Keyfilik

Ülkemde ve yaşadığım kentte beşeri ilişkileri ve sonrasında herkesin ihtiyaç duyduğu ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkiler ile hukuk zemininde yaşananlar, tam bir keyfilik zinciri içinde sürüp gidiyor.

Ülkemde, Suruç’ta 32 devrimci yurttaşımızın bombalı suikast sonucu yaşamını yitirmesi sonrası ortaya çıkan keyfi ve tiksindirici değerlendirmelerden söz etmeyeceğim, ama bu olayın karşısına 2 polisin evinde ve 1 askerin de çatışmada öldürülmesi üzerine hemen "Suruç’u öne çıkaranların bunlara niye sesi çıkmıyor" diye "ölülerimizi bile yarıştıran" bir anlayışın, hak, hukuk, adalet, insan haklarından söz etmesi olası değildir.

Bunun adı, tamı tamına keyfiliktir…

Buna çanak tutulmasının altında, birinci derecedeki siyasi ve hukuki sorumluların beceriksiz yaklaşımları yatmaktadır. Toplumu halen germeye devam ediyorlar ve öldürülen gençler üzerinden bu gerginliği bilerek tırmandırıyorlar. Tek dertleri, bunu siyaseten konsolide edecek yeni bir sandık sonucu almak.

Tabii, bu keyfilik, ülkede olduğu kadar yaşadığımız kentlerde de karşılık buluyor. Tıpa tıp aynısı değil belki ama yaşamı derinden etkileyecek keyfilikler bunlar.

Mesela, "kentsel dönüşüm" adı altında yolu açılan rant mücadeleleri,

Mesela AKP’li yerel yönetimlerin, toplumsal yarar getireceği çok tartışılan kendinden menkul projeler için esnafa dayatmaları,

Ve, mesela hiç eksilmeyen işçi kıyımları…

Kentsel Dönüşüm meselesi üzerine çokça yazı yazdım. Son günlerde, yine İzmit’in merkezi mahallerinden biri ve Gölcük’te başlatılan bu yöndeki yeni çalışmaların yaratacağı sıkıntılara, yurttaşların yaşayacağı sosyal ve ekonomik kayıplara daha önce de değindim.

Bazı projelerin esnafa dayatılması meselesini de kent içi raylı sistem meselesinde yaşanan gerginlikler üzerine birkaç hafta bu sütunlara taşıdım. Esnafın taleplerini dile getiriş biçimi ile projenin uygulayıcısı belediyenin "ben yaptım, oldu" mantığının yarattığı sıkıntıları ayrıntılarıyla sizlerle paylaştım.

Bu iki sorunun görece çözümü ve olmaması halinde iyileştirme çalışması yapılması olanağı vardır. Ama, bir diğer sorun olan işçi kıyımı, tam bir keyfilik çerçevesinde giderek artıyor ve ciddi bir toplumsal yara büyütülüyor.

Son olarak bir süredir gündemi işgal eden işçi kıyımı ENPAY fabrikasında yaşanıyor. Bu fabrikadaki işçilerin sendika değiştirme tercihi, işveren tarafından kabul görmedi.

Bu doğaldı, çünkü mevcut sendika işveren eliyle kurulup, işçi çıkarları yerine totalde işveren çıkarlarını savunur noktada duran ‘sarı sendika’ Türk Metal’di.

İşçiler, metal ve otomotiv sektöründeki Mayıs ayaklanmasıyla birlikte sendika değiştirme adımı attı ve DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’na geçti. Sayıları 500’ü aşan bu işçiler, "Daha fazla satılmak istemiyoruz" diye tepki göstererek ayaklandı ve yolun bundan sonraki kısmını DİSK çatısı altında yürüme kararını açıkça ilan etti.

İşte, bu noktada keyfilik de başladı.

İşverenin keyfilik içeren uygulamalarından ilki, sendika değiştirilmesine neden olan öncü 11 işçinin tez elden işten çıkartılması oldu.

Buna karşı direnmeye başlayan işçilere içeriden de destek artınca, bu kez diğer işçiler eklendi. Direniş de giderek büyüdü. İşveren, bunun karşısında keyfiliğinin sınırlarını genişletti, iş sonrası duş alan işçilerin suyunu kesti, yemek vermemeye başladı ve tabii diğer keyfilikler…

Ok yaydan fırlamıştı bir kez, artık kınına geri sokmak olası değildi. 

İçeride halen çalışan işçiler, "İşten çıkartılanların geri alınması" istemiyle direnişi sürdürürken, 43 işçiye daha çıkış verildi. 

Kartlarının basmaması üzerine işten çıkartıldıklarını anlayan işçiler, daha önce çıkartıldıkları halde fabrika önünde direnişi sürdüren arkadaşlarına katılmak için turnikeden dışarı çıktıkları sırada, işten çıkartılma gerekçesi SMS mesajı ile iletildi. O mesajda, "Sayın … 24.07.2015 tarihi itibari ile 2 bildirime kadar idari izinlisiniz. İzin sürenizde vardiya çalışma programına rastlayan fiili ücretiniz ödenecektir. ENPAY yönetimi" deniliyordu.

Yani, işveren "ben istediğimi yaparım" rahatlığında olduğunu gizleme gereği bile duymadan yeni bir keyfilik örneği sergiliyordu.

Bu gerekçe, tabii ki aldatmacadır.

Her fırsatta fabrikaya güvenlik güçlerini çağırıp işçileri abluka altında baskılayan,

İşçilerin suyunu ve yemeğini kesen,

Fabrika önünde kapan koyup çalışanlarına eziyet ederek uygulamayı genişleten zihniyetin ‘keyfilik’ konusunda eline kim su dökebilir ki?

Sürekli hak, hukuk, adaletten söz eden sermaye gruplarının en ilkel biçimiyle hareket ettiklerine birinci elden tanık olmak için, bu süreçte ENPAY’a bakmak yeterli olur.

Dahası mı?

Elbette var, hem de sayılamayacak kadar.

Merkezi yönetimin temsilciliği eliyle uygulanan keyfilikler,

Yerel yönetimlerin elinde tuttuğu siyasi güce dayanarak yarattığı keyfilikler,

Mahkeme kararlarının uygulanmamasında pervasızca davranan sermaye gruplarının oluşturduğu keyfilikler,

Yasal haklarını kullanarak yaşamını örgütlü biçimde sürdürme kararlılığını sergileyen insanlara karşı dayatılan keyfilikler,

Ve diğerleri…

Yaşamın bedeli artık gerçekten çok ağır. Hele ki, emeğiyle geçinen ve yaşayanlar arasındaysanız, işçi ve emekçi sınıfların bireyiyseniz hayat daha çekilmez hal alabiliyor.

‘Her şeye rağmen’ diyerek devletine güvenip yaşamak isteyenlerin giderek azaldığı ülke ve kentimde, daha fazla keyfiliklere izin vermeyeceğimiz günlerin yakın olduğu inancımı koruyarak, bir adım daha İLERİ diyorum.

Unutmayalım ki, BU DAHA BAŞLANGIÇ diyerek hem yaşadığımız kentlere hem de ülkemize umut aşılamıştık. Şimdi bu aşıyı tazelemenin tam zamanı.

Keyfiliklere son verecek olan da, bu aşının yaratacağı etkidir…

[email protected]