Kimse bize yer açmayacak

Yalnızca bugünün sorunu değil, komünist hareketin hemen her tarihsel dönemeçte ve ülkede karşılaştığı bir ikilemdir. Bir yanda, “komünist kimliği” korumak adına tarihsel “doğruları” ifade etmekle yetinmek ve siyaset dışı, marjinal veya etkisiz kalmak; diğer yanda ise “siyaset yapmak” adına güncel siyasal mücadelenin öncelikleriyle yetinmek ve önceden açılmış hazır siyaset kanalları içinde yer almaktır.

İki seçeneği birleştiren şey ise, her iki durumda da ortaya çıkan sonuçta siyasal alanda sosyalist hareketin ayrı ve bağımsız bir güç haline gelememesidir. İlkinde siyaset dışı kalır, ikincisinde ise gerçek siyaset düzleminde mevcut siyasi güçlerden birine eklemlenirsiniz ve toplumda sosyalizmi temsil eden ayrı bir güç bulunmaz.

Bu iki seçeneğin dışında bir alternatif yaratmak ise her zaman çok zordur ve çoğu durumda komünistler bunlardan birini tercih etmek durumunda kalmıştır. Yapılması gereken zor görevlere değinmeden önce, bu iki kolay yola yakından bakmak istiyorum.

İki kolay yolun anatomisi

İlk yolu seçtiğinizde kapsamlı analizler yapmanız, mevut tablonun çıkışsızlığına dikkat çekmeniz ve bunun sonucunda sosyalist hareketin atması gereken tarihsel adımlara dair aslında yaygın olarak bilinen gerçekleri farklı şekillerde ifade etmeniz yeterlidir. Bunun için somut olarak ne yapmak gerektiği konusunda ise temel olarak insanları mücadeleye “davet” etmekle yetinirsiniz.

Çok az kişi “niye sonuç alamıyorsunuz?” diye sizi sorgular, çünkü zaten sonuç alabilecek güce sahip olmaktan çok uzaksınızdır. Bu kadar zayıfken kimse başarmanızı gerçekten beklemez. Dolayısıyla bazı çevrelerden “bakın ne kadar doğru söylüyorlar” diye alkış almanız bile mümkündür. Bu yola girdiğinizde işçi sınıfının tarihsel çıkarlarına işaret eder, ancak bunun güncel çıkarlarıyla bağını kurabilecek bir siyaset pratiğini hayata geçiremezsiniz.

Burada önemli bir nokta, siyasal mücadele pratiğiyle birleşmeyen analizlerin giderek “doğru” olmaktan çıkmasıdır. Marksizm açısından doğru analiz, müdahale ve dolayısıyla mücadelenin içinde olmayı gerektirir. Bu nedenle kısa süre sonra “doğru” analizler de böyle olmaktan çıkar ve açıkça yanlış hale gelir. Bu esasen bütün “doğrucu davut” yaklaşımlarının kaçınılmaz sonucudur ve bu nedenle bu yola kısaca “Doğrucu Davut Solculuğu” (DDS) diyebiliriz.

İkinci yolda ise, içinde yer aldığınız hazır siyasal kanalın - ki bu genellikle sağcı örgütlerin ve siyasetçilerin de içinde bulunduğu bir sosyal-demokrat parti, bir ulusal hareket veya çok geniş bir platformdur - size sunduğu hazır siyaset yapma olanaklarını kullanmanız yeterlidir. Kamuoyunda daha fazla sözünüzü duyurabilir ve güncel gelişmeler karşısında çok daha aktif ve etkili bir tavır alabilirsiniz. Ancak bunu her zaman sağcılarla birlikte yapmak durumunda kalırsınız. Böylece genellikle güncel tehlikelere karşı -ki en başta her zaman faşizm tehlikesi vardır- acil ve güncel görevlere dikkat çekersiniz.

“Tarihsel doğrularınıza ne oldu” diye soran fazla olmaz, çünkü zaten yoğun bir güncel mücadele pratiği içindesinizdir ve o doğruları bir şekilde “ZATEN içinizde yaşattığınızı” hissettirmeniz zor olmaz. Bu nedenle yine bazı çevrelerden “bakın ne kadar iyi mücadele ediyorlar” diye alkış almanız mümkündür. Bu şekilde işçi sınıfının güncel çıkarlarına ve kazanımlarına işaret eder, ancak bunu tarihsel çıkarlarıyla, sosyalist devrimle bağını kurabilecek bir siyasal hat kuramazsınız.

