Kentler kimin?

‘’Çukurova’dan Notlar’’ diye adlandırabileceğimiz yazılarımızda bölgemizin zenginliklerini, yoksulluklarını, tarihselliğini, dinamiklerini vb. anlatmaya çalıştık kalemimiz yettiğince. Böyle devam etmeye çalışacağız.

Türkiye İşçi Partisi Mersin İl Örgütü'nce 4 Ekim’de düzenlenen etkinliğin konu başlığı ‘’Mersin’in Kimlik Sorunu ve Mücadele Dinamikleri’’ydi. TİP Genel Başkan Yardımcısı ve Hatay Milletvekili Barış Atay’ın konuşmacı olduğu söyleşide salt Mersin değil, Anamur’dan Hatay’a dek uzanan geniş bir coğrafyaya ilişkin önemli belirlemeler ortaya çıktı. En önemlisi ise ‘’kimlik’’ denince sosyalist devrimcilerin aklına etnik, inançsal ve cinsel vb. ayrımların değil ama tüm bunları da içeren sınıfsal kimlik vurgusuydu. Genç, yaşlı, Kürt, Arap, Türk, kadın ve erkeklerden oluşan aktif bir katılımcı toplamın ortaklaştığı nokta kimliklerin ortaklaştırıp eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin yükseltilmesi yönündeydi. Etkinliğe katılan yüz kadar insanın tümünün örgütlü, siyasal geçmişi olan kişiler olmadığını belirtmeliyim. Bu husus bence önemli… Bu düzenden umudunu yitirmiş, geleceğini başka düzlemde arayan gençlerin varlığını kastediyorum.

***

Çukurova’nın bereketli, zengin topraklarından bahsedilir. Gerçekten de öyledir de. Planlı, üreticiye ve emeğe saygıyı önceleyen bir tarım politikası ile tüm Türkiye’yi besleyecek üretimi gerçekleştirmek bir hayal değildir. Üstelik geçmişte bir ölçüde de olsa bunu yapmıştır bu topraklar. Ülke sanayileşmesinin başta gelen sektörünün tekstil olduğu genel bir kabuldür. Ana girdi olan pamuk sektörün ihtiyacını karşıladığı gibi orta ölçekli yüzlerce çırçır fabrikalarında çiğidinden ayrıştırılan balyalanmış pamuk ihraç edilirdi. Gelin görün ki bugünlerde başta ABD olmak üzere Mısır, Yunanistan gibi ülkelerden pamuk ithalatı yapar hale geldik.

Resmi verilere göre son on yedi yılda pamuk ekim alanı %30 daralırken her yıl 1 milyon ton pamuk ithal etmek zorunda kalıyor bu ülke. Aslında ellili yıllarda başlayan bir politikanın sonucudur gelinen nokta. Bilindik ‘’Marshall yardımları’’yla ve ‘’her mahallede milyoner yaratma’’ politikalarıyla vadeye yayılarak tarımda finansın egemenliği başlatılmıştır. Büyük kapitalist işletmeler de köylülerin küçük ölçekli üretimlerine tercih edilmiştir. Uluslararası tekellerle iş birliği dahilinde plantasyon üretimin temelleri atılmaya başlandı. Sadece pamukta değil; sebze, meyve ve diğer tarımsal ürünlerde yerli yabancı tedarik zincirleriyle yapılan sözleşmeli tarım uygulaması küçük üreticileri de kendi topraklarında ‘’sözleşmeli köle’’ yaptı. Yaşadığımız pandemi süreci kendine yeterli tarım politikalarının ne denli yaşamsal değerde olduğunu somutlarken tekellerin insafına bırakılmanın da o kadar tehlikelere gebeliğini göstermiştir.

***

‘’Zenginlik’’ derken kendisini bu ülkenin sahipleri gören patron sınıfı ve onların siyasal temsilcisi iktidarların değerleri ile sosyalist, ilerici, yurtsever siyaset yürütenlerin ne denli değerlendirmeler yaptığını görmek gerek. Adana’da serpilip gelişen vahşi emek sömürüsü ile Türkiye’ye yayılan Sabancı ailesinin,  ‘’AdanaSA’’ ironik yakıştırmalarına keyifle baktığını hatırlıyoruz.

