Rıfat Ilgaz’ın Karartma Geceleri (1) romanı, 40 Kuşağı adını verdiğimiz bir aydın ve edebiyat kuşağını anlamamızın ipuçlarını veriyor. Bu kuşağa, içlerinden birinin, Mehmed Kemal’in onları anlatan kitabının adıyla “Acılı Kuşak” da deniyor. Karartma Geceleri romanında, edebiyat ekseninde buluşan, sosyalist ve halkçı değerlerle politik mücadeleye katılan bu kuşağın neden acılı kuşak olarak adlandırıldığının cevaplarını da bulmak mümkün. Karartma Geceleri romanını, aynı kuşağın yazar ve şairlerinin yazdıklarıyla birlikte düşündüğümüzde, bu kuşağın tarihsel ve toplumsal mücadelesini belirleyen temel nitelikleri daha iyi görüyoruz.
Tarihimizde kuşak nitelemesini hak eden aydın hareketlerine baktığımızda iki gerçekliği hep bir arada buluyoruz; kapkara bir çöküş ve gerilemenin bilinciyle birlikte, bunun mücadele eden insanın gücüyle aşılacağına duyulan umut. Yeni Osmanlılar’da, devrimci Jöntürkler’de bunu görüyoruz; işgal edilmiş bir ülkenin yıkıntıları içinde doğan ilk Cumhuriyet kuşağını da incelediğimizde aydını belirleyen bu iki bilincin birlikteliğini buluyoruz.
Baskıcı ve tarihsel geçerliliğini yitirmiş iktidar karşısında mücadele eden Osmanlı aydın kuşağının üzerinde yeterince durulmamış bir romanını burada anmanın yeridir. Halit Ziya Uşaklıgil’in adı kuşak kavramını içeren ve 1908 devriminin umutlu havasında yazılmış, günlük bir gazetede tefrika dizisi olarak uzun yıllar unutulduktan sonra kitaplaşması 1990’lara bırakılmış romanı Nesl-i Âhir’den söz ediyorum. Bu roman da, “acılı” bir kuşağın portresini çizer. Hürriyetin İlanı’nın umutlu havasında yazılmış olmasına rağmen romanın kahramanı İrfan’ın intiharıyla biter.
40 Kuşağının belirleyeni
40 Kuşağını, 2. Dünya Savaşı’nın insanlığa ve ülkeye büyük acılara neden olan koşulları içinde ayakta kalma ve bu duruma neden olan faşizmi yenilgiye uğratma umut ve inancı belirliyor. Bu temel eksen bu kuşağın şairlerini, yazarlarını buluşturuyor, dergiler ve gazeteler yayımlanıyor. Yazılan şiirlerde ortak bir ses duyuluyor; bu karanlığı aşmada eşitlikçi, sosyalist bir dünyanın hayali, edebi yapıtların ufkunu belirliyor.
Rıfat Ilgaz’ın Karartma Geceleri romanında anlattığı kısa zaman kesiti, katı gerçekliğin bilinciyle, bunu aşmayı sağlayacak yeni dünyanın umudunun üst üste düştüğü bir dönüm noktasını ele alıyor. Savaşa girmediği halde yoksulluğuna, baskısına, korkusuna alabildiğine boğulan bir ülkenin gecelerini karanlığa gömen karartma, bir yazarlar ve aydınlar kuşağının öyküsüyle birlikte simgesel bir anlam kazanıyor. Baskı, sömürü, yoksulluk, özgürlüğün ortadan kaldırılışı ve adaletsizlikle niteleyebileceğimiz bir tarihsel dönemin adı bu iki sözcükle yazılıyor: Karartma geceleri. Geceler çoğunlukla olumsuz gerçekliğin metaforu olmuştur, buna eklenen karartma ise bu olumsuzluğun savaşla aldığı acımasızlığı duyuruyor.