Bu ikinci yoldaki önemli nokta ise, içinde yer alınan hazır kanalın bir yönüyle düzen içi olmasıyla ilgilidir. Düzen içi unsurlar zamanla tam da o kanalın varlık nedeni olan faşizme karşı mücadele etmek yerine onunla işbirliğine gitmeye başlar. Faşizme karşı desteklenen sağ unsurlar kısa zamanda faşizme alan açacak adımlar atar. Bunun tarihimizdeki en bilinen örneği, 70’lerin sonunda faşizme karşı desteklenen CHP hükümetinin, örneğin Ülkü Ocaklarını kapatmak yerine sola karşı sıkıyönetim kararı alması ve 12 Eylül darbesi için zemin hazırlamasıdır. Dolayısıyla ortak bir düşman olan faşizme karşı “siyaset yapmak” adına girilen bu yol tam aksine neden olur ve tam da bu düşman karşısında siyasetsiz, apolitik kalınmasıyla sonuçlanır. Hayatta hazıra konmak hiçbir zaman gerçek anlamda sonuç vermez ve bu durum aslında hazıra konmaya çalışanların çoğu durumdaki kaçınılmaz sonucudur, bu nedenle bunu kısaca “Hazır Kanal Solculuğu“ (HKS) olarak adlandırabiliriz.

Bu iki yaklaşımın toplamı ise, solun önemli bir bölümünü oluşturur ve bu toplamın tamamına “Kolay Yol Solculuğu” (KYS) diyebiliriz. Kısacası KYS eşittir, DDS birleşim HKS’dir.

Bu iki yol kolaydır çünkü asıl bekleyen görevlere göre daha az akıl ve emek gerektirir. İlkinde geçmişten hazır bir takım tarihsel kalıpları belirli farklara tekrarlamanız, ikincisinde ise size hazır olarak sunulan “siyaset” araçlarıyla “siyaset yapmanız” yeterlidir. İlki “düşünce” ağırlıklıdır, ikincisi “eylem” ağırlıklıdır, ancak iki örnekte de düşünce ve eylemin gerçek birlikteliği asla hayata geçmez. İlki tarihsel olana vurgu yapar, ikincisi güncel olana, ancak güncel ile tarihsel olan arasında güçlü bir bağ iki durumda da kurulamaz.

Hem acil hem tarihsel ihtiyaç: 5. Güç olarak sosyalist hareket!

DDS ve HKS yollarıyla sosyalist hareketin ayrı ve bağımsız bir güç olarak siyaset sahnesine çıkamayacağını söyledik. Bugünün Türkiye’si için ifade ettiğimiz, sosyalist hareketin siyasetteki mevcut dört ana siyasi gücün, yani AKP, CHP, MHP ve HDP dışında beşinci güç olarak siyasal alanda yerini alması bu kolay yolculuğun dışında daha zor bir strateji gerektiriyor. Hatırlanacağı gibi bunun gerekliliği Erkan Baş tarafından çok doğru ve yerinde bir şekilde şöyle ifade edilmişti:

“(…) dışarıdan Türkiye'ye baktığımızda Türkiye'de dört tane büyük siyasal güç var: AKP, CHP, MHP ve HDP... Burada beşinci bir büyük alternatifi, sol, sosyalist bir alternatifi örgütlemek konusunda üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız ve bundan kaçmayacağız.” ('Haziran önemli bir ayrım noktası', Erkan Baş)

Cesaret isteyen ve ileri adım atmayı gerektiren bu yolda nasıl ilerlenmesi gerektiği konusuna değinmeden önce, bunun neden yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda acil de bir ihtiyaç olduğunu hatırlamak yararlı olacaktır.

AKP’nin yıllarca neden geriletilemediği ve İkinci Cumhuriyet projesinde adımlar atabildiğini açıklamak için burjuvazinin tercihleri, AKP’nin yetenekleri, emperyalistlerin müdahaleleri gibi başlıkların yetersiz kaldığı açık. Bütün bu süreçte AKP’nin karşısına gerçek bir siyasi rakibin çıkmaması aslında en önemli faktördü ve bu durum yalnızca CHP ve HDP gibi muhalefet partilerinin yanlışları ve yetersizlikleriyle açıklanamaz. Sosyalist hareketin toplum tarafından gerçek bir alternatif olarak görülmemesi, bir başka ifadeyle mevcut 4 partili siyasal alan AKP’nin bu süreci göreli olarak rahat geçirmesini sağlayan en önemli etken oldu.

Kısacası sosyalist hareketin yokluğu Türkiye için güncel siyaset bağlamında yakıcı bir sorundur ve yukarıda bahsettiğimiz tabloyu emekçilerden yana değiştirebilecek TEK yol bu yokluğu gidermekten geçmektedir. Dolayısıyla hiçbir acil faşizm gündemi sosyalist hareketin ayrı bir hareket olarak siyaset sahnesine çıkmasının karşısına koyulamaz, çünkü faşizme karşı tek etkili mücadele yolu da bu tabloyu değiştirmekten geçmektedir.

