun farkına varıyoruz. 'Zalim Her Zaman Kaybeder' adlı öyküde eğitimli bir gencin iş arama serüveni, iş yerinde yaşadığı olumsuzluk sonrasında işverene dava açması, haklarını savunması, sonunda da karşı tarafla anlaşmaya varması anlatılıyor. Sol görüşlü olmasına karşın karakter zamanla sömürüye boyun eğiyor, sistemle anlaşma yapıyor, bu da bizlere ne yazık ki insanın pragmatik olana meylini işaret ediyor.

Almaz'ınBerfo Ana'ya adadığı 'Bedenimin İlk Ölümü' adlı öyküde ise oğlunun kemiklerine ulaşmak için devlet kapısını aşındıran ama amacına ulaşamadan hayata gözlerini kapatan bir anne var. Cumartesi Anneleri'nin kayıplarını, hissiyatını vurgulayan bu öykü bir yangın yeri gibi dağlıyor yüreğimi. " Nefret ve kin hayatta kaybolmayan duygularmış, bunu da öğrendim. Nefret ve kinin yeryüzünde nelere sebep olabileceğini bilmek, bilmek değil duymak, duymak değil yaşamak, yaşamak değil yaşatmak insanı gelecekte öldürüyormuş. Yaşayarak gördüm. Yaşayarak... Sahi, insan gerçekten nasıl yaşıyor; dört bir yanı bunca acıyla sarılmışken? İnsan nasıl becerebiliyor, dünyada bunca kirlenmişlik varken 'Ben temizim,' diyebilmeyi?" (s.50) diye haykıran anneyi kimler duyuyor?

"Dünyada yeterince kirlenmişlik ve mutsuzluk var, içimiz kararmasın," deyip pembe düşler kurarak balon kitaplar okumak yerine bize siyahı gösterip beyaz olunabileceğini anımsatan öykülere sarılmamız gerek, nitekim o öykülerdeki sıradan kahramanlardan farkımız yok. Zaten hep birlikte mutlu bir dünya yaratamadıkça tek tek mutlu olma şansımız da yok. İnsanları bilmek için tanımak, okumak, duyumsamak gerek. "İnsanları tanıyoruz ama bilmiyoruz. Çünkü bilmek, tanımaktan daha uzun bir kelime." (s.67)

KÜNYE: Kırgın Anlatıcı, Caner Almaz,  Alakarga Yayınları, 2017.