Kesişimsellikten “sınıfa bakmak”: Olanaklar ve sorunlar

Kesişimselliğin ana hatlarında ayrımcılık, dışlanma, görünmezlik vardır. Kesişimselliğin “özneleri” de burada belirir. Daha açık ifade etmek gerekirse, “görünürlük ve farkındalık” talep eden herkes “özne” olmuştur.

Son günlerde artan sınıf hareketliliği, içinden geçtiğimiz dönemin konturlarını oluşturmaya aday görünüyor. Buraya yüklenmek elbette mücadelemizin konusudur. Dahası sınıf hareketinin yükselişi, kuramsal silkinişler, ölü toprağının atılması, kimi ezberlerin bozulması, bazı “grand teorilerin” sorgulanması anlamında da önümüze “mücadele konuları” sermektedir.

Manzaraya bakıldığında davet ortadadır.

Alpin Çorap’ta 24 saatlik direnişle yüzde yetmiş zam alanlar, iki bin kadın işçidir. Asgari ücretin çok çok altında çalıştırılan ve yüzde yetmiş zamla bile asgari ücretin biraz üzerine çıkanlar kadın işçilerdir(1). Farplas’ta direnişin önündekiler, yaka paça gözaltına alınanlar ağırlıkla kadın işçilerdir. Çalışırken tuvalet izni bile kullanamayanlar, adetli günlerde dahi aynı zorbalığa maruz kalanlar, çocuk bakım yükünden dolayı mesaiye kalamayan, bu sebeple diken üstünde çalışanlar, kadın işçilerdir. Şirketlerin reklam yüzü olan ama içeride en çok ezilenler, erkeklerin yapmadığı bir sürü işe koşturulanlar yine kadın işçilerdir. Farplas’ta erkek amirlerin üslubundan rahatsız olan, ekmek parası diye sineye çeken yine kadın işçilerdir (2).

Kadınların ücretli emek içindeki konumları “cinsiyetli çatışmalardan”, erkek egemenliğinden muaf değil. Emek süreci nötr değil, alabildiğine cinsiyetli. Böyle olmasına karşın kadın hareketimizin, “emek” denildiğinde, sınıf denildiğinde ağırlıkla ev içini işaret etmesi, görünmez kılınmışı açığa çıkartmakla belki biraz fazlaca meşgul olması üzerine düşünülmesi gereken bir konudur. Bir tarafta evet “görünmez kılınmış” ev içi emek vardır ama diğer tarafta da ücretli emek içinde gayet görülebilir, ölçülebilir, hesaplanabilir cinsiyetli eşitsizlikler, itici, harekete geçirici bir maddi zemin haline gelmektedir.

Sınıfın cinsiyetli yüzüne pek bakmama sorunu, önceki yüzyılda komünist kadınlar tarafından feminist hareketin “burjuvalığını” mimleyen bir unsur olarak öne sürülmüştür malum. Bu çizginin tutarlı, tutarsız yanları ayrı bir tartışma konusudur.

Ne var ki kadın hareketinin/feminizmlerin tabiri caizse “sınıf körlüğüne” işaret eden benzer bir eleştiri ‘68’in içinden geçerek ama özellikle 80’li yılların sonunda ortaya çıkmıştır. Komünist hareketin tümüyle dışında, onun epistemolojik ve yöntemsel olarak tümüyle karşısında olan bambaşka bir kanaldan gelmiştir bu eleştiri: Üçüncü dalga feminizm ve kesişimsellik.

Kabaca iddia edilen şey ırk ve sınıf gibi “konumların”, çeşitli feminizmler tarafından (kimine göre ikinci dalga ve radikal feminizm) görülmediğidir.

Sınıfı da işaret eden bu eleştiride bir imkan var gibidir.

Türkiye’ye bakıldığında özellikle “kesişimsellik” kavramı son yıllarda yeniden parlamaya başlamıştır. Kavramdan da öteye “kesişimselik” bir tür “grand teori” olarak yükselmektedir. İlgi çok yüksektir. Bilhassa 2017’den sonra feministler ve LGBTİ+ özneler arasında kesişimsellik hakkında yazmayan, bunu bildirisine, siyasi söylemine, sloganına katmayan neredeyse yok gibidir. Öyle ki kesişimsel olmayanlar ya da ona eleştirel bakanlar kolayca dışlayıcı, fobik, “beyaz”, “sömürgeci”, burjuva ilan edilebilmektedir.

Peki gerçekten de “kesişimsellik” yaklaşımı, “sınıfa bakmayı” mümkün kılıyor mu?    

