Bu hafta, Özge Pirinççioğlu'nun dizilerdeki çalışma koşullarıyla ilgili "insan canının değerli olduğunun nasıl anlaşılması gerekiyor. Hep beraber bir greve gidilir, sektör durur" diyerek bir kez daha gündeme getirdiği, dizi ve film setlerindeki çalışma koşullarından, işçi sağlığı ve iş güvenliğine dönük olarak Oyuncular Sendikası ve Sine-Sen ile birlikte yaptığımız çalışmalardan söz etmeye başlayacaktım. Ama kesinlikle hazmedemediğim bir rezalet üzerine iki hafta sürecek dosyamı ertelemeye karar verdim.
Mevzu şu sevgili okurlar; İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nde birlikte çalıştığımız, mücadele ettiğimiz arkadaşım Dr. Coşkun Canıvar hakkında açılan soruşturma! Rezalet mi, kepazelik mi ne diyeceğimi bilemedim. Kısaca konuyu anlatmaya çalışayım ve bu olaydan yola çıkarak işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda sürekli karşımıza çıkarılan eğitimlerden bahsedeyim.
2 senedir İstanbul Üniversitesi (Çapa) Tıp Fakültesi'nde işçi sağlığı ve güvenliğine dönük sağlık işçilerinin eylemleri oluyor ve Coşkun arkadaşımız bu süreçlerde en fazla emek harcayan arkadaşlarımızdan birisi. Taşeron işçisi Zafer Açıkgözoğlu'nun hastalanması sürecinde onu yaşatmaya dönük girişimler, hastanede işçi sağlığı söyleşileri ve ölümü sonrasında da pek çok eylem, etkinlik yapıldı ve tüm bu çalışmalarda Coşkun arkadaşımız hep vardı. Buraya kadar sorun yok gibi görülebilir. Ama mevzu öyle değil, Dr. Coşkun Canıvar ve arkadaşları tehlikeli insanlar! İstanbul Tabip Odası, SES Aksaray Şubesi, Dev Sağlık-İş, Eğitim-Sen Üniversiteler Şubesi, Taş-İş Der, Tez Koop-İş'in katılımıyla İstanbul Üniversitesi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'ni oluşturan insanların hepsi son derece tehlikeli insanlar! Bu tehlikenin farkına varmamızı sağlayan ise hastanede çalışmakta olan taşeron firma. Tehlikeye neden olan fiil ise Coşkun'un işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimlerini engellemeye çalışması!!! Bu kepazeliğin biraz daha ayrıntısına bakalım dilerseniz.
İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’nde son 2 yıl içinde 2012 yılında klima takarken 6. kattan düşen Serkan Borucu’yu ve taşan kanalizasyona zorla müdahale etmeye zorlanması sonrasında karaciğer yetmezliği gelişen Zafer Açıkgözoğlu’nu geçtiğimiz Ağustos ayında kaybettik. Bu iki iş cinayetinin gerçekleştiği hastanede 6 Temmuz 2014 tarihinde Atlas isimli taşeron şirket bünyesinde çalıştırılan 400 sağlık işçisi ses sisteminin yetersiz olduğu, sessizliğin sağlanamadığı bir amfiye dolduruluyor. Amaç iş sağlığı ve güvenliği eğitimi vermek. Laf olsun diye yapıldığı belli olan eğitimin niteliksiz, süre olarak yetersiz, eğitim ortamının uygunsuz ve eğitime katılan kişi sayısının çok fazla olduğu aşikar. Bu nedenle TAŞİŞ-DER başkanı ve çalışan temsilcisi Cemal Bilgin ve İstanbul Tabip Odası hastane temsilcisi ve SES üyesi Dr. Coşkun Canıvar bu eğitime itirazda bulunuyor. Ama şirket yöneticileri, alelacele işçilere eğitime katıldıklarına dair imza föyleri dolaştırmaya başlıyor ve bu itiraza katılan bir grup işçi verilmekte olan niteliksiz eğitimi kabul etmediklerini söyleyerek salonu terk ediyor. Bunun üzerine Atlas isimli şirketin müdürlerinin emriyle Coşkun Canıvar ve Cemal Bilgin hakkında Anayasanın 42. Maddesi gereğince ‘eğitim ve öğrenim hakkının engellenmesi’ ve ‘6331 sayılı yasa gereği verilen iş sağlığı ve güvenliği eğitiminin engellenmesi’ suçlamalarını içeren bir tutanak tutuluyor ve İstanbul Tıp Fakültesi Başhekimliğinin soruşturma talebi Dekanlık tarafından kabul edilerek arkadaşlarımıza soruşturma açılıyor.