Karartma Geceleri aranan bir insanın soğuk kış günlerinde kaçışının romanıdır; bu kaçışın sokaklarda, kahvelerde, yangın yerlerinde, arkadaş evlerinde süren öyküsü boyunca, yazar, o yılların İstanbul’unu yaşanmışlığın gücüyle romana sokmuştur. İstanbul’un karartma gecelerinin karanlık çağrışımı, faşizan bir baskı rejiminin simgesi olduğu gibi, bir başka kuşağın Osmanlı düzeninin pençesindeki İstanbul’u anlattığı “Sis” imgesiyle de parelellik içindedir.
Rıfat Ilgaz’ın gençliğinin romanı
Tevfik Fikret’in 40 Kuşağı üzerinde önemli bir etkisi vardır. Karartma Geceleri romanında anlatılanların Rıfat Ilgaz’ın yaşadıklarına dayandığını biliyoruz. Romanın Rıfat Ilgaz’ı Mustafa Ural, babasının ona nasıl Tevfik Fikret okuduğunu hatırlar. “Alırdı onu karşısına babası, Tevfik Fikret’in şiirlerini okurdu boğuk sesiyle... (...) Ama Fikret bu padişahlara ilk kafa tutanlardan biri! İşte o büyük şair sizlere bırakıyor yarınları. Babası ‘Ferdaları’ derdi. Kimdi bu Ferda? Neyin nesiydi? Hep eczacının kızı gelirdi aklına, eczacının Ferdanesi!” (s. 141) 20. yüzyılın ilk kuşakları hep Tevfik Fikret’in şiirleriyle büyüdü; omuzlarına yüklenen ferda (gelecek) sorumluluğu onları toplumsal kavgalarda taraf kıldı.
40 Kuşağının hatırlanan kavgalarından biri Tevfik Fikret üzerineydi; Sabiha Sertel’in bu kavga içinde yazdığı kitabının adıyla “İlericilik-Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret”. Ancak 40 Kuşağı, burjuva hümanizminin sınırlarında sıkışan Tevfik Fikret’i Nâzım Hikmet’in açtığı sosyalist ufukla aşmıştı. Fikret’i gericilere karşı savunurken eleştirmeyi de ihmal etmedi. Sanatçıdan halkı uyandırmasını bekleyen Rıfat Ilgaz’a göre Fikret artık yetersiz kalmaktadır. (Halkı uyarmasını); “Bekliyorum ama, gerçek sanatçıdan. Fikret bize hiçbir şey vermiyor artık. O, babamı yetiştirmiş o kadar. Bu mavi gök size bir gün acır, diyen sanatçıya inanmıyorum ben. Bu mavi gök bugüne kadar kimseye acımadı, İsa’sına bile. Hem halkın acınacak nesi var ki, hele emeğiyle uygarlıklar kurmuş halka acınır mı hiç! Uyansın da kendi sırtından gökdelen yapanlardan alsın hakkını.” (s. 143-144) Geleceğin, emekçi halkın kendi çıkarlarının bilincine varması, uyanması ve kendine yaraşır adil bir dünya kurma mücadelesi vermesinin eseri olacağına inanan 40 Kuşağı şairi, herhalde, kendilerine “Acılı Kuşak” denmesini de doğru bulmayacaktır.
