Kıbrıs ve yakın tarihi - IV

Geçen haftanın tanıtımlık başlıklarından birisi, ‘Aşı-Patent’ idi. Bu başlığa ilişkin, Biden’ın çıkışını en çok perdeleyen konu ise, Filistin meselesi oldu. Filistin topraklarında halen topyekûn bir savaş ihtimalinin ortadan kalkmadığı bir süreci yaşıyoruz.

Sahne Türkiye’de yine değişti. İç gündeme Sedat Peker olayı heyecanlı bir TV dizisi gibi çöküverdi. İzlenme istatistiklerini araştırmadım. Lakin milletin birbirine sorma düzeylerine bakılırsa, Peker’in videoları, yurt dışına dizi diye pazarlanabilir görünüyor. Şaka bir yana, böyle bir gündem akışının olduğu mecrada, Kıbrıs tarihini yazma işi, giderek zorlaşır hale geliyor. Ama bir defa yola çıktığımıza göre menzile erişmek gerekir.

Bir ülkenin bulunduğu coğrafya ile siyasal çıkarlarının (iktisadı, nüfusu, toprak bütünlüğü dâhil) bütünleşmesini, jeopolitik olarak niteliyoruz. Jeopolitiğin başa gelen alanı ise, bu siyasal çıkarların kısadan uzun vadeye, nasıl yönetileceği bağlamı üzerine oturur. Yani bu jeostrateji nin konusudur.

Birleşmiş Milletler, örgüt olarak adeta ‘birleşemeyen milletler’ organizasyonudur. Nedeni ise, Güvenlik Konseyi'nde oturan beş bileşen ülkenin, insanlık yararına ortak karar çıkarabilecek bir mekanizma oluşturmaktan çok, kendi çıkarlarına uyum sağlayacak bir siyaset-veto stratejisini sürdürmeleridir. Son sözü bu beşli söyler. Diğerleri adeta teferruat olarak, bir konuyu acil tartışmak istediklerinde 128 imza bulmak durumundadır. Yani bekle ki göresiniz…

Kıbrıs’ı, Doğu Akdeniz özel jeopolitiğinin göbeğine koymuştuk. Adanın tarihsel egemenliğinde, her söz sahibi olanın da Akdeniz’in bu yöresinde, hep başa güreştiğini ya da patron olduğunu yine yazılı belgelerden ve bir kısmını da kendi yaşam dilimimizin içinden gördük, öğrendik.

Stratejinin kendisi acımasızdır. Rica ve lütfen ile yürütülecek bir iş değildir. Stratejiye ilişkin politikaların, dostluk, kardeşlik gibi, her ne kadar siyasete bolca meze edilmesine karşın, insani kavramlarla da pek bir ilişkisi yoktur. Karşıt çıkarların çarpışmasını, Kıbrıs’ın yakın tarihi içinde de böyle bir gelişim çizgisinden, günümüzdeki çözümsüzlüğe erişmiş olarak izliyoruz. Altın vuruşu güçlü olan yapar. Emperyalist kapitalizmin at koşturduğu bu dünyada, altın kural da güçlünün ortaya koyduğu vuruş kapasitesidir.

Şimdi sayfalarını karıştıracağımız dönem, 1950-1960 faslıdır.

1950-1960 ARASI DÖNEM

Kıbrıs Rum tarafı: Kıbrıs Kilisesi, Kıbrıs Rum toplumu üzerinde hem ‘a priori (önsel)’ ve hem de ‘a posteriori (denemeden sonradan olan)’ asıl kontrol mekanizmasıdır. İlk sözü ve son sözü söyler. Bugünkü ulusal konseyin de başında oturup, esas belirleyeni, kilise ve adanın başpiskoposudur. Kıbrıs Kilisesi’nin, Kıbrıs’taki siyasete güçlü bir şekilde müdahalesi, 1950’de Başpiskopos II. Makarios’un ölümü üzerine, onun yerine III. Makarios adıyla geçen Larnaka Piskoposu Mihail Hristodolu Muskos olmuştur.