Bu yaşananlara rezillik mi, kepazelik mi, komedi mi diyelim bilmiyorum. En iyisi öfkelenelim, daha fazla öfkelenelim ve işçi sınıfının sağlık ve güvenlik mücadelesini bir adım daha ileriye taşımaya çalışalım. Bu konuda geçen Cuma günü bir basın açıklaması yapıldı ve haber portalımızda da haberi çıktı (http://ilerihaber.org/capa-tip-fakultesinde-sorusturma-eylemi/3731/). Yapılan basın açıklamasından kısa bir bölümü burada zikretmek istiyorum:
"Şirket tarafından arkadaşlarımıza yöneltilen eğitim hakkının engellenmesi kapsamındaki suçlar göstermelik olarak verilen işçi sağlığı eğitimleri ile tam da Atlas Şirketi’nin kendisi tarafından işlenmektedir. Ayrıca bu tutanağın altına imza atan işçi arkadaşlarımızın üzerinde ne yazdığından habersiz imzalamaya zorlandıklarını da bilmekteyiz. Bahsi geçen eğitim toplantısında sunumu yapan iş sağlığı ve güvenliği uzmanı şirket bünyesinde çalışanların ‘az tehlikeli işyerinde’ çalışıyor göründüğünü belirtmiştir. Oysa hastaneler ‘çok tehlikeli işyeri’ kapsamındadır. Buradan anlaşılacağı üzere Atlas şirketi SGK’ya yalan beyanda bulunarak işyeri tehlike sınıfını ‘az tehlikeli’ olarak göstermiştir. Böylece yılda 16 saat verilmesi gereken iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri 3 yılda 8 saat verilmektedir. Ayrıca aynı şirket tarafından daha önceki işçi sağlığı eğitim toplantılarına katılmayan işçi arkadaşlara sahte katılım belgeleri düzenlenerek imza karşılığında elden teslim edilmeye çalışılmıştır. Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere bu eğitim toplantıları işçi sağlığı için değil ‘ŞİRKET SAĞLIĞI’ için yapılmaktadır. Bizler bu mesnetsiz suçlamaları da, göstermelik olarak verilen niteliksiz ve yetersiz işçi sağlığı eğitimlerini de kabul etmiyoruz."
Bu kepazeliğin takipçisi olacağımızı belirteyim ve şu eğitim meselesine kısaca değinmeye çalışayım.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği eğitimleri: Her derde deva bir ilaç (!)
Eğitim meselesi, "cahil, dikkatsiz işçi" söylemini desteklemek amacıyla sürekli öne çıkarılır. İşçiler zaten eğitimsizdir, zaten dikkatsizdir, zaten kazaların büyük bir kısmı işçilerin dikkatsizliği ve tedbirsizliğinden kaynaklanmaktadır, e o zaman yapılacak şey, işçilere eğitim vermektir! İşçilere eğitim vermek de maalesef yetmez, çünkü işçiler hemen unutur, o kadar eğitim vermemize karşın hep işin kolayına kaçar ve kişisel koruyucuları kullanmaz, söylenenlere kulak asmaz. Bundan bir iki sene önce, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda konuştuğunuz insanların yaklaşık yüzde doksanı bunları gayet doğal bir şekilde söylerdi ve "kaza işte" deyip geçerdi. Bu alandaki mücadele sonucunda artık "kaza" derken bile insanlar çekinir hale geldi "iş cinayeti" kavramı giderek yerleşiklik kazandı. Bu alanın ideolojik ve siyasal mücadelede ne kadar önemli olduğunun göstergelerinden birisi olarak altını çizelim. Ama bu eğitim meselesi hala başımızı ağrıtmaya devam ediyor...