Bu tablonun nasıl değişmeyeceği konusunda ise yine Erkan Baş tarafından yapılan yerinde uyarıyı burada hatırlatmak istiyorum:

“Cin olmadan adam çarpmak!

Buraya kadar söylediklerimizin tam tersi gibi duran, “küçük dünyalardan çıkmak” adına “cin olmadan adam çarpma” iddiası taşıyan eğilimleri de atlamamak lazım. En geniş tanımıyla solun içinde bir kısım, CHP ya da içindeki bir gruba, diğer bir kısım da Kürt hareketine veya içindeki bir eğilime neredeyse iltihak ederek, büyük güç numarası yapıyorlar.

Devrimci siyaset aynı zamanda bir ittifaklar sanatıdır.

Fakat Türkiye solunun bu bölmesi de büyük ittifak projelerine sahip olmakla beraber kendisi ittifak yapabilecek bir güç değil.” (Sosyalizm Türkiyelileşmeli, Erkan Baş)

“Ne yapmamalı”dan “ne yapmalı”ya: CHP ve HDP’ye yaklaşım

Asıl tartışma ise sosyalist hareketin gerçek siyaset düzlemine çıkması için ne yapılmaması değil, ne yapılması gerektiği sorusunda düğümlenmektedir. Bu kapsamlı tartışmaya burada yalnızca bir yönüyle değinmekle yetineceğim.

Bu stratejinin yanıtlaması gereken en önemli sorulardan biri, CHP ve HDP’ye dağılmış olduğu bilinen Haziran kitlesinin, onun gerçek temsilcisi olan sosyalist harekete katılmasının nasıl sağlanacağıdır. Burada Haziran kitlesini kazanmanın yolunun CHP ve HDP ile her durumda ve koşulsuz iyi geçinmekten ve gerilim yaşamamaktan geçtiğini öne süren bir yaklaşım olduğu biliniyor. Bu sayede sosyalist hareket bu partileri destekleyen Haziran kitlesi tarafından sevilen bir güç olacak ve bu iki partide bulunan kendi kitlesiyle daha rahat bağ kurabilecektir.

Bu yaklaşımın sorunu, sosyalist hareketin meşruiyetini ve etkisini artırmakla birlikte, aslında gerçekçi bir siyasi seçenek haline gelmesini sağlamıyor oluşu. İkinci sorun ise, sosyalist hareketin CHP ve HDP ile kurduğu ilişki nedeniyle bu iki partinin de “sol” olarak algılanmasına katkıda bulunmasıdır. Bu strateji, hem kısa hem de uzun vadede CHP ve HDP’nin güçlenmesine ve sosyalist hareketin ise yalnızca “doğruları söyleyen” (DDS) veya yalnızca “iyi mücadele eden” (HKS) olarak sevilmesi, ancak gerçek bir seçenek olarak görülmemesine neden olur.

Yapılması gereken ise bu iki yolun dışında farklı bir yoldur, zor olandır ve daha büyük cesaret gerektirendir. Sosyalist hareketin 5. güç haline gelmesi CHP ve HDP ile koşulsuz ve her durumda iyi geçinmeyi gözeterek gerçekleştirilemez. Yapılması gereken, bu iki partinin güncel siyasette AKP ile, sermaye temsilcileriyle, gericilerle ve emperyalistlerle ortaklaştığı her noktada onları karşıya almaktan çekinmemektir. Bu tavır AKP karşıtlığını gölgelemez, aksine güçlü bir AKP karşıtı mücadelenin hayata geçirilmesi için çok önemlidir. Sosyalist hareketin iktidar partisiyle mücadele etmek için muhalefet partilerine dokunulmazlık atfetmesi hiç gerekli değildir, çünkü tekrar hatırlatmak gerekirse, AKP’nin bu günlere gelmesinde muhalefetin önemli rolü olmuştur.

Sonuç olarak masada dört kişi oturmaktadır ve hiçbiri beşinci kişiye yer açmak istememektedir. Sosyalist hareketin kendine yer açabilmesi ve temsilcisi olduğu kendi gerçek kitlesiyle buluşabilmesi için, CHP ve HDP’yi ittirerek kendine yer açması gerekmektedir. Bu yol zor olan yoldur ve kolay solculuğun aşılmasını, zor olanın tercih edilmesini gerektirmektedir. DDS kendisinin “doğru”, HKS ise kendisinin “mücadeleci” olduğunu iddia edecektir, oysa hem doğru hem de mücadeleci olan, sosyalist hareketin gerçek siyasi mücadele düzleminde bağımız bir siyasi güç olarak, 5. güç olarak diğerlerini ittirerek kendine yer açıp bu düzleme çıkmasıdır.

Kısacası kimse bize yer açmayacak, biz “zor” yoluyla ittirip kendi yerimizi kendimiz açacağız.