12 Mart ertesinde yazılan roman
Karartma Geceleri, hücredeki şairin öteki mahkûmlara zincirlenerek sığınağa götürülmesiyle başlar. Romanın sonunu başından biliriz. Toplatılan şiir kitabından dolayı tutuklanmak istenen öğretmen Mustafa Ural, veremlidir, daha önce tutuklanan arkadaşlarının işkence gördüğünü bildiği için, en azından havalar ısınana kadar polisten kaçmaya çalışır. Soğuk havada sokakta yapayalnızdır. Sığındığı evlerde sorunlar çıkar ve bir daha orada kalamaz. Parası yoktur. Dahası karısı Şükran, onun bu kaçışını doğru bulmaz, gidip teslim olmasını ister. Karısına göre şiir yazması da aile sorumlulukları açısından doğru değildir. Bütün bunlar ve aklınıza gelebilecek yaşamsal onlarca güçlük karşısında Mustafa Ural’ın birkaç ay süren kaçış öyküsü sürükleyici bir kurguyla anlatılmıştır. Bu koşullar içinde soğuğa, açlığa, kovalanmaya, yalnızlığa, vereme, taş hücreye, işkenceye mahkûm edilen şairin yitmeyen direnme gücü, geceleri ve kışı aşıp geçen, aydınlığa ve bahara kavuşturan yürüyüşü, yeni bir kuşağın umutlu varoluşunu ortaya koyuyor. Ne yaptığını bilen ve başına gelenlerin toplumsal çatışmaların, safına girdiği sınıfın konumu gereği olduğu görebilen bir kuşaktır bu. Umudunu ve inancını yitirmemesi edindiği tarih bilincine çok şey borçludur. Karartma Geceleri’nin umudu yüksek tutmasını yazıldığı dönemle de ilişkilendirmek gerekir. 1974’te yayımlandığına göre, 12 Mart darbesinin kıramadığı bir sosyalist yükselişin rüzgârı içinde yazılmıştır. Altmışlarda başlayan sol yükselişin 70’lerde süren, toplumu kucaklayan havası, umudunu işçi sınıfına bağlayan yazarı da iyimser kılacaktır. Rıfat Ilgaz, faşist cinayetlerle kana bulanan o yıllarda Karartma Geceleri’nde sergilediği cesur ve umutlu tutumunu sürdürmüştür. Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra’da, evinin bombalanmakla tehdit edildiği koşullarda balkona çıkıp oğluyla rakı sofrası kurduğunu anlatır. Karartmanın bütün toplumu kuşattığı 12 Eylül’den sonra, Yıldız Karayel romanının son sayfalarını yazmaya çalışırken evi basılır ve bir kez daha, doğduğu kasabadan arkadaşlarına zincirlenerek gözaltına alınır.
Rıfat Ilgaz 12 Eylül’de yaşadıklarının da kitabını yazmıştır. 40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra adı Sınıf’ın şairinin son yaşadıklarını Karartma Geceleri’ne bağlar. Bu kitabı roman değil, anı kitabıdır.
Yazar bu kitabında da 70 yaşında zincire vurulmasını anlatırken, gerçeğin çok yanlı olduğunu unutmaz. Faşizmin ağır saldırısı karşısında insanlığını korumayı başaran halktan insanlar, onun umudunu ve iyimserliğini korumasında katkıda bulunacaktır. Hatta kaldığı sanatoryumda gördüğü ilgi ve sevgi, sonunu bağlarken gözaltına alındığı romanı Yıldız Karayel’i patlayan bir silahla değil, iyimser bir imgeyle bitirmesini sağlayacaktır.
Halkla kaderini bütünleştiren sanatçı için, yapıtını oluştururken bu karşılıklı etkileşim son derece verimlidir. Elbette, görünen olgunun derinindeki çelişkileri görebilen, karanlığın içindeki ışığı yakalayabilen sanatçılar için; yoksa baskıyı mutlaklaştırıp, insanı bitirmek çok kolaydır. Gerçekçilik karşıtlarının yaptığı gibi…
Yarısı hapiste takım elbise
Karartma Geceleri’nde Rıfat Ilgaz’ın yalın, süssüz bir anlatımı var. Kahramanın ruh durumuyla, çevrede karşılaştığı kişileri, durumları anlamlı bir kurgu birbirine bağlıyor. Kahvedeki avcıların sıradan bir sohbetini dinleyen Mustafa Ural’ın durumunu değerlendirmesini buna örnek verebiliriz.
Yazarın buluşlarındaki inceliğe bir örnek olarak, kitabın etkileyici tiraji-komik bir imgesini aktarmak istiyorum. Mustafa Ural’ın evine sığındığı, Faik onun yazıişleri müdürü olduğu Yürüyüş dergisinin sahibidir ve bir süre önce gözaltına alınmış, sorgulanmıştır. Faik, ceketini satmak zorunda kalan şaire bir ceket vermek ister.