Yasal olarak sermaye sahiplerinin çalıştırdıkları işçilere, yaptıkları işe (yapılış tarzı, kullanılacak malzemeler, yöntemler, teknoloji vs.) ve o işin tehlikelerine, bu tehlikelerden doğacak risklere dair bilgilendirme yapmak, eğitim vermek zorundadır. Ancak bu eğitimler neredeyse hep ya göz ardı edilir, ya da -mış gibi yapılır. Bugüne kadar yaptığım bilirkişiliklerde dikkatimi çeken hususlardan birisi, "işveren"in, işçinin bireysel hatasından söz edilmesinin dahi mümkün olamayacağı olaylarda dahi dava dosyasına verilen eğitimlere dair belgeleri koyma çabasıdır. Bu belgeleri incelediğimde hep şunu gördüm, genel bir içeriğe sahip, kalabalık gruplara verilen, en iyisinde dahi bir kaç örnek olayın, o örnek olaylarda da işçinin hatasının vurgulandığı, klasik bir kaç saatlik eğitimler... Sanık veya davalı olarak yargılanan sermaye sahibi açısından, bu eğitimlerden, eğitimlerin içeriğinden çok daha önemli olan şey imza föyleridir. Ölen veya yaralanan işçi eğitime katılmış mı, eğitime katıldığına dair imza föyü var mı, "eğitime katıldım, dinledim, anladım" diye bir belgeye imza atmış mı atmamış mı? Halbuki işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimleri kesinlikle kapsamlı bir şekilde ele alınması gereken bir konu. Pedagoglardan psikologlara, mühendislerden sağlıkçılara, bilimsel tekniklerle hazırlanması gereken bir eğitimden söz ediyoruz. Aylık kapsamlı eğitimler, haftalık rutin eğitimler ve en önemlilerinden birisi iş başı eğitimleri (tool box training); önemli ve tehlikeli işler öncesinde yalnızca o işe özgü eğitimler vs. vs. Tüm bu eğitimlerin kapsamlı bir şekilde verilmesi, her sektör, her iş, her işyeri için ayrı ayrı hazırlanması gerekiyor ve soruyorum, acaba sizce bunlara zaman harcanır mı? İÜ Çapa Tıp Fakültesi'nde olduğu gibi doldur amfiye imzalat kağıdı bitsin gitsin, itiraz edene de soruşturma aç...
Eğitim önemli evet, ama işçi sağlığı ve iş güvenliği risk hiyerarşisinde başta yer alan hususlardan birisi değil, bunu daha önceki bir yazımda ayrıntısıyla belirtmiştim (http://ilerihaber.org/yazarlar/emre-gurcanli/isciler-neden-olmek-zorunda/69/). Eğitim olacaksa da, bilimin ve teknolojinin olanaklarından yararlanarak, işçilerin katılımı ve önerileriyle oluşturulacak eğitim programları zorunlu, bu da tek başına işyeri ölçeğinde değil, toplumsal ölçekte bir "emeğin korunması" programıyla ancak gerçekleşebilir...
Çok uzatmadan, öfkeyle oturup yazdığım bu yazıya son verip, arkadaşım Dr. Coşkun Canıvar'a bir kez daha desteğimi ileteyim; merak etme Coşkun o soruşturmalar bizim için yok hükmündedir, aslolan senin mücadelendir!