Kilisenin birinci stratejisi, Yunanistan Megali İdeası'nın parçası olan, Kıbrıs için ENOSİS’tir. Yani adanın Yunanistan’a ilhakıdır. Makarios makama geldiğinde, ilk önce sonraki yıllarda, taktiksel ittifak ettiği AKEL komünizmine karşı çıkmıştır. Sonrasında milliyetçi EOKA ile AKEL üzerinden harmanlanmış içte bir iktidar savaşımı vermiştir. Dış politikada da AKEL görüntüsüyle, bağımsızlık mücadelesi veren ve o zamanlar üçüncü dünya olarak nitelenen ülkelerle iş birliğine gitmiş, Sovyetler'in de desteğini sağlamıştır.

Makarios’un ilk dönem faaliyetlerine, daha önceki yazıda kısaca değinmiştim. Onun Larnaka piskoposu olarak geliştirdiği ENOSİS politikası ve 1950'lerin başından beri yürüttüğü imza kampanyaları ve sonuçları, zamanın Yunanistan Başbakanı olan Sophocle Venizelos’a ve meclise ulaştırılmış ve böylece Yunanistan’da da ENOSİS’in gerçekleştirilmesi, bir ulusal politika olarak benimsenmiştir. Böylece jeostratejik olarak, ENOSİS, Yunanistan siyasetinin bir parçası haline de getirilmiştir.

Makarios başpiskopos tahtına oturduğu törende, ‘ENOSİS gerçekleşene kadar rahat etmeyeceği’ üzerine de yemin etmiştir. Başpiskoposun ilk girişimi, 1951’de BM’ye giderek, Kıbrıs’a İngiliz’den bağımsızlaşma ile ‘kendi kaderini tayin hakkı’ bağlamında müracaatla başlamıştır. Ne ki BMGK üyesi İngiltere, bunun bir iç mesele olduğu cihetiyle, isteği geri çevirmiştir.

Grivas’ın tarih sahnesine çıkışı: Başlangıçta ENOSİS, Yunanistan’da da büyük taraftar bulmuştur. O tarihlerin en önemli taraftarı, aslen Kıbrıs-Trikomi köyünden olan ve EOKA’nın kurucusu Grivas’tır. Genç yaşlarında Yunan Askeri Akademisi'nden mezun olan Grivas, önce 1920-1922 arasında, Yunanistan’ın Anadolu’yu istilası savaşlarında görev yapmış katı bir milliyetçiydi. Sonrasında, 1940’lar da önce İtalya’nın ve ardından Nazi’lerin Yunanistan’ı işgali sırasında, Yunanistan Komünist Partisi direnişçilerinin dışında, sağcı bir örgüt kurmuş ve böylece, daha tanınır hale gelmiştir. İşte 1950’lerde, yani savaştan sonra, ENOSİS’in Yunanistan’da da yükselişe geçmesiyle beraber, Grivas’a yeni yolu göründü ve adaya döndü. Makarios’la ENOSİS konusunda mutabıktılar. Ne ki, bunun gerçekleşmesi için örgütlenme ve faaliyetler konusunda, yani liderlik meselesinde, birbirlerine karşıt düştüler. Makarios daha diplomatik siyasete dayalı yolları tercih edince, yolları iyice ayrılır noktaya da geldi.

1952, dünya sahnesindeki yeni şekillenme: 1952, Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya alındıkları tarihtir. Tarihin tesadüfü (?); her iki ülkeyi NATO içinde müttefik kıldı ve fakat adada yaşanan gerginlikler, her iki ülkeyi, karşıt olarak da derinden etkilemeye başladı. Öte yandan, Atina’da “Bağımsızlık Komitesi” adı altında yapılan bir toplantı, ENOSİS mücadelesinin artık Yunanistan ve Kıbrıs Kilisesi iş birliğinde yürüyeceğini de göstermiş oldu. Bu da Grivas ve Makarios arasında hem zamanla iş birliği yapmayı ve hem de 1974’e değin, amansız bir düşmanlığı sürdürmeyi daha da keskinleştirir hale getirdi.

