Kıbrıs’ta neler oldu?

Belki şunu anımsatmak gerekir: “1963 ve 1974 yılında ulus adına işlenen cinayetler sonrası her iki taraftan da tek bir kişi bile yargılanmamıştır.”

İzge Günal

Yaklaşık bir yıl önce İleri Haber’de Nurettin Abacıoğlu’nun "Kıbrıs ve Yakın Tarih" başlıklı yazı dizisini(1) okurken bu konuda bir süredir kitap okumadığımı fark edip kitaplığımdaki Kıbrıs kitaplarına yöneldiğimde, neredeyse tümünün milliyetçi açıdan yazılmış yarı resmi kaynaklar olduğunu görmüştüm. Esas merak ettiğim nokta olan; Kıbrıs’taki sermaye hareketleri ve komünistlerin ne yaptığı, tahmin edilebileceği gibi buralarda yoktu. Aradan bir süre geçti, ben neredeyse konuyu unutmuşken Kıbrıs kökenli bir dostum, bana KKTC baskısı ve bazıları Türkiye’de bulunmayan kitaplar armağan etti. İşte bu kitaplar ve düşüncelerim:

Öncelikle Nazım Beratlı’nın Kıbrıslı Türk Siyasi Tarihi’nden başladım, genel bir yaklaşım ve anımsama olsun diye. Beratlı Kıbrıs’ı anlatmaya 1878 yılından, yani II. Abdülhamit döneminde adanın İngilizlere verilmesiyle başlıyor. Bence Türkiye’deki Abdülhamit tartışmaları açısından iyi bir seçim. Aslında ada resmen verilmiyor, kiralanıyor ama İngiltere kira bedelini halktan toplamasına karşın hiçbir zaman Osmanlıya vermiyor. Kıbrıs’tan da bir daha çıkmıyor. 

İngiltere’nin Kıbrıs’a ilgisini açıklamak zor olmasa gerek. Evet, özellikle o dönemde Kıbrıs’ın önemli bir üretimi yok ama emperyal bir güç için küçük de olsa bir pazar olması ve Doğu Akdeniz ile ilgili planları olan İngiltere için sık kullanılan deyimle "batmayan uçak gemisi" özelliği, o dönem için yerel sermaye hareketlerinden bağımsız değerlendirebilme olanağı veriyor. 

Aslına bakılırsa günümüzdeki Kıbrıs sorununun temellerinin o zamanda atıldığı söylenebilir. İngiltere’nin bilinçli olarak her iki halkı birbirinden ayırması, birlikte kapitalistleşmenin önünü tıkarken diğer yandan yine planlı bir biçimde Yunanistan ve Anadolu’daki gelişmelerden uzak tutarak özellikle ulus olabilmenin en önemli unsurlarından biri olan "ortak bir pazar etrafında örgütlenme"yi de engelliyordu. Bunlar benim düşüncelerim. Beratlı “Kıbrıs sorunu başından beri ekonomik çıkarlara değil, ideolojik farklılığa, farklı kimliklerin düşünsel çatışması zeminine oturmuş sorundur.” diyerek konuya farklı yaklaşıyor. Ancak Kıbrıslı Türk Siyasi Tarihi’nde 1878’den KKTC’nin kurulduğu 1983’e kadar yaşananlarla ilgili detaylı bilgilere ulaşmak olası. Geçmişte en rasyonel çözüm gibi görünen bağımsız Kıbrıs düşüncesine, ki bunu sadece Kıbrıs Komünist Partisi (KKP) dillendirmişti, karşı sadece İngiltere değil; Türkiye ve Yunanistan da tavır almıştı. Sanırım ortaklaşabildikleri tek konu bu olmuştur Kıbrıs konusunda. Örneğin, 1958 1 Mayıs’ında Türk ve Rum işçilerinin ortak görkemli kutlaması sonrası EOKA ve TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) fiili saldırılarda bulunmuşlardı.

Hazır konu buraya gelmişken Kıbrıs Komünist Partisi Tarihi’nden söz etmek gerekir. KKP’nin kuruluşu hayli eskidir, 1926 yılına dek gider. Böyle bakıldığında, Kıbrıs’ın en eski partisi olduğu açıktır. Sonrasında kimi zaman legal, kimi zaman illegal çalışmalarını sürdüren parti; 1941 yılında kurulan AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi) içerisinde, deyim yerindeyse erir. Daha doğrusu ilk üç yıl boyunca KKP illegal, AKEL legal olarak paralel çalışmalar yaparlar. 1944’te işçi sınıfının iki partiye ihtiyacı olmadığına karar verilir ve AKEL’de birleşilir. Böylece sadece işçi hareketine değil, tüm Kıbrıs tarihine silinmez bir şekilde damgasını vuran KKP’nin yaşamı ve eylemi tamamlanmış olur.

KKP iki noktada hiç taviz vermemişti: "Kilise malları halka dağıtılsın." ve "Enosise hayır". Ancak tüm bu politikalarına ve iki toplumun ortak örgütlenmesine savunmasına karşın KKP’nin Türk azınlığı üzerine etkisi çok az olmuştu. 

