R.T. Erdoğan’ın Japonya ziyareti pek çok başlığın yanı sıra “kadın üniversiteleri” gündemiyle de tartışılmakta. Hatırlanacağı üzere Japonya’da yalnızca kız öğrencilerin başvurabildiği “kadın üniversiteleri” Reis’i adeta büyülemiş ve hızlıca YÖK başkanına bu konuda çalışmalara başlaması için direktif vermişti.
Konu süratle kamuoyunda taraftar toplamış görünüyor. Gericiler büyük bir coşkuyla “Japonya bile bunu yapıyor, bizdeki karma eğitim zorlaması kabul edilemez” şeklindeki görüşlerini propaganda etmeye başladılar.
Haber Türk yazarı Sevilay Yılman gibi daha “utangaçları”, kadın üniversitelerini, “tarihi değeri var, biz tarihi değerlerimize sahip çıkamadığımız için pek çok köklü eğitim kurumunu karmaya döndürmek zorunda kaldık” diyerek savundu.1
Sevilay hanıma bakılırsa, bu tarihi değeri olan kadın üniversitelerinde, kadınlar iyi eş olma, çocuk bakımı, aşçılık, dekorasyon gibi dersler alabiliyormuş. Ne büyük lütuf düşünebiliyor musunuz?(!)
Sevilay hanım daha fazlasını da muştuluyor: “Japonya’da kadınlar illa bir şey olmak istiyorlarsa” karma eğitim veren yerlere gidebilirmiş. Çok teşekkür ederiz Sevilay Hanım. Kadınların iki yüz yıldır sürdürdüğü eğitim hakkı mücadelesini pek değerli köşenizde onurlandırdınız. Bu vesileyle “illa bir şey olmak isteyen kadınları” mutlu ettiniz (!)
Asıl ilginç olan Necmiye Alpay gibi değerli bir dilbilimcinin bu gerici koroya tuhaf fantezilerle yanlaması oldu:
“Kadın Üniversitesi ... Bence bir şartla mantıklı olur: Var olan üniversitelerdeki kadın araştırmaları bölümleri gibi, kadın sorunlarına odaklanan bir araştırma merkezi olması. Kadın Eserleri Kütüphanesi'nin büyütülmüş ve okullaştırılmış hali. Feministlerin yönetiminde.”
Alpay, bu önerisini bir de “Cumhuriyetin kadın politikalarının ufkunun aşılması” olarak görüyor!
Burada işin abc’sinden başlamak sıkıcılığı zorunlu görünüyor. Ey hayat!
En az iki yüzyıldır bildiğimiz bir şey var.
Kadınların eğitim dahil olmak üzere toplumsal yaşamın herhangi bir bölmesinden tecrit edilmesi en küflü, en kokuşmuş ataerki kanunlarından biridir.
Ataerki kadınları tecrit etmek ister.
Tecrit ettiğinizi işaretleyebilir, adlandırabilirsiniz.
Tecrit ettiğinizi kontrol edebilirsiniz, tecrit ettiğinizi iktidarınız altına alabilirsiniz.
Ataerkinin tecridi, kadınları sıkı sıkıya örtmeye, karışla santimle bedenlerini denetlemeye, hareketlerini kısıtlamaya, yaşam alanlarını kontrol etmeye, yediğine içtiğine, giydiğine çıkarttığına karar vermeye dayanır.
Önceki yüzyılda icat olunan “kadın üniversiteleri” de bunlardan biridir. Kadınların zihinsel entelektüel kapasitelerinin erkeklerden aşağı olduğuna ve erkeklerle yan yana eğitim alamayacakları esasına dayanır. Nitekim bu çağdışı yaklaşımın ürünü üniversiteler ABD başta olmak üzere pek çok ülkede birer birer kapanmaktadır.
Kaldı ki Japonya örneğindeki ağır ataerkil toplumu bilmeyen var mıdır?
Japonya, Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2018 Raporu'nda 149 ülke içinde 110. sırada yer alıyor. Bu listede Türkiye 130'uncu sırada.
Bu yıl ortaya çıkan bir skandal örnek akıl alır gibi değil. Tokyo Tıp Üniversitesi (TTÜ) giriş sınavında erkeklerden daha yüksek puan alarak başarılı olmalarına karşın, kadın adayların puanlarının bilerek düşürüldüğü, erkeklerin puanlarına ise ekleme yapıldığı ortaya çıktı.
Ülkemize dönersek, Türkiye’de kadının toplumsal yaşamdan tecridi en aşırı örnekleriyle Osmanlı’da köklenmiştir. Kadınlar tramvaylarda erkelerden perdeyle ayrılmıştır.
Kadınların alışveriş yapacakları saatler, kullanacakları yol güzergahları ayrıntılı kurallarla belirlenmiştir. Hastanelerde kadınlar için muayene saatleri ayrıdır. Sabah ve akşam olmak üzere kız ve erkek çocukları ayrı zaman dilimlerinde okullara gitmektedir vb.
Kadının giyim kuşamı üzerindeki tecritten bahsetmeye bile gerek yok.
Eğitim hakkı başta olmak üzere Cumhuriyet tüm bu tecrit politikalarına karşı devrimci bir darbe indirmiştir. Ne kadar başarılı olduğu, olanca eşitsiz gelişimi vs. tarihsel zemin unutulmaksızın elbette tartışılabilir.
Peki “kadın üniversiteleri” ile aşılması beklenen bu kazanımlar mıdır?
Sanki 17 yıldır nafaka karşıtlığından kürtaj yasaklarına, imam nikahından cezasızlık politikalarına pek çok kadın düşmanı uygulamanın mimarı AKP değilmiş gibi.
Sanki o üniversiteleri açma talimatı alan YÖK başkanı “toplumsal cinsiyet” kavramına savaş açmamış gibi.
Sanki o üniversitelerin rektörünü atayacak zat bizatihi “kadın erkek eşitliği yoktur, fıtrata aykırıdır” dememiş gibi.
Sanki OHAL’de kadın derneklerini, sığınma evlerini, Türkiye’nin ilk kadın haber ajansını, Van’da kurulan şiddet hattını bizatihi AKP kapatmamış gibi.
Sanki “kadınları koruyoruz” diyerek Pembe otobüsü savunanlar aynı iktidarın yöneticileri değilmiş gibi.
Fazla söze gerek yok.
Siz pembe üniversitelerinizi, pembe rüyalarınızda görmeye devam edin, biz kadınlar karma eğitimi, tecride uğramadan eğitim alma hakkımızı sonuna kadar savunacağız!