Kanatlarımızı kuşanırken

Biz canavar boğayı öldüren Theseus’un, ona labirentte yol bulmak için saçlarından ipler eğiren kalbi kırık Ariadne’nin tarafındayız.

Hayat ayaklarımızın altından kendi istemimizin dışında çekiliyorken tek çare kanatlarımızı kullanmak. İnsan kanatlıdır doğduğunda. Zamanla kanatlarının olduğunu unutur. İktidar, eğitim, toplum kanatları eğer, büker, işlevsizleştirir. Kanatlar hep yerindedir aslında. Sırtımızda kesik kanatlarımızın izlerini hissedebiliriz. Sonra da izin verelim kanatlarımız belirsin sırtımızda, kollarımızda. Bütün bunlar için uçabileceğimizi bilmek yeterlidir. Havanın kaldırma, iletme, var etme gücünü hissedelim inadına.

Oysa bakın ülkede sadece kanatları kesilmiyor insanların. Mesela arkaik bir geleneğe icabet edilerek vücut bütünlükleri de bozuluyor erkek çocukların. Her güne başka bir kastrasyon şeklinde devam ediyor hayat. İktidar hadım eder! Tabii kafaların kesilmesi meselesi de var. Mecazi anlamın da ötesine geçildi artık. Gerçeğin kör dibi bundan başka nedir ya da kör kuyunun dibinin gerçekliği?

Hiç haz etmediğim bir deyimdir kelle koltukta gezmek deyimi. Öte yandan, çoksan değersizsin tabii. Kelle hesabısın. Kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava, diye boşuna söylememiş Orhan Veli. Doğunca Tanrı verdi çok şükür, ölünce Tanrı aldı, buna da yarabbi şükür. Nahara Arapçada boğazlamak anlamında, intihar kelimesinin kökeni. Oysa hava sadece boğazdan gelmez kanatların altındadır da. Gökyüzünde intihar yoktur. Cinayet yoktur. Cin de ayet de yoktur.

Ölüm üzerine konuşan, yazan, düşünenler yaşayanlardır. Ölülerin böyle bir derdi yok. Ölülerin nekrokrasi gibi bir derdi de yok. Neden olsun? Ölmüşsün işte,  yaşayanların derdi onlara kalsın. Bu nedenle ölü katli (necrocide) yapmak hem yaşayanları hem de ölüleri rahatlatır. Zira tarih yaşayanlar yazdığı için ağırdır. Yaşam tarihin ağırlığı altında ezilir. Oysa an’ın ölümüyle zaman hızla kan kaybediyor.

Daidalos mimardı. Elinden her iş gelirdi. Kral Minos ona Girit’in içinde Minotaurus’un yaşadığı ve genç insanların ona kurban edildiği ünlü labirentini yaptırır. Lakin kendisi de bu labirente hapsedilecektir. Rengini bilmiyoruz ama saray bu işte, entrika yuvası. Sonuçta bu hünerli şahsiyet Daidalos, oğlu İkarus’la birlikte tüyleri balmumuyla sırtlarına yapıştırarak labirentten uçarak kaçarlar.

Labirent mimarlarıyla işimiz yok. Biz canavar boğayı öldüren Theseus’un, ona labirentte yol bulmak için saçlarından ipler eğiren kalbi kırık Ariadne’nin tarafındayız. Tıkılı kaldığımız yüksek duvarları ancak İkarus gibi kanatlanarak aşabiliriz, bedeli balmumlarının güneşte erimesi ve İkarya adasının İkarya denizine düşmek olsa da.

Bir Kafkasya söylencesi dağların eskiden kanatlı olduğunu söyler. Tanrı kanatlarını kesmiş dağların, uçmasınlar diye. Bu kanatlar da bulut olmuş. Bulutlar dağlara bu nedenle koşarak giderlermiş. Onca kanat yapılmayı bekleyen bulut var gökte. Nazım Hikmet de ‘atları rüzgâr kanatlıları’ anlatır, o zaman rüzgârdan da kanatlar yapabiliriz. Kıbrıslı şair Gür Genç ise kadınların kanat olduğunu yazar bir şiirinde.

Oysa artık metafor bitti. Kuyunun dibinden bizi kurtaracak olan kanatlarımızdır, labirentin çıkmazlarından, zihnimizin hapishanesinden.