İnsanız ya, bunca acıya rağmen içimde bahar sevinci var. Ve yüreğimde dinmek bilmeyen bir nida. Çünkü insanlar ya evlerine giremiyor bu memlekette yahut evinden çıkamıyor artık. Sokakları susturmaya çalışan, yuvaları dağıtan zihniyete inat Nevroz'un ateşi yakmasın kimseyi, uçursun semaya barışın güvercinlerini! “Tek tek dillerin ötesinde bir ortak dildir çeviri, dillerin dilidir. Kıskanç bir tanrının, insanoğlunu bölüp dağıtmasından doğan olumsuz sonuçlara, Prometheus’ça bir başkaldırmadır,” (Göktürk 2002: 5) diyen Akşit Hoca’nın sözlerine kulak verip Prometheus’ça bir başkaldırışla, Jeanne d’Arc ‘ın saçtığı ateşin narıyla bugünün aynı zamanda Dünya Şiir Günü olduğunu hatırlayalım! Özgürleşebilmek, en çok da çoğalabilmek için dillerin tılsımına bırakalım kendimizi!
“Sanatçının yaratıcı istencini, özgün ses, sözcük, söz dizimi, düz anlam – yan anlam kullanımlarıyla yansıtan yazın metni, ancak çeviri dilinde çevirmenin bulabileceği, benzer dil işlevleri üzerine kurulmuş bir biçimle aktarılabilir. (…) Çeviri metin, kaynak metnin dil ile kültür dünyasını gereken ölçüde yankılandırmalıdır. Çevirmen, bir dilsel yapıtı yabancı bir dilde yeterli bir biçimde yeniden kurmaya yönelirken, yabancı olanın da elden geldiğince anlaşılmasını sağlamalıdır.” ( Göktürk 2002: 39 - 40) Bu demektir ki; çevirmenin başat görevi, kaynak dildeki şiirin içindeki şiirselliği kendi dilinin ve yazın geleneğinin olanakları elverdiğince canlı tutmaktır.
“Şiir, bütün hususiyeti edasında olan bir söz sanatıdır,” derken Orhan Veli, şiirin biçim ve içerik açısından düz yazıdan ayrı, özgün, okurda duygu uyandırmaya yönelik, yaratıcılık taşıyan bir söz sanatları bütünü olduğunu vurguluyordu. Yaratıcılık, imge, ölçü ve seslerin ritmi gibi pek çok önemli etkenin varlığı, edebi çeviri alanının en tartışmalı ve en karmaşık yönü olan şiir çevirisinde kendini gösterir. Çevirmenin doğru çeviri yapabilmek adına hem kaynak metin yazarı karşısında hem de erek metin okuru karşısında “sadakat” zorunluluğu olsa da, olanaklı olduğu kadar sadık ve gerektiği kadar serbest çevrilebilir bir şiir. Bu yüzden, “Her çeviri, bir bakıma, belli bir oranda da olsa, çevirmenin parmak izlerini taşır. (…) Yazın metinlerinin çevirmeni, kaynak metnin kafasında oluşturduğu kurmaca tasarımı, çeviri dilinde yeniden kurmak için, yaratıcı imgelemini sürekli kullanmak zorundadır.” (Göktürk 2002: 93)
Çevirmen bir de şairse nasıl bir incelikle ve titizlikle yapar işini, değil mi? Faris Kuseyri'nin dilimize kazandırdığı Maya Angelou'nun "Kafesteki Kuşun Şarkısı" adlı kitabını okuyorum durup dinlenip. Ömrü ırk ayrımcılığıyla mücadele etmekle ve kadın haklarının tanınması adına yaptığı çalışmalarla geçen şair şiirlerinde yalın ama kavruk sesiyle tarihsel acılara değinirken kadın bireyselliğini, arzularını ve çıkmazlarını da dile getirdi. 2014 yılında kaybettiğimiz şaire 1960'larda Küba devrimine destek vermesi üzerine medya "Nasıl olur da affedilmez komünistleri desteklersiniz?" diye sorduğunda "Hiçbir komünist benim büyük babamı köle yapmadı, anneme tecavüz etmedi, babamı linç etmedi," diye yanıt vermişti. Bu güzel yürekli kadının şiirlerinden derlenmiş kitapta Maya'nın canlı, rengarenk, acılara rağmen dirençli sesini duyuyorum. "Beni tarihe kaydedebilirsiniz / Acı sözlerinizle, yalanlarınızla, / Beni yerin dibine, çirkefe batırabilirsiniz / Ama uçuşan toz gibi / Ben yine ayağa kalkacağım. / ... / Beni sözlerinizle vurabilirsiniz, / Gözlerinizle yaralayabilirsiniz beni, / Nefretinizle beni öldürebilirsiniz / Ama hava gibi, su gibi / Ben yine ayağa kalkacağım." (Angelou 2015: 95 - 96)
Kuseyri'nin incelikli dilini “… insana gün ve günler ver, / zeytine el ver eller ver, gerçeğe dil ver diller ver… / avlun solar düşmüşü kaldırmazsan. dirilsin çelik hıncınla ve haram olsun / uykular mazluma musallat olanlara.” ( Kuseyri 2014: 32) ve “toprak riya bilmez, ölerek öğrendik. işte burada, bu ak / mermerin altında uyanacağız. aynı kitabın gölgesine, aynı şarkının gölgesine, aynı şarkının sevincine döneceğiz. durulmaz ruhlarımız / ve saklı kalır gür sesimiz ve çözülmez olur / yumruğumuz.” (Kusseyri 2014: 40) dizelerinin geçtiği "Orontes Mensurları"ndan biliyoruz zaten. Kuseyri’nin şiiri; duygunun ve düşüncenin şiiri; acılara, kıyımlara, dökülen kanlara rağmen kardeşliğin tarihidir. Bütün mitolojik ve tarihsel göndermelerin odağında var olan insanın, suya dair seslenişidir. Ortak anılara dem vurup Orontes’in toprağı bölmediğini, aksine bütünleştirdiğini vurgulayarak, suya acı katanlara inat yüzlerine inen bir tokat gibi yazmıştı şiirlerini Kuseyri.
Maya'nın şiirlerinin çevirisiyle ilgili naif bir tavır takınarak kitabın önsözünde "Kadın dünyasından seslenmeyi tercih eden; o dünyanın saklı kalmış, genellikle erkekler tarafından yok sayılmış yanlarını söze dökmeyi seven bir kadın şairin bir erkek tarafından çevrilmesinin doğurabileceği sıkıntıların da farkında olduğumu söylemeliyim. Maya'yı çevirirken ona duyduğum sevgi ve bağlılığın bu sıkıntıları unutturmasını ummaktan başka bir şey gelmiyor elimden." (Angelou 2015: 17) demesi de Kuseyri'nin bu çeviriye ne kadar özen gösterdiğinin kanıtı gibi.
* Kafesteki Kuşun Şarkısı, Maya Angelou, Çev: Faris Kuseyri, Ayrıntı Yayınları, 2015.
* Orontes Mensurları, Faris Kuseyri, Islık Yayınları, 2014.
* Çeviri: Dillerin Dili, Akşit Göktürk, YKY, 2002.