“Çengelde asılı duran devetüyü bir ceketi aldı, uzattı:
“Bunun pantolonu da bizim Zühtü’de...” dedi, “Giyebilirsin!”
“Zühtü nerde?”
“İçerde!”
Paltosunu çıkarıp giydi Mustafa:
“Tam bana göre!” dedi, “Demek basın suçundan, bir takım elbiseyi böylece kendi elinle içeri attırmış olacaksın!”
“Kendi yerime!” dedi, “Bu sefer zor kurtardık paçayı, bu bir kat elbise zekâtım olsun!” (s. 212-213)
Mustafa Ural, Faik’in evinde uzun zamandır özlemini çektiği dostluk ve ilgiyi bulmuştur. Şu parça bu aydın kuşağının tarihçesine Rıfat Ilgaz’ın romanda düştüğü not olarak okunabilir: “Bir yardımlaşma düzeni içinde gelişen (...) dergi bir toplumcu kuşak getirmişti edebiyatımıza, birbirine bağlı bir düzine kadar sanatçı...” (s. 173) dediği “’Yürüyüş’ adlı bir sanat dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyordu bir ara. Hiç olmazsa böyle değerlendirmiş oluyordu, elindeki yüksek okul diplomasını. Derginin sahibi de Kütahya lisesinden yetişmiş bir genç arkadaştı, Faik... Çarşamba taraflarında bir işçi olan eniştesinin evinde oturuyordu.
Çok arkadaş kazandırmıştı bu dergi ona. Toplumcu şiirlerle dikkati çeken ne şairler vardı aralarında. Ayrıca yazıları henüz basılacak kıvama gelmemiş ne değerli arkadaşlar... Kadrı, hergün biraz daha genişliyor, yalnız sanat sorunları değil, toplumsal sorunlar da tartışılıyordu bu dergide. Memleketin saplandığı çıkmazdan tutumsal ilkelerle, kurtulmanın yolları araştırılıyordu. Yurdu sömürü düzenine itenlerin karşısına sanatla çıkmağa çalışıyorlardı önce. Yalnız sanat yoluyla bu işin üstesinden gelmenin olanaksızlığın bilmiyor değillerdi. Olaylar onları bilinçli davranışlara doğru iterken İçişleri Bakanlığının bir emriyle kapanıvermişti dergileri.” (s. 173)
Aydınlanmış halk çocukları
Faik’le şair edebiyat eyleminin, ve mücadelelerinin toplumsal anlamını değerlendirirler. 40 Kuşağının tarihçesinden bir özet olarak okunabilir. İşçi sınıfının dünya görüşüne inanmış bir kuşaktır bu: “Biz varlığımızı, kurtuluşumuzu bu sınıfın silkinip kalkınmasına bağlayan atılımlara hazır sanatçılarız. Onlar ne derlerse desinler, üzerimize düşen görevi yapacağız.” (s. 219)
Faşizmin yenilgisi bu kuşağın üzerinde 46 Baharı olarak kendini dışavuran bir rüzgâr yarattı; rüzgâr yerine dalga da denilebilir. Sendikaların kuruluşu, iki açık sosyalist partinin sahneye çıkışı, yeni dergilerin yayınlanışı bu kısa 46 baharının çiçekleriydi. Dalganın geriye çekilmesi gecikmedi. Altı ay gibi kısa bir süre içinde, partiler kapatılmış, sol yayınların matbaaları kırılıp dökülmüş, üniversitelerdeki solcu hocalar okullarından atılmıştı. 40 Kuşağının şairlerinden Arif Damar yıllar sonra bir şiirinde bu baharı şu dizeyle anacaktı:
Bir de 46’da böyle aldandı ağaçlar
Çiçekler yandı soğuktan cız etti içim (2)
40 Kuşağının kaderini belirleyen faşizmin Avrupa’da iktidarı, emperyalist savaş ve bunlara karşı sosyalizm umudu tarihin bu gelgitleri içinde onların edebi üretimini de belirledi.