1954 Kıbrıs yazı ve kışı: 1954 yılı, Kıbrıs için kritik tarihlerden birisi olmuştur. Bu tarih, İngiltere’nin adayı bırakmaya niyetinin olmadığını açıkladığı tarihtir. Ada koloni sekreteri Henry L. Hopkinson’ın, Avam Kamarası’nda temmuzda yaptığı konuşmada, ‘İngiliz Milletler Topluluğu’na dâhil bazı bölgelerin bağımsızlık isteklerinin kabul edilemeyeceğine vurgu yapıyordu. Bu, adadaki ENOSİS isteklerine ağır bir darbe olarak görüldü ve İngilizlere karşı hem bağımsızlık ve hem de ENOSİS için daha keskinleşen bir mücadele hattını gündeme getirdi. Adada, Rum tarafında zuhur eden bu sıkıntı üzerine, Ağustos 1954’te, Yunanistan BM’de, Kıbrıs’ın özgürlük talebini, resmen Genel Kurul’un gündemine taşımak istedi. 17 Aralık’ta Yunanistan, BM Genel Kurulu'nda Kıbrıs’ın kaderini tayin için (self-determinasyon) girişimde bulundu. İngiltere, bunu iç işi saydığından reddetti. O zamana değin ''Kıbrıs işi meselemiz değildir'' diyen Türkiye de, biraz da İngiltere’nin ittirmesiyle, bağımsızlık ve ENOSİS’e karşı olduğunu açıkladı. NATO ülkeleri dâhil, üye 50 ülke ret, Yunanistan kabul oyu verdi. Kapanan bir oturum değildi. Açılan sayfa, Kıbrıs’ın kanlı tarihinin başlangıcıydı.

1954 sonrası Kıbrıs Rum tarafı ve EOKA: İngiliz Koloni Hükümeti, gelişmelerden rahatsızlığını, iki manevra ile karşıladı. İlki, ENOSİS taraftarlarına 5 yıla kadar hapis ve gösterileri yasaklayan bir yasa yürürlüğe koydu. İkincisi ise, Mısır’la bir anlaşma yaparak Süveyş’teki İngiliz Ortadoğu Kara ve Hava Kuvvetleri’nin karargâhını Kıbrıs’a taşıdı. Bu Rumlar bakımından kabul edilmez bir tutum olarak algılandı. Sonucu ise Grivas’ın adaya kesin dönüşünü sağladı ve Kıbrıs’ta isyanların başlaması da gecikmedi. Aralık ayında, BM Genel Kurulu’nun aldığı karar sonrası, 10 Ocak 1955’te adaya dönen Makarios, rakibi Grivas ile masaya oturdular ve masadan dönüşü olmayan bir iş birliği ile daha sonraki kanlı olayların sorumluluğunu taşıyacak Ethniki Organisos Kyprion Agoniston (Kıbrıslı Savaşçıların Milli Organizasyonu) ya da EOKA adıyla anılan örgütün kuruluşunu kararlaştırarak kalktılar.

1954 sonrası: Bu uluslararası girişimler Türkiye’de, Kıbrıs meselesine daha fazla uzak kalamayacağı izlenimi oluşturmaya başlamıştı. Rum ve Yunan tarafının ortaklaşa ENOSİS istekleri, Türkiye’de önce, Kıbrıs’ın 1878 öncesine dönülmesi ve adanın kontrolünün, Lozan’a aykırı olmakla beraber, tekrar Türkiye’ye verilmesi fikrinin geliştirilmesine yol açtı. Tabii itibar edeni çıkmadı.

