Kaçak sarayın kaçık sultanı

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok çok uzak bir ülkede bir sultan yaşarmış. Bu sultanı halk çok severmiş.  Sultan halk ne istiyorsa onu yapar, halkın düşünemediği şeyleri de düşünür, düşündüklerinde ve yaptıklarında da hep haklı çıkar, öyle ki bazen halka düşünmek için bir neden dahi bırakmazmış.

Yıllar böyle güzel geçerken bir gün sultan artık kendisi içinde bir şeyler düşünmesi gerektiğini düşünmüş. Aslında bir eli yağda bir eli balda olan sultanın herhangi bir şeye ihtiyacı yokmuş ama yine de artık yaşlandığını düşünen sultan “Bir günde kendim için bir şey yapayım” demiş. Bu düşünceden ilk zamanlar utanmış olsa da daha sonraları buna hakkı olduğuna kanaat getirmiş.

Sultanımızı işte bu saatten sonra uzun bir süre kıvranıp durmuş. Fikrini kimseyle paylaşmayan sultan zihninde her gün kendisi için ne yapması gerektiği konusunda karar değiştirip durmuş.  Bir türlü karar veremeyen sultan hasta olmuş, yataklara düşmüş.  Lokman Hekimler de bu derde bir çare bulup sultanı bir türlü iyileştirememişler.

 Günlerden bir gün sultanımız, hasta yatağından  zıpkın gibi fırlayıp derin bir nefes almış.  Aradığını bulan sultan, hemen yaverlerini çağırmış, en iyi mimarları, çoluğunu çoğunu yanına almış ve kararını açıklamış. Ülkenin en orta yerine en büyük araziye  şu anki sarayın yanında kulube  gibi kalacağı çok büyük bir saray yaptıracağını söylemiş.

Sultanın iyileşmesine çok sevinen saray ahalisi hemen işe koyulmuş. Başlamışlar o en büyük araziyi aramaya.

Bulmuşlar, bulmuşlar ama küçük bir sorunu halletmeleri gerekiyormuş. Bu arazinin bir sahibi varmış. Bu sahip, nuh diyor peygamber demiyor, burada yüzyıllık ağaçlara dokunmaya kıyamadığını söylüyor, eğer gidip sultan ile konuşursa onun da bu araziden vazgeçireceğini  söyleyip duruyormuş. Sultanın yeniden hastalanmasından korkan yaverleri çareyi bu adamı sultanın emirlerini uygulamamaktan dolayı hapse atmak da bulmuşlar. Ancak iyi kalpli sultanın bundan hiç haberi olmamış. Arazideki ağaçlar kesilmiş, çok kısa sürede sultanın adına yakışır çok büyük bir saray yapılmış.

Sultan, şu fani dünyada kendisi için yaptırdığı tek şey olan bu saraya daha taşınmadan bir çok hayal kurmuş.

Bir gün muhtarları, bir gün ozanları, bir gün esnafları toplayacak dertlerini dinleyecek. Onları da bu saraydan bir iki saatliğine nasiplendirecek, belki yüzlerce misafiri aynı anda sarayının odalarında gece misafir edecekmiş.

Saray sultanın ayaklarına serilmiş. Dört bir tarafa haber salınmış Sultan kabullerine başlayacak, halkın dertlerini dinleyecek, onlarla sohbet edecek, isteyenler yatıya bile kalabileceklermiş.

Sultan ilk gün beklemiş. Ama gelen olmamış. İkinci gün de ,üçüncü gün de bir gelen olmamış.  Sultan  bir terslik olduğunu anlayınca yaverlerini bu durumun nedenini sormuş. Yaverler ayak üstü bir yalan söyleyip ahalinin yarın mutlaka geleceğini söylemiş. Sultanın içine sular serpilmiş. O gece rahat uyumuş.

Yaverler, duruma çare bulmak için kıvranıp durmuşlar, meydanlarda, sokaklarda evlerde insanların saraya gelmesi için yalvarmışlar, mal mülk teklif etmişler. Ancak halk, sarayın kaçak yapıldığını söyleyip o saraya adım atmayacaklarını söylemiş.

Bunun üzerine çareyi,  hapisteki insanlarda bulmuşlar. Bir gün bile zindandan çıkma heyecanına kapılanlar sıraya dizilmiş. Böylece sarayın misafirleri  bir gün sadece hırsızlar, bir gün sadece katiller,  başka bir gün kalpazanlar, başka bir gün sahtekarlar olmuş. Zavallı sultan ise bu durumu hiç anlayamadan , sarayın sarhoşluğuna kapıldığından olsa gerek  bu suçlularla zevk ve eğlenceye dalıp gitmiş.

Masal bu ya, gün gelmiş misafirlerinin alttan altta anlattıklarından etkilenen ve  dertlenen sultanımız,  başta katiller, hırsızlar, sahtekarlar olmak üzere af ilan ettiğini buyurup, bu kader mahkumlarının af edilmesine karşı çıkan tek bir kulunun dahi sarayının kapısından içeri alınmayacağını, iki kez itiraz edenlerin ise  kendisine bir darbe girişimi  yapmak kadar ağır bir suçu işlemiş kadar olacağından  hareketle  hapishanelere gönderilmesini buyurmuş.

Zavallı ülkede bu saatten sonra hırsızlık ve katillik başta olmak üzere suçlar her gün biraz daha artmış. Ancak bu suçlular içeride bir ay dahi kalmadan  yeni tebdili kıyafet hapisten saraya yol alıyorlarmış.

Hapishanelerde ise, ikinci kez itiraz edenlere artık yer bulunamaz olmuş. Yeni hapishaneler inşa edilmeye başlanmış.

Artık  bu durumdan usanan halk bir gün toplanmış. Bu derde  çareyi bulmak için düşünüp taşınmışlar.  Aralarından  birkaç kişiyi bu suçlular kılığına sokarak saraya gelen ekiplerin arasına sokmayı planlamışlar. En uygun bir anda biri çıkıp tüm durumu sultana anlatmak ve  onu  acilen bilinçlendirmek gerektiğine oy birliği ile karar vermişler.

Planlar yapılmış ve bir gün hırsız ve katil olmayan biri bu saraya girmeyi başarmış.

Saraya ayak  basar basmaz bu halk adamı bir de ne görse beğenirsiniz. Sultanın kaftanı bir hırsızın sırtında , kavuğu bir katilin başında imiş. Sultan ise bahçede atış talimi yapıyormuş. Şaşkına dönen bu halk adamı  sultanın yanına  yaklaşmış ve onunla konuşmaya çalışmış. Sultanın hiç ilgisini çekmeyen halk adamı  durumu biraz daha izlemiş.  Sultan, sürekli kızıyor, oraya buraya emirler yağdırıyor, bu gün emirlerine uymayan kaç kişi olduğunu soruyor, ıslah için yeni talimatlar geçip duruyormuş.

Saraydan kaçıp kurtulmayı başaran bu halk adamı, onun yolunu gözleyenlere durumu anlatmış. Kimse duyduklarına inanamamış. Anlatılanları dinleyen bir çocuk hemen parmağını kaldırarak söz almış. Bunda inanamayacak ne var demiş. “Kaçak Sarayın, Kaçık Sultanı olmuş sultanımız”

Halk, bu gerçeği işte  böyle öğrenmiş…

Bu masalda burada bitmiş…

Bitmesin mi? Böyle mi bitmesin?

Masal canım bu… Türk Ceza Kanunu mu sandınız?