Yazının girişinde kent kimliğinden bahsettik. Mersin özeline dönersek şu anımsatmaları yapabiliriz:

  • Türkiye kapitalizminin geliştiği ilk bölgeler arasında yer alan Çukurova’nın verimli topraklarını işlemek üzere Toroslar’da özgürce dolaşıp hayvancılık yapan Türkmen-Yörükler zorunlu iskana tabi tutularak ovaya indirilmişlerdir. Bu insanların yaşadığı sıtma kırımları birçok edebiyatçımızın yapıtlarına konu olduğu için yaygın biçimde bilinir.
  • Göçer-Türkmenler yetmez; Hatay, Suriye, Lübnan, Mısır diyarlarından yoksul Arap halkı göçe zorlanır Çukurova’ya doğru.
  • Türkmenler ve Araplar da yetmez, siyasi ve ekonomik zor kullanılarak Kürtler milyonlarca dönüm arazide ucuz emek gücü olarak kullanılmaya başlanır.

Göçe tabi tutulan bu yoksul insanlar sadece tarlalarda, bahçelerde çalışmazlar. Çukurova’nın dışarıya açılan kapısıdır Mersin. Önceden iskelede mavnalara yüklenmiş pamuk, bakliyat, sebze, meyveler; açıkta bekleyen gemilere aktarılır. İskelede başlayan sırt hamallarının terlerini akıtmaları Mersin’i Türkiye’nin en önemli ihracat kapısı olan liman kenti haline getirir. Bu arada lojistik hizmetleri, taşımacılık sektörü, paketleme tesisleri kurulur peş peşe. Bunlar da daha çok emek ister haliyle. Göç devam eder.

Elbette bu emeğin yeniden üretilmesi için mekanlara gereksinim vardır. Şimdilerde kentin orta yerinde kalan Bahçe, Hamidiye, Turgutreis, Barış Mahalleleri yoksul emekçilerin derme çatma yapılarıyla dolar. Yani yaşam alanları… Aradan geçen uzun yıllarda Mersin, milyonu aşan metropol kente dönüşür. Şehir merkezinde yer alan adı geçen mahalleler AKP iktidarının betoncu patronlarının iştahını kabartır. Kentsel dönüşüm planları yapılmaya başlanır.

Şimdilerde yıllardır buralarda yaşayan yoksul insanlara ‘’Modern konutlarda oturacaksınız!’’ vaatleri havada uçuşuyor. Cilacıbaşı konumunda Mersin’in merkez ilçelerinden Akdeniz’in AKP’li Belediye Başkanı M. Mustafa GÜLTAK gelmekte. Yerel basına verdiği demeçlerde şunları söylüyor: ‘’Bahçe Mahallesi için TOKİ ile protokol yaptık. Barış, Bahçe, Üçocak, Yenimahalle gibi merkez mahallelerin dönüşmesi gerek. Biz de TOKi eliyle bu dönüşümün en kısa sürede başlamasını istiyoruz. Hayatımızı yeni bir düzene koyabilmek daha düzenli bir kent yaşamına kavuşmak için dönüşümü başlatmalıyız.’’

Eminim bu söylem pek yabancı gelmiyor! En bilindik örnekleri İstanbul’da yaşandı. Sulukule’de, Fikirtepe’de… Türlü yalanlarla kandırılan bu semtin yoksul insanları ya buralardan varoşlara sürüldü ya da altından kalkamayacakları borçlara imza attırıldı. ‘’Yaptıklarımız, yapacaklarımızın güvencesidir.’’ özdeyişinden hareketle Mersin’de de binlerce aileyi aynı akıbet beklemektedir.

O halde şimdi karar verme zamanıdır. ‘’ Bu topraklar kimin?’’ sorusu yanıtını aramaktadır. Sabancı, Karamehmet, Sapmaz, Özaltın, Butros gibi sermaye gruplarına eklenen inşaat sektörünün yeni zenginleri bir tarafta; kent yoksulları, emekçiler diğer tarafta. Kente kanını, terini akıtarak ‘’kimlik’’ kazandıran büyük çoğunluktur en başta karar vermesi gereken.

Biz devrimcilere düşen ise ‘’Korkma, başını dik tut ve diren! Biz haklıyız, biz kazanacağız!’’ diyerek dayanışmayı ve mücadeleyi büyütmektir.