Kadınlık, erkeklik ve Tanrı-yazar

Doktora iki soru:

Kadınlar kendisini taciz edenleri bir kez daha ifşa ediyor. İfşanın ardından "yanlışını kabul ettiğini" duyuran bir yazar intihar etti. Erkeğin durumunu konuşalım... Zor ve onurlu olan tacizcinin intiharı mı, "erkekliği" öldürmek mi?

"Irkçılık" bir futbol karşılaşmasında Rumen hakemin sözleriyle gündeme geldi. Irkçılık Türkiye'ye yabancı bir kavrammış gibi konuşuldu. Hakikaten, bizde ırkçılık yok mu? Kime yapılan, ırkçılık sayılmıyor?

***

'FEMİNİZASYON, KADINSILAŞMA DELİLİĞİN ÇEKİRDEĞİNDE YER ALIR'

Tüm bu toplumsal cinsiyet meselelerinin belirleyici dinamiklerinin başında şu var: Yaşadığımız toplumsal sistemde bir bebeğin gelişimi ve kadın oluşunun erkekliğin gölgesinde, çeperinde gerçekleşmesi, fakat başka bir bebeğin erkek oluşunun kadınlık ile sınırlanamaması. 

Hatta erkekliğin tarifinde belirleyici niteliklerden biridir kadınlıkla aşınmadığını, yumuşamadığını, eksilmediğini göstermek.

Kadınlığı sınırlayan, bastıran, eksikliğe kapatıp tanımlayanın erkeklik kurgusu olması fakat erkekliğin kendi tamlığında, erkeklikle tanımlanmasından söz ediyorum. Bir kadının erkeksiliği o ‘eksikliği’ gideren bir yüceltmeye tabi tutulurken bir erkeğin kadınsılığının yarattığı düşünülen eksikliğin nihai gerileyebileceği ruhsal yaşantı deliliktir. 

Feminizasyon, kadınsılaşma, özellikle Lacancılar için deliliğin çekirdeğinde yer alır. 

Bir yandan da uygarlık hikayemizin ataerkinin taşlaşması süreci, ayrıca deliliğin bu hikayeye karşı bir yokuş yukarı akış olduğu da düşünülürse büyücü, cadı, femme fatal, tekinsizliğin bedeninin niye kadın olduğu daha iyi sezilebilir. 

Erkekliğin kadınlıkla ve kadınlarla sınırlanmaya çalışılan cinsel güdülerinin bizzat kadınlık belirdiğinde saldırganlığa dönüşmesinin örnekleri çoğaldı. Genelgeçer erkek erotizmi ile kadına boyun eğdirmeye yönelik bilinçli-bilinçsiz arzu arasındaki bağ, kadın ‘hayır’ dediğinde erkek saldırganlığını o hayırın, dolayısıyla kendi güdümünde olmayan bir kadınlığın iptaline yönlendiriyor. 

'TANRI-YAZAR, TANRI YAPIMCI, TANRI HOCA...'

Tüm bunlarla birlikte, son yıllarda ülkemizde ve tüm dünyada özellikle kültür endüstrisinde rastlanılan tacizler için şu ortak nitelikleri söyleyebiliriz sanırım: 

Freud’un bir yerlerde yazdığı gibi bütün sanat yapıtlarında gerçekte tek bir kahraman vardır: ‘Majesteleri Ben.” Bunun kültür endüstrisinde karşılığı edebiyatta Tanrı-yazar, sinemada Tanrı-yapımcı veya yönetmen, akademide Tanrı-hoca… Hepsinin ortak çekirdeğinde ise primordial şef, ilkel sürünün lideri vardır. O, öylesine yaratıcıdır ki, zaten tüm kadınlar bu yaratıcılık için vardır. 

Bu çerçeve özellikle duyulan hayranlıkla birlikte yakınlıklara hipnoid bir bağ sunar. Tanrı-yazar için bu bağın varlığı değil, yokluğudur asıl şaşırtıcı olan. Kadının ‘geri kafalı’ olarak yargılanması o ‘yüce’ye teslim olmamasına gerçekten şaşırıyordur hipnozitör…

Öte yandan hemen her yazar ve okur, yapımcı / yönetmen ve oyuncu, hoca ve öğrenci ilişkisinde baştan çıkarmayı, dolayısıyla istismarı olası kılan ensestsi bir aralık oluşur. Bu arada, neredeyse tüm insanlık kültürünün askıya alındığı yanılsamalı mekanda işlenir suç. 

En nihayetinde Tanrı-yazar’ın apoletlerinin sökülmesi ve kovulmasında, böylece bir katartik etki sağlanmasında kültür endüstrisinin kendi ellerini kolayca yıkayışı da var. Zira bu yazar tipi epeyce o endüstrinin eseri. 

Artık o yanılsamalı mekanda kadınların kalmak istememeleri kendileri için bir varoluş mekanı edindiklerini de gösterir. Tüm bu alt üst oluş içinde en iyimser beklenti budur.

Bu bahiste şunu söyleyelim son olarak: Erkekliğin ‘mutlak olumsuz’, hatta mutlak kötü olarak anlaşılması da sorunlu. Erkeklik, en katı ataerkil kültür biçimlerinde bile bir kategori olarak ancak kastrasyonla, hadımla, gücünden feragatla mümkün… Bir ‘güç aşırılığı’na yaslanıp kadınları şeyleştiren her kimse, erkekliğinden, hatta kültürel bir varlık olmaktan uzaklaşıyor diyebiliriz. 

Mütecaviz, kadınla birlikte olası erkekliğini de sakatlar. 

----------

''BİZDE IRKÇILIK YOK' İDDİASINDA BİR İNKAR VAR'

Nerede insan varsa orada ırkçılık vardır. Hele de günümüzde, nüfus hareketlerinin bunca yoğun olduğu, şeylerin insanlardan daha hızlı dolaştığı, sınırların aşındığı dönemlerde. 

Bizde ırkçılık yoktur iddiasında bir yanda imparatorluk geçmişine, ‘Osmanlı barışı’na bir muhabbet olsa da öte yanda bir inkar var: Aynı geçmiş bir büyüklenmeci ideolojik çerçeve sunuyor ve o ‘barış’ın bir parçası olduğu düşünülenler başka bir irade göstermeye kalkıştığında hızla değersizleştiriliyor. 

Bu tutum Cumhuriyet’e de kalmış bir miras.

O değersizleştirmenin nihai gerilediği hal ise kişi veya grupları insanlıktan çıkartma, dehumanizasyon. Giderek de onlar olmasa her şeyin güllük gülistanlık olacağı düşlemi… Irkçılık tam da bu düşlemin gerçekleşme girişimidir.