İslam’dan demokrasi çıkmaz!

Cumhurbaşkanı Erdoğan BM dönüşünde bir kez daha “İslam’ın bir barış dini” olduğuna vurgu yaparak, IŞİD ve bölgedeki İslami şiddet örgütleri işaret ederek “bunların hiç bir şekilde İslam ile alakası yok. Bizim dinimiz birliğin ve barışın dini. Kardeşliğin dini. Bizde kardeş kavgası yok. Bu olaylar tüm dünyada İslam'a gölge düşürüyor “dedi.

Konu İslam ve din olunca, bu güzellemelerden kimse kurtulamıyor. Bu konuda yapılacak eleştiriler “din düşmanı” olarak niteleneceği kaygısıyla, din ve İslam konusunda söylem hemen tekleşiyor. Bu nedenle bu söylem, yalnızca Erdoğan’a ait olan bir söylemden çıkıyor, örneğin parlamentoda grubu olan CHP ve HDP de dahil bütün partilerin neredeyse “ortak söylemine” dönüşüyor. Arkasından da, siyasetin, sosyal ve kültürel hayatın, sonrada sokağın bütün alanlarında fazlasıyla kabul gören bir ezber olup karşımıza dikiliyor!

Sokak “böyle düşününce”,  örneğin Türkiye’de tekciliğin ve ayrımcılığın sembolü olan Diyanet İşleri Başkanlığı, yalnızca terör meselesinde değil, zorunlu din dersi uygulamasına yönelik itirazlar yükseldiğinde ya da Cemevi talebi öne çıktığında bile hemen klasikleşmiş bu yalana başvuruyor: Döne döne bir masal tadında İslamın ne büyük bir “barış ve kardeşlik dini olduğunu ancak zaman zaman radikal unsurlar tarafından kötüye kullanıldığını” anlatmaya başlıyor…

Oysa gerçeğin böyle olmadığını başta “iktidar sahipleri” olmak üzere herkes biliyor. Üstelik bu gerçeği bilmek yalnızca bugüne ait değil, dün de böyleydi, önceki gün de…

DAR-ÜL HARB, DAR-ÜL İSLAM

İnsanları “Müslüm, gayri-Müslüm”, toplumları da “Dar-ül İslam” (yani Müslümanların hakim olduğu yer) ve “Dar-ül harb” (yani kâfir bir hükümdarın egemen olduğu yer) diye ayırınca Dar-ül harbi Dar-ül İslam haline getirmek için cihad da kaçınılmaz olur! Üstelik bu cihad yalnızca “dışarıda” olmaz, kendine benzemeyen “içerdeki katl-i vacip kafirlere” karşı da olur!

Lafı dolaştırmadan söylersek, yalnızca dün değil, bugün de iktidar olan veya iktidar olmak isteyen dinden ne barış, ne de demokrasi çıkar. Bu gerçek, yalnızca dün El Kaide, bugün El Nusra veya IŞİD için geçerli değil, bütün siyasal İslami hareketler için geçerlidir! Çünkü El Kadide de, IŞİD de yalnızca sonuçtur! Dini merkeze ve iktidar hedefine alan siyasetin sonucudur! Çünkü, dini tercihlerine bakarak yapılan politika, kaçınılmaz bir şekilde hüsranı beraberinde getirir. Tıpkı 56 İslam ülkesinde olduğu gibi!

Anayasalarının ilk üç maddesinden birinde “devletin dini İslam”dır diyen veya “İslam hukukunu referans” gösteren 56 İslam ülkesinde demokrasinin, özgürlüklerin olmaması, bu ülkelerde kutuplaşmaların en üst seviyede olması, dini farklılıkların sonucu sürekli olarak ölümlerin yaşanması asla ne bir tesadüf, ne de münferid bir durumdur! Bütün neden, din üzerinden iktidarı kurgulamaktır! Açık ki, iktidar olan din, demokrasiyi de, özgürlükleri de, barışı da reddeder!


56 İslam ülkesi içinde Anayasası’nda “devletin dini İslam”dır  belirlemesi olmayan ve laiklik vurgusu yapan tek ülke olan Türkiye’de de dine saygılı olmakla, dinin devletin kurumsal yapısı dışına çıkartılması hep birbirine karıştırılmıştır. Sünni İslam 16. Yüzyıldan itibaren, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki iradi müdahalelere rağmen, her dönem resmi devlet dini olmuştur. Öyle ki, Türkiye’nin bugüne kadar gördüğü en özgürlükçü Anayasa olan 1961 Anayasası’nın bile en önemli defosu din ile ilgili olan bölümleridir…

1961 Anayasası ile Demokrat Parti döneminde bile yapılamayan hamle “Milli Birlik Komitesi” eliyle yapılmış ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkiye ölçeğinde kurumlaşması sağlanmış, hatta 1924’de kendisine biçilen ve oldukça dar bir alana sıkıştırılan “itikat ve ibadet alanı” çemberi fiili olarak kaldırılmış, devletin ve toplumun “dindarlaşmasının” önü açılmıştır…

EĞİTİMİN DİNCİLEŞMESİ NORMAL!