En başta söylenebilir ki kesişimsellik, toplumda farklı güç ilişkilerinin, çoklu iktidar yapılarının olduğunu, çoklu şiddetin, çoklu görünmezliklerin, çoklu ikincilleştirmelerin olduğunu iddia eder. Bu nedenle kesişimsellik içindeki çizgiler; ırk, etnisite, sınıf, milliyet, cinsel yönelim, yaş, engellilik gibi geniş bir liste oluşturur. Hatta son dönemde din, uyruk ve vatandaşlık statüsü gibi unsurlar da bu listeye eklenmiştir. Dolayısıyla “kesişimsellik” kavramında sınıfa özel bir odaklanma yoktur. Sınıf, renklerden, etkilerden, eksenlerden biridir.(3)

Dahası “sınıf” dahil tüm bu kavramlar ancak belli deneyimlerle, kendi içinde de anti-hiyerarşik pozisyonlarla, çoklu konumlarla kesişimsel haritanın içinde yer alır. Örneğin şöyle denir:

“Kadına karşı şiddetten ya da ücret eşitsizliğinden sadece genel bir mevzuymuş gibi bahsedersek, asıl meselelere değinmeyi başaramayız ve bunun sonucu olarak, kesişimsel tahakkümleri ortadan kaldıracak çözümleri tasavvur edemeyiz” (4) (abç).

Demek ki kesişimsel tahakkümler olarak, heteroseksüel kadının lezbiyenden, lezbiyenin transtan, transın siyahtan “farklı deneyimleri” asıl meselelerdir. Onun dışındaki her şey “sadece genel bir mevzu” olacaktır, bu erkek şiddeti de olsa “ücret makası” da olsa. (Bu noktada Alpin Çorap’taki iki bin kadın “asıl meselelerle” değil, ücret gibi “genel mevzularla” uğraşmaktadır.)

İşte “sınıf” da ancak “çoklu tahakkümler” varsa anlamlı hale gelecektir. Bu nedenle kesişimsellik tartışması ağırlıklı olarak cinsel yönelim ve kimlik konularına gömülmüş, zamanla “sınıf” bir tür “eşantiyon kavrama” dönüşmüştür. (5)

Neden böyle olmuştur? Neden türlü feminizmlere “beyaz”, “sınıf körü” denildikten sonra gele gele buralara gelinmiştir? Böyle olmuştur, çünkü burada  “sınıf ilişkisi” ve “sömürü”, bir baskı, ayrımcılık ya da tahakküm formu olarak görülür. Oysaki sömürü, “çoklu iktidar yapısı” ile değil, sınıflar ile anlam kazanır. Emeğe el koyma; ayrımcılık, dışlanma veya görünmezlik gibi çeşitli semptomlardan önce belirleyici maddi bir zemini işaret eder.

Kesişimselliğin ana hatlarında ayrımcılık, dışlanma, görünmezlik vardır. Kesişimselliğin “özneleri” de burada belirir. Daha açık ifade etmek gerekirse, “görünürlük ve farkındalık” talep eden herkes “özne” olmuştur.

“Görünür” hale gelenin, siyasal süreçlerde dönüşüme nasıl bir katkısının olacağı, ne türde bir kapasiteye sahip olduğu ise tam bir muammadır. Örneğin Marksist anlamda sınıfı, tarihsel olarak özne yapan şey “görünürlük ve farkındalık” talebi değildir. Onun özneliği, üretimdeki gücüyle, maddi çıkarlarının itici güç olmasıyla bağlantılıdır. Benzer şekilde kadınların özne oluşu, en çok ezilen ya da ayrımcılığa maruz kalan grup olmasından gelmiyor. Kadınları özne yapan şey emeğin tüm katmanlarındaki varlıkları, yaşamı yeniden üretmedeki biricik yerleri ile maruz kaldıkları baskı ve sömürü arasındaki muazzam çelişkidedir.

Evet, kesişimsellik bize türlü vaatler ve çapkın bakışlarla yanaşsa da onun “kapsayıcılığının” neden bizim “bütünsellik” kavramımızın yerine geçmesi gerektiği açık değildir.

Yanlışın gücü içindeki doğrudan geliyorsa, “kapsayıcılık” iddiasının, “sınıflı” bakmak iddiasının daha fazla sorgulanması gerekir. Örneğin kesişimselliğin konuları ve özneleri arasındaki ilişkinin “demokratikliği”, eş zamanlı ve eş belirlenimli oluşu, öznelik konumlarını gerçekten çoğaltıyor mu, yoksa onları hizaya mı çekiyor?

Haftaya buradan devam edelim…

Kaynaklar

1-https://artigercek.com/yazarlar/irfan-aktan/basaran-aksu-esas-isci-direnisleri-nisanda-baslayacak

2-https://www.kadinisci.org/2022/02/01/farplas-direnisinde-onlar-en-ondeler-hakkimi-almadan-asla-birakmam-diyenlerin-cogu-kadin/

3- Patricia Hill Collins, Sirma Bilge, Intersectionality, Polity (2016) s.14

4-https://kaosgl.org/haber/feminizmimiz-neden-kesisimsel-olmali

5- Martha E. Gimenez, Marx, Women, and Capitalist Social Reproduction, Brill(2019) 4. bölüm özellikle.

Susan Ferguson, Women and Work Feminism, Labour, and Social Reproduction, Pluto(2020)