1 Nisan 1955, EOKA’nın, İngiliz yönetimine karşı gündeme koyduğu şiddet kampanyasının başlangıcı olmuştur. Önce İngiliz askeri hedefleri ile Lefkoşa, Mağusa, Larnaka ve Limasol’daki kamu kuruluşlarına karşı saldırılar yapıldı. Lefkoşa’daki radyo istasyonu havaya uçuruldu. 1958’den sonra da EOKA, İngiliz, Kıbrıslı Türk ve İngilizler için çalışan Kıbrıslı Rum sivillere, silahlı saldırılar düzenlemeye başladı.

EOKA güçleniyor: EOKA, milliyetçi bir örgüttü. İlkesi ve ülküsü ENOSİS idi. ENOSİS hatırına iki taleple Kıbrıs toplumuna yöneldi. İlk işleri, üyeliğe kabul etmedikleri Kıbrıslı komünistleri, ENOSİS politikası ve EOKA işlerine karışmaması için, pasifize etmek oldu. İkincisi, Kıbrıslı Türklerin İngilizlerle ittifak yapmayacakları bir pasifizasyona ikna edilmeleri meselesiydi. Türkler bunu kabul ederlerse, ‘yabancı bir yönetime karşı mücadelede hemşeri’ olarak tanımlanabileceklerdi ve asal koşul da EOKA’nın yanında ve ENOSİS’i desteklemekti. 

İngiltere, bu olaylara cevaben, adada birtakım düzenlemelere gitti. 30 Haziran 1955’te Kıbrıs’taki Evkaf İdaresi’ni, 15 kişilik bir Türk “Yüksek Meclisi”ne devretti ve başına da Dr. Fazıl Küçük seçildi.

Kıbrıs Türk tarafı: 1954’ten itibaren gerginleşen ortamdan etkilenen Kıbrıslı Türkler de kendilerini savunmak adına karşıt örgütlenmelere başladılar. İlki, adada Volkan adlı bir yeraltı örgütü kurulmasıdır. 1956 Ocak ayında da ‘Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun Başkanlığı’na Rauf Denktaş seçilerek, ada tarihindeki yerini almaya başlamıştır.

Rumların ENOSİS istekleri, Kıbrıslı Türklerde, adanın taksim edilmesini fikrini uyandırmıştır. Bunun için yapılan ilk gösteri, 27 Ocak 1956'da gerçekleşir. İngiliz askerleri Türk göstericilere ateş açar. İlk günün can kayıpsız atlatılmasına karşın, ertesi günkü devam eden protesto gösterilerinde, İngilizler yine ateş açınca 8 Türk ölür. Türklerin tepkisinden rahatsız olan İngiliz yönetimi, buna 1943 ve 1944’te kurulmuş iki örgütü kapatarak cevap verir. Bunun ilki, ‘Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu’ (KATAK) ve diğeri de, Fazıl Küçük’ün 23 Nisan 1944’de kurduğu ‘Kıbrıs Türk Milli Halk Partisi’dir (KTMHP). Bu baskı, Kıbrıs Türklerinde, adanın Türkiye’ye ilhak edilmesi fikrini de güçlendiren bir kavşak olmuştur. Türkiye’de dönem Demokrat Parti hükümetinin bulunduğu yıllardır. O güne değin Kıbrıs meselesinden mümkün mertebe uzak durmaya çalışan hükümet, bu olaylarla beraber İngiltere’den tedbir almasını ister.

Dön baba, Kıbrıs meselesi toplantılarının başlaması: Bir yandan EOKA saldırıları, diğer yandan İngilizlerin Türklere karşı girişimleri üzerine, Türkiye Başbakanı 24 Ağustos 1955’te İngiltere’ye bir nota verir. İngiltere, o güne değin sürdürdüğü geleneksel politikasını, koloni meselesinin, yabancılarla görüşülmeyecek bir iç sorun kabulüne dayandırmıştır. Oysa EOKA saldırılarından tedirgin olan ve Türklerin tepkilerinden şaşıran İngiltere, kendi siyasetinden ödün vererek, 30 Haziran 1955’te Türkiye ve Yunanistan’ı, Doğu Akdeniz savunması ve Kıbrıs Meselesi konulu bir konferans için Londra’ya davet eder. Türkiye daveti kabul ederken, Yunanistan önce Kıbrıslılar davet edilmediği için, daveti kabul etmek istemez. Sonuçta katılırlar. Toplantıda Yunanistan, Kıbrıs’ın bağımsızlığını ister. Türkiye reddeder. Görüşmeler eylül ayında kesilir.

