IŞİD’le mücadele yalanları ve sol

Bazıları için dünyada olup bitenleri anlamak çok kolay. Karmaşık görünen bir gelişme mi yaşanıyor? Kesinlikle bir ABD-CIA tezgahıdır!

Örneğin, böyle bakanlara göre, 49 rehinenin serbest bırakılması, Türkiye’nin askeri müdahale konusundaki nazlanmalarını sona erdirmeye yönelik bir CIA operasyonuydu ve Tayyip Erdoğan’ın izleyen günlerdeki açıklamaları bunu kanıtladı...

İyi ama, rehineler serbest bırakıldıktan sonra, IŞİD’e karşı somut herhangi bir adım atıldı mı?

Tayyip Erdoğan ve bakanları bazı “laf”lar sarf etti elbette...

Ama en azından şu ana dek, IŞİD’e karşıymış gibi sunulmakla birlikte gerçekte bu örgütün işine yaracak olan öneriler geliştirmekten başka bir şey yapılmadı.

Uçuşa yasak bölge, Suriye’nin muhalif örgütlere hava saldırısında bulunmasını engellemek demektir ve IŞİD’e yarar.

IŞİD militanlarının giriş çıkışlarına ve silah-petrol alışverişlerine engel olunmadığı sürece, tampon bölgenin de bu örgüte herhangi bir zararı dokunmaz. Tam tersine, Türkiye’deki Suriyelilerin gönderilmesi planlanan böylesi bir bölge, kolaylıkla, IŞİD’in (ve benzerlerinin) yeni militanlar topladığı, eğittiği ve gerektiğinde sığınak olarak kullanacağı bir bölgeye dönüşebilir!

“Ilımlı” (!) muhalif güçleri askeri açıdan eğitmek ve donatmak denen şeyse, eğitilip donatılan güçlerin hangi saflara katılacakları kendi bilecekleri bir iş olacağından, yine kolaylıkla, IŞİD’e (ve benzerlerine) eğitimli militan ve silah sağlamak anlamına gelebilir!

Bir başka deyişle, Tayyip Erdoğan, “Biz de varız, asker de göndeririz, ama şunlar ve bunlar da olmalı” derken, IŞİD’le mücadele etmekten çok, “Batı kamuoyu”nu kandırmaya çalışıyor. Ve bu arada, gelecekte savaş suçlusu olarak yargılanma olasılığını azaltmak için çaba harcıyor.

Hükümet, IŞİD’i terör örgütü saydığını iddia ediyor. Ama ne Türkiye’de IŞİD’e militan toplayanlara müdahale ediliyor ne de örgütün gelir kaynaklarını kurutmaya yönelik somut adımlar atılıyor.

Kuşkusuz, AKP iktidarı, bir noktadan sonra IŞİD’le gerçekten karşı karşıya gelmek zorunda kalabilir. Ama bugünün gerçeği, IŞİD’in, kendisi açısından büyük bir stratejik önem taşımamasına ve ciddi bir direnişle karşılaşmasına rağmen, AKP’nin beklentilerine uygun bir şekilde, Kobane’ye saldırıyor olması.

Saldırı altındaki Kürtler, doğal olarak, ABD’nin Kobane’deki IŞİD mevzilerine de hava saldırıları düzenlemesini istiyor. Bu arada, Suriye yönetimi de, yine doğal olarak, diğer IŞİD mevzilerine yönelik hava saldırılarını destekliyor.

Birileri hemen uyarmaya başlıyor: Asıl büyük tehlikenin ABD olduğu unutulmamalı. IŞİD, ABD’nin bölge güçlerini hizaya sokmak için kullandığı bir araçtır vb. vb.

Dış destekli katliamcı güçlerle savaşırken dışarıdan gelebilecek her tür desteğe muhtaç olanlar için ne kadar anlamlı katkılar!

Özellikle de, ABD’nin asıl derdi, Suriye’de olup bitenlerden çok, yakın geçmişte işgal ettiği Irak’taki çıkarlarını korumaya çalışmakken...

Daha da ileri gidip, tampon bölge projesini “milli” bir proje ilan ederek AKP destekçiliği yapanlar da var. İşçi Partisi gibi... Ve tabii ki yine ABD karşıtlığı adına!

Tek sorun Kobane’de olup bitenler değil. AKP’nin mezhepçi politikaları, hem Türkiye’yi bir savaş bataklığına doğru çekiyor hem de IŞİD türü örgütlerin ülke içinde de güç kazanmasına yol açıyor.

2 Ekim’de meclise getirilmesi planlanan tezkerenin kabul edilmesi durumunda, AKP iktidarı, Türkiye’yi savaşa sokma yetkisini elde edecek. Bunun sonucu, Suriye’ye hemen asker gönderilmesi olmayacak belki. Ama ister ABD’nin dayatmasıyla isterse dışarıda ve içeride sıkışan iktidarın bir hamlesi olarak gündeme gelsin, Suriye’deki iç savaşın doğrudan taraflarından biri hâline gelmek, sonu belirsiz ve yıkıcı sonuçlar doğurabilecek bir maceraya adım atmaktır.

Diğer taraftan, IŞİD ve benzeri örgütlerin Irak ve Suriye’deki askeri ve iktisadi güçlerini koruyabilmeleri durumunda, bu örgütlerin Türkiye’deki faaliyet alanları da giderek genişleyecek, din adına yeni katliamlar yapılmasının yolu açılacaktır.

Son günlerde üniversitelerde gerçekleşen gerici saldırılar, kimilerine göre, CIA’nın ya da MİT’in “IŞİD’e karşı kamuoyu oluşturma” planlarının bir parçası olsa gerek... Aslına bakılırsa, belki de haklıdırlar!

Öyleyse ne yapılmalı?

IŞİD ve benzeri örgütlerin güçlenmesinin bölgemiz ve ülkemiz için ne tür tehlikeler doğurduğunu halka daha fazla anlatmak ve bu örgütlerle mücadele etmek yerine, sabah akşam “işte bunlar hep ABD’nin oyunları” mı denmeli?

AKP’nin IŞİD ve benzeri örgütlerle ilişkilerini teşhir ederek laiklik mücadelesinin toplumsal zeminini güçlendirmeye ve AKP iktidarının bu tür örgütleri desteklemesini engelleyerek bunların zayıflatılmasını sağlayacak olan bir toplumsal muhalefeti oluşturmaya çalışmak yerine sabah akşam başka tehlikelerin ve tuzakların da var olduğu mu hatırlatılmalı?

Kobane direnişini desteklemek, IŞİD ve benzeri örgütlerle mücadeleyi halkların kardeşliğini güçlendirmenin araçlarından biri hâline getirmeye çalışmak yerine sabah akşam Kürtlere ABD’den destek istemelerinin ne kadar yanlış olduğu mu anlatılmalı?

Tezkere meclisten geçerse AKP iktidarının Suriye’ye asker göndermesini engellemek için savaş karşıtı bir hareket yaratmaya çalışmak yerine sabah akşam hiçbir somut öneri içermeyen analiz yazıları mı yazılmalı?

Peki, bugünün Türkiye’sinde, ikincileri yaparak “temiz” kalınabilir mi?

AKP’ye, IŞİD türü örgütlere ve savaşa karşı mücadele eden bir halk mı ABD’ye daha kolay teslim olur, olup bitenlere seyirci kalan bir halk mı?