Kırk Kuşağının bir özelliğini daha Karartma Geceleri’nde bulmak mümkün. Bu aydın kuşağı Cumhuriyetin eğitim ve bilgiye kavuşturduğu halk çocuklarından oluşuyordu. Bu nedenle bu kuşağın işçi sınıfı dünya görüşüne bağlanmasının sınıfsal bir dayanağı vardı. Bu kuşağın inancını ve umudunu her koşulda korumasında bu niteliği belirleyici oldu. Kaderini içinden geldiği halkla birleştiren bir aydın kuşağı ve edebiyat, halkın yaşadıklarına ilgisiz kalmadı. “Yaşamak başka, yaşayanları, gözlemek gene başka! Bizim getireceğimiz toplumcu sanat, kendi yaşayışımızdan doğacak. Yalnız yükün altına girenlerin yaşantısını saptamakla yetinmeyeceğiz.” (s. 222)
Kırk yıl arayla iki kez zincirlenmek
Rıfat Ilgaz, halktan bir insan olarak halkçı bir yazar olmanın kaderini belirlediğini söylüyor.
Rıfat Ilgaz’ın toplatılan şiir kitabının adı Sınıf’tı. Bu aydın kuşağının çağdaş gerçekliği belirleyen bilince ulaştığının bir simgesi olarak görebileceğimiz bu kitap, Karartma Geceleri’nde baş köşede yerini buluyor. 40 Kuşağının halka ve sınıfına dayanmasının somut bir örneği olarak. Sınıf kitabı için şu betimlemeyi kullanıyor: “Utanır gibi pembeleşmiş kapağıyla, Farisin yazdığı kılıç gibi harflerle içeriğini belirtmeye çalışıyordu. Dört formalık kitaptan bile korkuyorlar, diye düşündü. Ne vardı içinde sanki? Belirtmeğe çalıştığı sınıf gerçeğinin en yalın motiflerle verilişi değil mi? Gerçeklerden neden korkuyorlardı bu kadar?” (s. 219)
Rıfat Ilgaz açısından Karartma Geceleri’nin bir de devamı vardı: Kırk Yıl Önce, Kırk Yıl Sonra. Yazar 40 yıl arayla iki kez zincire vuruldu, gözleri bağlı sorgulara götürüldü. Bireysel yazgısıyla ülkesinin tarihsel-toplumsal sürecini birleştiren bir yazarı bundan daha iyi ne anlatabilir? Faşizmin 12 Eylül’deki iktidarı halkına ve inançlarına bağlı kalmış yazarı 70 yaşında da hapishaneye kapatmayı ihmal etmemişti. Dahası da vardı...
2 Temmuz 1993, Sivas, sosyalist eleştirmen Asım Bezirci ve onlarca yazar şair, müzisyen asker ve polisin seyrettiği şeriatçı güruhça yakılarak öldürüldü. Aziz Nesin ve birçok aydının yaralı olarak kurtulduğu bu katliam Rıfat Ilgaz’ı derinden yaraladı. Arkadaşı, kendisiyle ilgili bir inceleme kitabı yazan Asım Bezirci’nin öldürülmesi onu çok sarsmıştı. 2 Temmuz’dan birkaç gün sonra, bu acıya dayanamayan Rıfat Ilgaz da aramızdan göçtü. Kırk Yıl Önce, Kırk Yıl Sonra’nın üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmişti ve Karartma Geceleri Rıfat Ilgaz’ın ölümünde de varlığını göstermişti.
(1) Rıfat Ilgaz, Karartma Geceleri, İstanbul, 1974. Bundan sonra bu kitaptan yapılan aktarmalar parentez içinde sayfa numarasıyla belirtilecektir.
(2) Arif Damar, Külliyen Red, s. 127, Bilim Sanat Galerisi, Ekim 2002, İstanbul