Kapitalizm eleştirisinde kadının adı var mı?

“Biz bugün kadınların en önemli sorununun kapitalizm olduğunu düşünüyoruz.”(1)

8 Mart’a ilişkin bir değerlendirme söyleşisinde  bu cümle motto olarak kullanılmış. Bu cümlede “kadınlar” yerine erkekler, çocuklar, yaşlılar, gençler, köylüler, işçiler deseniz de doğru olacak, anlam değişmeyecektir. Dolayısıyla burada “kadın” yoktur aslında.

Peki, kadınlar için kapitalizm neden “bugün” en önemli sorun olmuştur? Belli ki kapitalizmin bugüne değin son iki yüzyıldır “kadınlara sardırmak” dışında çok mühim işleri olmuştur.

Soyut bir kapitalizm eleştirisidir karşımızdaki.

Ama kabul etmek gerekir ki “Biz bugün kadınların en önemli sorununun kapitalizm olduğunu düşünüyoruz” cümlesi “pembe domatesi ailecek çok severiz” cümlesi gibi değildir. Onda, gelecek güzel günler, devrimin muştulanması, kurtuluş vaadi gibi “pembe domatesten” bekleyemeyeceğimiz numaralar olduğu açıktır.

İşin kötü tarafı, soyut düzeyde kalındığında kapitalizm eleştirisinin meşrebi geniştir. Sözgelimi Ömer Turan gibi bir gerici, yobaz da demogojik biçimde kapitalizmin kadınları köle yaptığından, onu ucuz emeğin ve tüketimciliğin adresi derekesine düşürdüğünden dem vurabilmektedir.

Soyut bir kapitalizm eleştirisinin panzehiri ise yerine soyut bir ataerki/erkek egemenliği yerleştirmek olmamalı.

O halde kadınlar için kapitalizm eleştirisinin bütünlüklü ve özgül bir bağlama yerleştirilmesi gerekir. Türkiye bağlamında kısa bir giriş yapmak mümkün.

Tezimiz şudur:  Türkiye’de özellikle 90’lı yıllardan bugüne işçi sınıfı profilindeki değişim bizi daha fazla “toplumsal cinsiyetli” alana çekmektedir.

Değişim özellikle iki noktadadır. Birincisi 1990 yılı ile birlikte Türkiye toplumunda kentli nüfus ilk kez köylü nüfusu geçmiştir.

Bunun “kadın emeği” bağlamında çok ciddi sonuçları olmuştur:

Ev içi emeği dışarıda tutarsak, 1950’li yıllarda kadınların çalışma yaşamına katılım oranı yüzde 70’ler düzeyindedir ve bu kadınların çoğu tarımda “ücretsiz aile işçisi” olarak çalışmaktadır.(2)

İzleyen yıllarda kentleşme ve göçle birlikte kırsaldaki yüzde 70’lik dilim büyük ölçüde tasfiye olmuştur. Ne ki kadınlar kentte aynı ölçüde istihdam olmamıştır.

Bugüne bakıldığında ise çalışabilir her üç kadından biri istihdam içindedir. Kentte işsizi, iş arayanı, kayıt dışı çalışanı dahil ettiğimizde tablo, bir zamanlar büyük ölçüde tarım toplumunda varlık kazanan kadının oldukça ötesini göstermektedir.

Dolayısıyla bugün işçi sınıfı dediğimizde geçmiştekinden çok daha fazla “toplumsal cinsiyet çatışmaları” tarafından “kirletilmiş” bir ilişkiler bütününü düşünmek durumundayız. 

İkinci olarak, sınıf profilindeki anlamlı değişimlerden biri de hizmet sektörünün büyümesidir. Kente göçle kadın, büyük ölçüde istihdam dışı kalsa da, istihdam olanlar ağırlıkla bu büyüyen hizmet sektörüne yığılmıştır.

Son otuz yılda hizmetler sektörünün kadın istihdamı içindeki oranı yüzde 14.4’ten yüzde 55.4’e kadar yükselmiştir.

Dolayısıyla kitaba daha uygun olduğu varsayılan fabrika emekçisi kadınlar, merdiven altı atölyelerde ömür tüketen kadınlar, dev tekstil firmalarına evlerinde sigortasız, güvencesiz, ağır derece ucuz, parça başı iş üreten kadınlar vb “emekçi kadın” profilinin bir bölümüdür.

Çünkü değişen sınıf profilinin gösterdiği, istihdamdaki her iki kadından birinin hizmetler sektöründe çalışmasıdır. Burada ise yalnızca düşük ücret, güvencesiz çalışma, sosyal haklardan yoksun olma gibi çıplak görünen “emek gündemleri” yoktur.

Daha ötesinde bu profil değişiminin anlattığı bir şey de şudur: Kadın kentleştikçe, işçileştikçe, hizmet sektörüne yığıldıkça ataerkinin en şeytani numaraları gün yüzüne çıkmaktadır. 

Hizmet sektörünün “kadın işçisi” şirketin yüzüdür örneğin. Saldırgan müşteri karşısında sakin kalıp daima “güleryüzlü hizmet” vermek zorunda olan odur. Saatlerce topuklu ayakkabı ile çalışmak zorunda olan bir resepsiyonist ya da “bakımlı ve iyi” görünmek için dip boyasını, makyajını ihmal etmeyen banka çalışanıdır, kasiyerdir, reyon görevlisidir, satış temsilcisidir, hostestir vb.

İşin acıklı yanı kimilerine kalsa fabrikada tütün sarmadığı için “burjuvalaşma riski” barındıran da kimisi Starbucks'tan kahve içtiği için “orta sınıf” olan da bu kadınlardır.

Kapitalizm eleştirisi, emeğin cinsiyetli yüzüne; kadınların kadın oldukları için daha düşük ücrete, güvencesiz çalışmaya, istihdamdan dışlanmaya, haklarının budanmasına/yok edilmesine, duygusal emeğe zorlanmaya, “vitrin” muamelesi görmeye, mobinge ve tacize maruz bırakılmaya vb değmeyecekse bir de ayrıca “kadınlar” diye ahkam kesmeye gerek yoktur.

Daha özcesi erkek egemenliğini görmeyen bir kapitalizm eleştirisinde “kadının adı” yoktur.

Notlar

1- https://www.toplumsal.com.tr/gundem/ozgu-turk-kadinlarin-en-onemli-sorunu-kapitalizm-dir-h18601.html

2- https://ekmekvegul.net/guncel-dosya/dosya-1-mayisa-giderken-kadinlar-ve-calisma-yasami