Türkiye’de bir hazin hürriyet: 6 Eylül 1955’te yani, toplantı bitmeden bir gün öncesi, Selanik’teki Türk Konsolosluğu'na ve bitişiğindeki Atatürk’ün doğduğu eve bomba atıldığı haberi, ortalığı ayağa kaldırır. İstanbul ve İzmir’de ciddi protesto gösterileri olur. Ne çare ki, Selanik’te atılan bomba, İstanbul’da patlar ve 6-7 Eylül olayları, tam bir facia halini alır. Protesto gösterileri, kontrolden çıkar; Rum malları yağmalanır. Böylece Anadolu doğumlu ve TC vatandaşı olan İstanbul Rumlarının büyük kısmı, bavullarını toplar ve Yunanistan’a göç eder. O zaman Başbakan olan Menderes, çaresiz orduyu göreve çağırır ve sıkıyönetim ilan eder. Yunanistan da bu olaya tepkisini göstermek için Türkiye’deki NATO karargâhındaki temsilcilerini geri çeker ve her iki NATO müttefiki arasındaki ilişkiler, bir daha düzelemeyecek biçimde gerilir.

İşin hazin hürriyet kısmı, tarihen daha sonra anlaşılır. Bombalama olayının, dönemin Türkiye hükümetince önceden planladığı ortaya çıkar. Hükümetin amacının da Türkiye’nin Kıbrıs meselesi ile ciddi bir şekilde ilgilendiğini dünyaya göstermek ve Yunanlılara baskı yapmak olduğu tarih sayfalarına düşer. Bir leke olarak…

1955-1959 Kıbrıs İngiliz yönetimi tarafı: Bu döneme Kıbrıs’a tayin edilen koloni valileri dönemi de denilebilir. Zira 1955’ten başlayarak, kolonisi olan Kıbrıs’ın, bundan böyle garantörlerin varlığı altında, bağımsız bir Cumhuriyet'e yol yürüyüşü, bu gelip geçen valiler döneminde mümkün olabilmiştir.

Ekim 1955 dönemi: İlk atanan Kıbrıs valisi, İngiliz İmparatorluk Kurmay Başkanlığı Komutanı Mareşal John Harding’dir. 1955 Ekim'inde, Kıbrıs’a gelir. Valinin çantasında Makarios’a sunulan bir dizi öneri dosyası vardır. Hem sınırlı bir self-determinasyon ve hem de yanı sıra milyonlarca sterlin tutan bir gelişim ve yatırım programı, dosyanın içeriğini oluşturur. İngilizler anlaşmak ve düzeni sağlamak istemektedir. Grivas işe katılmakta gecikmez ve validen EOKA üzerinde her türlü etkiyi kaldıracak bir tutumda olmasını ister. İngiliz tekliflerine karşın, Rum tarafının adayı karıştırıcı girişimleri durmaz.

Harding, kasım ayında, acil durum ilan ederek kamuya açık toplantılar, grev ve gösteriler yapılmasını yasaklar. Ayrıca, silah taşıyanların ölümle cezalandırılacağı da ilan olunur. Ne ki, huzursuzluk oluşturan girişimler durmak bilmez. İngiliz askeri birlikleri, ada içinde savaş düzenine geçirilir. 300 kadar İngiliz polisi adaya getirilir. Getirilen polis kolluk kuvvetleri, yönetim teşkilatı içinde olan EOKA sempatizanı görevlilerin ve diğer yerel kuvvetlerin yerini alır.

