İyi, kötü ve çirkin

Soru, Yunanistan’daki orman yangınıyla bir kez daha gündeme geldi: “Ateşin bol olsun”, “üstüne benzin dökülsün” gibi şeyler söyleyecek kadar çirkinleşmiş insanlar yeni mi peydahlandılar yoksa hep vardılar da sosyal medya aracılığıyla daha mı “görünür” oldular?

İyi ve Kötü başka ülkelerde de Türkiye’de de hep olagelmiştir. Ama bu ikisinin indirgenebilir, hep aynı kalan bir özü yoktur.  İyi’nin ve Kötü’nün kendilerini ortaya koyuş biçimleri tarihsel dönemlere göre farklılaşır ve özgülleşir. Ayrıca, aralarında karşılıklı etkileşim vardır. Kötü’nün kendini belirli bir dönemde ortaya koyduğu biçimler İyi’ye yeni, farklı özellikler kazandırır; buna karşılık İyi’nin yeni ilgi alanları ve duyarlılıkları da Kötü’yü zıvanadan çıkarır, daha beterine yöneltir… Aynı zamanda çirkinleştirir… 

Ve böyle gider…

Kısacası, İyi’nin de Kötü’nün de saf bir ilk hali, “başlangıcı”, “kökeni” yoktur; tarihsel ve toplumsal olarak belirlenmiş dönemsel tezahürleri vardır.

Sonuçta, böyle konularda “yapısalcı” denebilecek bir yaklaşıma karşı “tarihsellikten” yana olduğumuzu belirtmiş olalım ve geçelim.

*** 

Belki az önce söylenenlerin ardından uzun bir sıçrama sayılır; ama gene yapısallık-tarihsellik bağlamına oturtulabileceğini düşündüğümüz bir soru daha var: 1923 Cumhuriyet’i, bugün gelinen noktaya mahkûm muydu?  Bugün, 95 yıl önce çizilmiş bir kaderin, bir yazgının kaçınılmaz sonucuyla mı karşı karşıyayız?   

Kimilerine göre öyledir. Zaman zaman sert ve ödün vermez bir ortodoksluk çeşnisiyle servis edilen bir teze göre, Cumhuriyet’in kendi çelişkileri sonucunda varacağı yer burası olabilirdi ve sosyalizm olmayınca da ancak böyle olurdu…

Kuşkusuz, her burjuva cumhuriyet kendi temel çelişkileriyle birlikte ortaya çıkar ve burjuva cumhuriyet sınırları içinde kalınarak bu çelişkilerin çözülmesi mümkün değildir. Ancak, hiçbir ilk kuruluş, barındırdığı çelişkilerle, o kuruluşun sonunda nereye varacağını peşinen belirlemez.   Belirlediğini düşünmek, birbirini izleyen tarihsel dönemlerdeki sınıfsal ve siyasal mücadelelerin etkilerini ve sonuçlarını sıfırlamak demektir.

O zaman yeniden özetleyelim: Türkiye’nin 2018 yılında geldiği nokta, çelişkileriyle birlikte 1923 Cumhuriyeti’nin “yapısının” ya da “doğasının” değil, aradan geçen 95 yıllık süreçteki sınıfsal ve siyasal mücadelelerin sonucudur. Bu sonuçta, sınıf hareketinin, sosyalist mücadelenin eksiklik ve zaaflarının payından elbette söz edebiliriz; ama “zaten Cumhuriyet’in yapısı bugüne yazgılıydı” demek ne idüğü belirsiz bir yapısal belirlenimciliğe teslim olmak demektir.   

Bugün ABD ne kadar 1776’nın, Fransa ne kadar 1789’un, hatta Rusya ne kadar 1917’nin  “kaçınılmaz sonucunu” yaşıyorsa Türkiye de 1923’ün “kaçınılmaz sonucunu” o kadar yaşamaktadır.

***

Bugün, ülkenin “sosyalist geleceği” şöyle dursun toplumun kendisinden, halktan umudu kesenler var…

Oysa 1965 yılından bu yana yapılan seçimlere bakıldığında o malum “yüzde 60-65/yüzde 40-35” dağılımında pek bir değişiklik görülmüyor. Değişen ve insanlara asıl ürkütücü gelen, sağ iktidarlarla birlikte geleneksel yüzde 60-65 içinde eskisine göre farklılaşmış, yeni bir “kemik sağın” türemesi, olanca saldırganlığıyla kamusal alanda daha görünür hale gelmesidir.

Kötü budur, buradadır.

“İyi, Kötü ve Çirkin” Sergio Leone’nin ünlü “western triolojisinin” (üçlemesinin) üçüncüsü sayılır.  Bizde, Türkiye siyasetinde olan ise, uzunca bir süre bu üçlüyle giden süreçlerin son dönemde Kötü’nün ayrıca bir Çirkin’e yer bırakmayacak kadar kötüleşmesi ve çirkinleşmesi sonucunda ikili bir karakter kazanmasıdır.

İyi’ye gelince: “Halkımızın değerleri ve kutsalları” diyerek; iyiyi, doğruyu ve güzeli dinsel metinlerden çıkarmaya çalışarak; demokrasi,  çoğulculuk ve hoşgörü vaazlarıyla yetinerek, hepimiz aynı gemideyiz edebiyatı yaparak alınabilecek yol yoktur. Dönem Kötü’ye Çirkinlik başta yeni özellikler kazandırmışsa, en başta yapılması gereken, İyi’nin de kendi soluğunu tazelemesi, cesaret ve kararlılığını bilemesidir. 

Kim ne derse desin; İsmet İnönü’nün sözünü değiştirerek kullanmakta sakınca yoktur: “Bir memlekette iyiler, kötüler ve çirkinler kadar cesur olmadıkça o memlekette kurtuluş yoktur.”