Diyanet’i, dolayısıyla dini, devletin kurumsal kimliği dışına çıkartmak ve kaldırmak yerine “devletin kontrolünde yeni bir devlet dini yaratarak”  toplumu “terbiye etmek ve kontrol altına almak” hesap edildiği için, din her dönem güçlenen ve bütün toplumun dokusuna nüfuz eden bir yapıya dönmüştür. İktidardaki veya iktidar çeperindeki siyasi aktörler, “dindarları ürkütmemek ve kazanmak” adına her dönem bu sürece destek verirken, sosyalist sol ve genel olarak devrimci hareket de son yıllara kadar bu konuda susmayı tercih etmiştir… (Zorunlu din dersine karşı çıkışın tarihi bile 12 Eylül’den tam12-13 yıl sonraya 1995’lere rastlar!)

AKP döneminde ise, İslamı yeniden keşfeden ve İslam’a ilerici, demokrat bir rol biçmeye çalışanlar da bu konudaki eleştirileri, hatta olağan kaygıları abartı ve bilinçli bir korkutma çabası olarak yorumlamışlar, elitist ve vesayetçi laiklere bakarak ısrarla İslam’dan demokrasi ve barış çıkarmaya çalışmışlardır. Bundan dolayı da sürekli olarak AKP’den değişimin ve demokrasinin partisi, Erdoğan da demokrat yaratılmaya çalışılmıştır. Gelinen sonuç ortadadır: İktidarın referansı tereddütsüz her alanda İslam’dır ve iktidar İslami referanslara uygun olarak bütün toplumsal ve kamusal alanı yeniden düzenlemektedir! Çünkü İslam yalnızca öteki dünyanın dini değil, asıl olarak “bu dünyanın dinidir”! İktidar henüz “bu İslamın emri, ben bunu yasakladım” aşamasına gelememiş olsa da, “dindar ve kindar gençlik yetiştirmek için” yeniden yapılandırılan eğitim sisteminde, okulların İmam Hatip’lere dönüştürülmesi, her okulda mescit açılması, din dersi sayısı sürekli arttırılması, türban serbestliğinin “özgürlük” iddiası ile10’lu yaşlara kadar inmesi sürpriz değildir!

IŞİD YALNIZCA BİR SONUÇTUR!

Yalnızca İslamdan, Sünni İslamdan değil, işin doğrusu Hristiyanlık dahil hiçbir dinden, hele hele iktidar  dininden asla demokrasi çıkmaz… Dinden demokrasi çıkmayacağı gerçeğini yüksek sesle söylemeye başlayamazsak, halen dini kontrol altına alma ya da dünyanın en siyasi dinlerinden biri olan İslam için ısrarla onu bir de “pamuklara sararak” güzellemeler yapmaya devam edersek bugünleri de arayacağımız kesin...

Din ve iktidar, din ve devlet arasındaki ilişki bitirilmeden, şiddete ve savaşa, ayrımcılığa ve kutuplaştırmaya, demokrasi, özgürlükler ve insan hakları açısından tavır almadığımız sürece bu IŞİD biter, başka bir IŞİD ortaya çıkar! DP biter, AP olur, o biter AKP olur! Çünkü IŞİD’de AKP’de yalnızca birer sonuçtur! Siyasi davranış kalıpları değişmez; Kendine benzemeyen her hal ve şart altında öteki olur! Kimine göre katl-i vacip, kimine göre hain! Çünkü din, kaçınılmaz bir şekilde “tek”liği ve “kayıtsız itiatı” zorunlu kılar…

Bilmekte yarar var; Türkiye’de laiklik yeniden yapılandırarak işletilemediği, İslam coğrafyası da laik olamadığı ve din iktidarın kurumsal yapısı dışına çıkarılmadığı sürece İslam ve terörü sürekli olarak yan yana anmak, Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın “zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersini tartışmaya açarsanız tabii uyuşturucu gelir, şiddet gelir, ırkçılık gelir onun yerini doldurur” şeklindeki ucuz söylemlerini de dinlemek zorunda kalacağız!

[email protected]

1 Ekim 2014, İstanbul