Ocak 1956 dönemi: Makarios ve Harding arasında başlayan görüşmeler, Makarios’un şiddete yol açmakla suçlanıp tutuklanmasına ve yanı sıra Girne piskoposu ve diğer iki papazla birlikte Seyşel Adaları’na sürgüne gönderilmesine neden olur. Başpiskoposun yokluğunda, EOKA saldırıları daha şiddetlenir. Rum toplumu liderliği, genel grev çağırısı yapan Grivas’a geçer.

Temmuz 1956 dönemi: İngiliz hükümeti, Vali Harding’in yanına, Anayasa reformu komiseri olarak, hukukçu Lord Radcliff’i atar. Radcliff, aralık ayında her iki topluma da dengeli bir yasama meclisi kompozisyonu ile kesin olmayan bir tarihte, bağımsızlık seçeneği içeren ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğini de sağlayacak bir öneri paketi sunar. Türkiye planı kabul eder; Yunanistan ve sürgündeki Makarios reddederler.

Ocak-Mart-Nisan 1957 dönemi: Kıbrıs Türk tarafı, Radcliff anayasasına katkı çalışmalarına devam eder. Türk tekliflerini hazırlamakla görevli heyetin başkanı Nihat Erim ve Doç. Suat Bilge, Kıbrıs’a gelirler ve 19 Ocak 1957’de görüşmeler sürerken, Dr. Fazıl Küçük, Faiz Kaymak ve Türk Heyeti, Lefkoşa Baf kapısı bölgesinden geçerken, EOKA’nın başarısız bir suikastına uğrarlar.

İngiltere Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd, 20 Mart 1957’de, sürgünde olan Makarios’a, adadaki şiddetin durması yönünde bir açıklama yapması ve Kıbrıs’a dönmemek koşuluyla, serbest bırakılabileceğini iletir. Makarios açıklama yapmaz. Buna karşın, nisan ayında Kıbrıs’a dönmemek koşuluyla, Seyşel’den ayrılmasına izin verilir ve o da önce Atina’ya, sonra BM’ye gidip tezlerini iletmeye devam eder. Adada EOKA terörü ise daha da şiddetlenir.

Mayıs 1957-1960 dönemi: Emekli olan Harding’in yerine vali olarak Hugh Foot atanır. İngiliz yönetimindeki bu dönemin ilk önemli gelişmesi, Kıbrıs Türk toplumu tarafında görülür. EOKA saldırılarının durmak bilmemesi, Türklerin de savunma örgütlenmesine gitmeleriyle sonuçlanır. EOKA’ya karşı Türk nüfusu korumak için Temmuz 1957’de Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi tarafından Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kurulur.

Bu tarihten sonra TMT, Kıbrıslı Türklerin savunma, güvenlik ve politik örgütü olarak hareket etmeye başlar.

Ocak 1958, Rumlar ve Türkler arasındaki silahlı çatışmaların ilk kez keskinleşmeye başladığı tarihtir. Bu hem Yunanistan ve hem de Türkiye hükümetleri arasında gerilimi yükseltir.

Grivas EOKA’sı, adanın tümünde İngiliz mallarına karşı bir boykot başlatır ve sabotaj saldırılarına daha yoğunlukla girişir.

Haziran 1958’de, İngiltere Başbakanı Harold Macmillan’dır. Başbakanın adıyla anılan plan, Kıbrıs tarihini bundan böyle yeniden belirleyecek bir kavşağa dönüşür. Macmillan, adanın Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından, Türk ve Rum toplumları ile birlikte ortak yönetilmesi teklifini gündeme getirir. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların reddiyelerine karşın, İngiltere kendi önerisini resen yürürlüğe koyar.

