Keçi… Sadece keçi

Efsane fıkradır bilenler bilir:

Bir Kürt, bir Türk ve bir Ermeni adamın birinin bahçesine dalar; başlarlar adamın eriklerini yemeye. Tam bu sırada pat diye bahçenin sahibi karşılarına dikilir, Ermeni olana sorar, “Ulan sen nasıl benim eriklerimi yersin hadi bunlar benim din kardeşlerim ama sen” der ve bir temiz döver. Ardından Kürt olana döner “Ulan sen nasıl benim eriklerimi yersin hadi bu benim milletimden” der, Kürt olanı da bi temiz döver. En sonunda Türk olanı da sağlam bir şekilde dövüp yollar. Üçü geçer bi kaldırıma oturur birbirlerine bakarlar, Kürt olan Türk olana sorar “Bu adam tek kişi de üçümüzü nasıl dövdü ya”, Türk olan kafasını sallar “Biz Ermeni’yi dövdürmeyecektik arkadaş”.

5 Haziran Dünya Çevre Günü dünyanın tüm yüzsüz devletleri tarafından suratımıza sırıta sırıta kutlanıyor. Ülkemizde ise içi içine sığmayan bir coşkunlukla “Heeyt be! Nasıl da en çevreciyiz yahu biz” modunda şampiyonluklar kutlanıyor.

Oysa...

Türkiye’nin İzmir’den Antalya’ya, Çanakkale’den Kars’a tüm şehirlerinde çevre katliamları tüm hızıyla devam ediyor. Gün geçmiyor ki çevreye yeni bir müdahale ve yeni bir direniş haberi gelmesin. Gün geçmiyor ki bu ülkenin taşına toprağına milliyetçi naralarla değil gerçekten “ölen” insanların koca koca şirketlerin yağmasına karşı eylem haberleri duyulmasın.

Geçtiğimiz günlerde ise Antalya ve Burdur bölgesinde 47 adet yaban keçisinin avlanması amacıyla Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ihalesi, yapılanların üstüne tuz biber ekti. Tüm çevre ve hayvan hakları örgütleri ile bazı siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları yaşanacak katliamı önlemek için kamuoyunda seslerini duyurdular. Bakanlık temyiz dilekçesinde konumunu şöyle savunmaya çalıştı:

“Zayıf, hasta, genetik deformasyona sahip ve üreme yeteneği düşük, yaşlı bireylerin ve evcil hayvanlarla çiftleşme sonucu oluşan melezlerin popülasyondan çıkarılmak isteniyor. Kırsal kalkınmaya destek vermek amacıyla avlanmasına izin verildi.”

Bu sözlerin benzerini hasta ve özürlü çocukları katletmenin gerekçesi olarak savunan Nazi rejiminde duymuştuk. Onlar da tür ıslahı için benzer bir yöntemi Ari ırklarının gelişimi için savunmuş ve binlerce çocuğu öldürmüşlerdi. (Not: Dilekçedeki cümlelerden ben sorumlu değilim, Türkçeyi de katlediyorlar maalesef.)

Biz dünyadaki tüm canlı yaşamın sorumlusuyuz. Bunun böyle olmasının iki ana nedeni var: Birincisi ekolojik yaşamın kendi türümüz açısından muazzam önemi, ama daha önemli ikinci nedeni ise istisnasız tüm yaşamın eşit değerde vazgeçilmez olmasıdır. Dünya üzerindeki tüm canlı türleri içinde doğaya zarar vererek onu yok etmeye muktedir tek güç biziz ve gerekçesi ne olursa olsun (yani efendim insanlığın geleceği, türümüzün korunması vb.) bunu yapmaya hakkımız yok.

Geçen her gün doğaya yaptıklarımızın bedellerini daha fazla ödemeye başlıyoruz. Marmara Denizi’nde olanlardan tutun yaşanan kuraklıklara kadar her şey yaklaşan sonun göstergeleridir. Biz takkeleri önümüze koyup düşünmeye başlayana kadar dünyadaki yaşamın sonu gelebilir çünkü bir kar tanesiyle başlayan çığ tepemize bir dağ gibi düşmek üzere.

Çevre ve hayvan hakları örgütlerinden tutun diğer ilgili tüm STK’lere, oradan bireysel olarak hepimize kadar önümüzdeki ilk görev yaşananların gerçek niteliğini kavramak ve hareket noktasını ona göre belirlemektir. Herkes biliyor ki yaşananların sorumlusu çevreye duyarlı olmayan birkaç kişinin vurdumduymazlığından veya birkaç patronun fabrikasına filtre falan yaptırmamasından kaynaklanmamaktadır. Sorumlu kapitalist sistemin ta kendisidir ve çözümü de doğal olarak sistemin ortadan kaldırılmasıdır. Elbette sistem içinde yapılan her çevreci hareket de önemlidir, değerlidir. Ancak görünen tablo sistemin onarılmasıyla ve sistem içi eleştiriyle falan çözülebilecek olmaktan çıkmıştır. Kapitalizm, gölgesini satamayacağı ağacı çoktan kesti.

Sonuç olarak söylemek gerekirse; fıkradaki Türk, Kürt ve Ermeni karakterlerin durumuna düşmemek için o keçilerin sadece keçi olmadığını; saldırı altında olanın tümümüzün yaşamı olduğunu anlamak zorundayız.

Keçileri de kendimizi de bitmeyen kazanç hırsınıza yem etmeyeceğiz. Antalya’dan İkizdere’ye kadar diyoruz ki:

Keçi inadımız irademizdir!