İtaat (Siyasapati - 3)

Öne çıkarmak istediğim nokta, sosyal bilimler tarihin en önemli ve en “etik dışı” bilimsel deneylerinden biri kabul edilen Milgram Deneyi’nin kendisi değil. Sonuç raporlarının basit bir dipnotu aslında... Bir iki cümlelik bir not. Ama bu notun hakkının verilebilmesi için tüm deneyi bilmeyen okurlar için özetlemem gerekir. Ama önce, serinin ikinci yazısında bahsettiğim Nürnberg Mahkemeleriyle başlamak daha doğru olacak.

Çoğumuz hem Nürnberg Mahkemelerini hem Milgram Deneyini liseden ve genel kültürle, filmlerle kısmen biliyoruz. Ama ayrıntılar şeytanı gizliyor. Her şeyden önce duruşmaların 1946 sonunda başlayıp 1977 yılına kadar sürdüğüne ne demeli? 31 yıl, aynı zamanda bugün bildiğimiz çağdaş Avrupa’nın doğum sancılarına da sahne olan uzun bir süre değil mi? Deneyin duruşmalarla doğrudan bir ilgisi yok ama Nazilerin yargılanması süreciyle iç içe. Çünkü aslında bu 31 yıl boyunca ne zaman bir Nazi köpeğine “niye suç işledin, niye katliama yardım ettin?” diye sorsalar, çoğunlukla “emir aldım” demiş.

Nürnberg (veya Nuremberg); ABD’nin dehşet hava bombardımanında ayakta kalan kimi kamu binaları olan sayılı kentlerden biri olduğu için seçilmiş. Ayrıca birleştirilebilir büyük mahkeme salonlarından komşu cezaevine tünellerle erişilebiliyormuş.

Aslında konumuz Nürnberg’te Aralık 1946-Ekim 48 yıllarında Nazi üst yönetiminden 148 kişinin yargılandığı ve nihayetinde sadece 13 kişinin kurşuna dizildiği yargılamalar değil, daha çok 1977 yılına kadar süren, ana duruşması 1966’da yapılan ve “yukarıdan emir alan” Yahudi toplama kampı orta ve alt kademe yönetici ve teknisyenlerinin yargılamaları.

Bu duruşmalar süredursun, 1960’ta Adolf Eichmann, Nazilerin tüm Yahudi operasyonlarının esas sorumlu ve yöneticisi,  MOSSAD tarafından Arjantin’de gizli operasyonla yakalanarak İsrail’e kaçırılıyor. İsrail o dönem Sovyetler etkisinin de altında, insan hakları konusunda duyarlı bir tutum sergiliyor. Eichmann davasının mümkün olduğunca bir intikam linci görüntüsünden uzak tutulması için etkileyici sayılabilecek bir bilimsel vitrin yaratma peşine düşüyorlar. Dava, 1962’de Eichmann’ın asılmasına kadar sosyal psikoloji alanında çığır açan bir bilimsel aktiviteyi tetikliyor.

Vitrinin büyük kısmı normal olarak ABD üniversitelerine düşüyor. Özetle Yahudi toplumu, nasıl olup da Avrupa’nın “uygar insanları”nın hallice bir kısmının, kitlesel bir histeriyle, kendilerini dünyadan toptan silmeye kalktığının bir açıklamasını istiyor…

O sıra Eichmann da “ben emir kuluydum” demesin mi? Eichmann gibi ayrıntılı bir soykırım ve savaş makinesinin tasarlayıcılarından birinin bir alt kademe subay gibi ifade vermesi Milgram deneyinin akademiden “sipariş edilmesi”ne neden oluyor.

Yale Üniversitesi psikoloğu Stanley Milgram, deneylerine 1961 Temmuzunda başladı. Bir dizi tekrar, geliştirme ve yasaklamalarla geçen yıllardan sonra derinlikli ve bütünlüklü sonuçlar ancak 1974 yılında yayınlanabildi. Çok özetle “bilimsel bir deney” süsü verilmiş bir ortamda, profesör rolü oynayan bir kişi, öğrenme araştırması yapmakta. Rastgele seçilen denekler, oyuncu olduğunu bilmedikleri bir “kurban” daha iyi öğrensin diye hocanın isteği üzerine ona elektroşok veriyorlar. Deneklerden şok miktarını ayarlayacak ve üzerinde iki eşik gösterge belirten bir cihaz kullanmaları isteniyor. İlk çizginin acı eşiğini, ikinci çizginin ise hayati tehlike eşiğini geçtiği her deneğe bildiriliyor.

Deneyi kuran Milgram ve arkadaşları, kendi aralarındaki sohbette iki eşiği de geçecek denek oranını yüzde 10’larda tahmin ediyorlar. Denekler, kurbana gerçekten elektrik verdiklerini düşündükleri ve iki çizgi hakkında bilgilendirildikleri halde; kabaca yüzde 60-65 oranında bir yüzdeyle iki çizgiyi de geçiyorlar. Yani üç insandan ikisi, “haklı gerekçeler” varsa bir insana işkence edilebileceği hatta hayatının tehlikeye atılabileceği yargısına varıyor. Gözlerinin önünde bir başka insana “bilimsel amaçlı” acı çektiriyorlar.

Etik olarak son derece aşağılayıcı ve deneklere zarar verici nitelikte olan bu deney yasaklanana kadar neredeyse on yıl geçiyor. Bu süre boyunca da daha iyi set edilmiş deneylerle, eşiği geçmeyi reddeden insanların oranı azaltılmaya çalışılıyor. Kendisinden akımı artırmayı talep eden kişinin otoritesini artırıcı çeşitli önlemlerle… En son “konsültasyon yapan bir profesör heyeti” rolü yapan oyuncular, reddedenlere düğmeye basmaları bilimsel olarak şart, “bu insanlığın geleceği için gerekli” türünden ifadelerle baskı yapıyor ve hatta yine reddeden deneğe düpedüz “işlerini bozduğunu” söyleyip, bağırıp tehdit ediyorlar, oran yüzde 20 civarına kadar düşebiliyor!

Bundan iyi bir sonuç çıkarabiliriz belki. İnsanoğlunun beşte biri, ölse başka bir insana zarar vermeyecek bir yapıya sahip. Devlet sönümlendikten sonra toplumlarımızı muhtemelen şu an siyasete hiç uygun olmayan bu empatlar yönetecek…

Esas söylemeye çalışacağım kötü sonuç da işte bu deney raporlarının birindeki dipnottan geliyor: Deneylerin hemen tümünü inceleyen araştırmacılar, hangi görüntü altında olursa olsun, yapılan hiçbir deneyde, hiçbir deneğin “olay çıkarmadığını” kayda geçirmiş.

Yani o kadar deney boyunca, acı çektirmeyi reddeden yüzde 20 ilâ 35 arası “vicdanlı” denekten hiçbiri, tek bir tanesi bile, kurban için sağlık yardımı talep etmemiş, polis çağırmamış, fakülteye veya savcılığa deneyin iptal edilmesi başvurusunda bulunmamış, sadece, çoğu zaman ağlayarak, çıkıp gitmiş…

İnsanoğlunun faşist baskı karşısındaki “olağan” tepkisini açığa vuran bu kirli deney, aynı zamanda faşizme karşı “direnen kahramanlar” temasının değil, dayanışmanın, birbirinden güç almanın daha etkili ve geçerli olduğunu, hem de çok daha insani oluduğunu müjdeler gibi.

www.twitter.com/ErgunCagl