Türkiye, plana göre, temsilcisini 1 Ekim 1958’de resmen atar. Böylece, Yunanistan’da Aralık 1958’de Türkiye ile atadığı temsilcisi aracılığıyla, Kıbrıs sorununu görüşmeye başlar. Temsilciler, Makarios’un da desteklediği ve fakat gündemi, ENOSİS olmayan ve adanın yönetsel bölünmesini de engelleyecek olan ‘Bağımsız Kıbrıs’ kavramını, gündemlerine alırlar.

Şubat 1959’da Zürich’te Yunanistan ve Türkiye Dışişleri Bakanları arasında yapılan görüşmeler, bağımsızlığı destekleyici bir uzlaşma olanağı doğurur. 11 Şubat 1959’da, 27 maddelik Zürih Antlaşması imzalanarak İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğü altında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelleri atılır.

Görüşmeler, 17 Şubat 1959’da Londra’ya taşınır. İngilizler, Londra Konferansı'nda, Yunanistan ve Türkiye temsilcilerini, aynı zamanda adanın Rum ve Türk toplum liderlerini misafir eder. Londra’da, Makarios’u hayal kırıklığı bekler. Reddiye görüşlerini, Yunanistan desteklemez. Böylece anlaşmayı kabul etmek zorunda kalır. Zürih ve Londra Antlaşmalarına göre iki toplumlu bir devlet kurulması, 19 Şubat 1959’da onaylanır. Ardından ‘Kuruluş, Garantörlük ve İttifak Antlaşmaları’ imzalanır. Bu antlaşmalar 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın da temelini oluşturur.

SON SÖZ OLARAK, DÖNÜŞ YOLUNDAKİ KAZANIMLAR

1 Mart 1959’da, dönüş yolundaki Makarios, yeni Anayasa temellerinde ilk cumhurbaşkanı olma sıfatını kazanmış olur. Makarios faydacı bir liderdir. Bağımsızlığı kopartarak, ENOSİS politikasını hayata geçirmek yemininden vazgeçmediği, çok kısa sürede anlaşılacaktır. Nitekim bu gönülsüz beraberlik, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla beraber, bugünlere gelen olaylara, o dönüş yolunda gebe kalmıştır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile Rumlar ENOSİS, Türkler de Taksim tezinden vazgeçmiş olurlar.

ENOSİS’in sıkı taraftarı Grivas, liderliği kaçırır. Ama kopardığı afla, Yunanistan’a dönüş yolunda, daha sonra EOKA-B örgütünü kurmak üzere kuluçkaya yatmayı kabul eder.

1959’dan 1960’a, adanın İngiltere bakımından evrilen manzarası ise kısaca şudur: İngiliz, 1914’teki adayı ilhakını, görüntüde kendisi sonlandırır. Oysa yeniden kendisini garantör kılarak, Doğu Akdeniz’den çıkmamayı ve bu kez de NATO’da ortağı olduğu Türkiye ve Yunanistan’ı yanına yedekleyerek, ne denli jeostratejik karar alma yeteneğinde olduğunu da dünyaya göstermiş olur. Dikelya ve Ağratur üsleriyle, halen Doğu Akdeniz’de egemen bir devlet statüsünde ve paha biçilmez bir uçak gemisinin sahipliğini üstlenir kimliğiyle, emperyalizmin önemli bir çatı ustası olarak bölgede oturmaktadır.

Türkiye ve Yunanistan manzaraları ise, yürek çarpıntısı doludur. Karşılıklı savaş tehditleri gündemlerinden eksik olmaz. O günler için esamesi bilinmeyen bir kavram olan, günümüzdeki adıyla ‘ıslak topraklar (münhasır ekonomik bölge-MEB)’ için karşılıklı mücadele dolu yıllara başlangıç, ilk adımlardır.

Böylece Kıbrıs artık bir devlet olarak gönülsüz yolculuğu da başlamış olur.

Bu tefrikayı okumaktan sıkılanlar için, bu sayfa artık burada bırakılabilir.

Sıkılmayanlar içinse…

Sonrası, sonraki yazıda...

[email protected]