AKEL ise KKP’den farklı olarak Enosis politikasını tamamen karşısına almamıştır. Her ne kadar Kıbrıslı Türk ve Rumların, Tüm İşçi Sendikaları Federasyonu’nun (PEO) kurulmasını teşvik etse de AKEL, ortak vatan mücadelesini Enosis tezleri ile net bir şekilde ayrıştırmada tıkanır. AKEL bu yaklaşımını adadaki sömürge karşıtı güçlerin etkisinin zayıflamasına yol açmamak şeklinde özetler ama kitleselleşme kaygısının ideolojinin önüne geçmesinin nasıl düzene yarayacağı konusunda iyi bir örnek olmuştur.

Türkiye’de Kıbrıs 1950’li yıllarda ilgi çekip bir dış politika unsuru olarak ele alınmaya başlanmıştır. Bu tarihin Türkiye kapitalizminin emperyalizme entegre olma sürecine denk gelmesi dikkate değerdir. Tam da bu nedenle 1950’den sonraki ama özellikle EOKA’nın saldırılarının yoğunlaştığı 1963 ve Türkiye’nin müdahale ettiği 1974 yılındaki sermaye hareketlerinin yakından takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

EOKA’nın hedefinde sadece Türkler yoktu; Rum komünistleri öldürmek için özel bir birlik oluşturmuştu. Benzer biçimde TMT de Kıbrıslı Türk demokratları hedefine almıştı. Her iki milliyetçi örgüt de kendi milliyetinden insanlara saldırıyordu, ortak düşmanları bağımsız Kıbrıs’tı. TMT’nin yıllar içerisinde hedef aldığı, öldürdüğü Türk solcuları, sendikacıları, ilericileri ile ilgili geniş bilgi için Ahmet An’ın TMT’nin Kurbanları kitabına başvurulabilir.  Kutlu Adalı cinayetini bile bu kapsam içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu arada TMT’nin Kıbrıs’a ilk gelişinde İş Bankası’nın rolünü de not etmek önemli. Kontrgerilla örgütünün ilk profesyonel görevlileri adaya İş Bankası Müfettişleri olarak gelmişlerdi. Elbette maaşlarını da İş Bankası ödüyordu.

Bir yandan “iç temizlik” sürerken toplumlar arası çatışma da devam ediyordu. 1965 yılında TMT’nin katlettiği AKEL Merkez Komitesi üyesi Derviş Ali Kavazoğlu şöyle anlatıyor: “Daha dün denecek kadar kısa bir zaman öncesine kadar aynı atölyelerde, aynı dairelerde, aynı maden ocaklarında beraber çalışan, hayat ve iş şartlarının düzelmesi için beraber savaşan, aynı yurdun evlatlarına yiyecek vermesi için aynı toprakları terleri ile sulayan, aynı spor sahalarında kardeşçe medeni sportif müsabakalar yapan Kıbrıslı Türk ve Rum delikanlılarını birbirine ölüm ateşi saçmak için dağ başlarına sevk ettiler.” Daha ne söylenebilir ki?

Belki şunu anımsatmak gerekir: “1963 ve 1974 yılında ulus adına işlenen cinayetler sonrası her iki taraftan da tek bir kişi bile yargılanmamıştır.” Grigoris İoannu Denktaş Güneyde kitabında bunları söylüyor. İoannu kitaba bu ismi vermesini şöyle açıklıyor: “Denktaş, ömrünü Kıbrıs’ın bölünmesine adamıştır. Ancak bu fikir Kıbrıslı Rumlar içerisinde de toplumsallaşmıştır.” Yani fiilen olmasa da düşünce olarak Denktaş güneydedir.

Bölünme sonrası kayıp kişiler konusu, topluluklar arası şiddetten doğan acının istismar edilmesi adına isabetli bir örnektir.” 1990’lü yıllarda her iki liderliğin uzlaşmasıyla ‘Kayıp Kişiler Komitesi’ kurulmuştu. Bu komiteye tüm kayıpların ismi resmi olarak verilmiş ve kaydedilmişti. Ancak her iki taraf da propaganda yaptıklarından çok daha düşük sayılar açıklamışlardı!

2003 yılında ise kapılar açılmıştı. Liderlikler ne derse desin “her gün binlerce Rum ve Türk barikatlara akıyor ve diğer tarafta barbarlığın hüküm sürdüğü, düşmandan doğan tehlike olduğu, korumaya ihtiyaç duyulduğu resmi anlatıyı ciddiye almaksızın ellerini kollarını salaya sallaya karşı tarafa geçiyorlardı. Ülkelerinin otuz yıl mahrum bırakıldıkları parçasına doğru yürüyorlardı”. Bu yürüyüş bitmemeli, gel de KKP’yi arama…


(1)https://ilerihaber.org/yazilar/Nurettin%20Abac%C4%B1o%C4%9Flu-497


KÜNYELER:

 -Kıbrıslı Türk Siyasi Tarihi. Nazım Beratlı, Kalkaden-Khora Yay., 2020. Etiket fiyatı 65 TL.

-Kıbrıs Komünist Partisi Tarihi. Yiannos Katsurides, Kalkaden-Khora Yay., Çev.: Kıyal Eresen, 2014. Etiket fiyatı 45 TL.

-TMT'nin Kurbanları. Ahmet An, Baranga Yay., Lefkoşe, 2. baskı, 2019. KKTC kitapçılarından istenebilir, fiyatı 35 TL.

-Denktaş Güneyde. Grigoris İoanu, Baranga Yay., Lefkoşe, Çev.: Çağdaş Polili, 2010, KKTC kitapçılarından istenebilir, fiyatı 50 TL.