IŞİD’in dirilişi: AKP işin neresinde, seçimlerle ne ilgisi var?

Bugün elimizde olan “Bölge ve IŞİD fotoğrafı” gerçekten ürkütücü, fakat konunun taşıdığı önemi ve Türkiye ile ilişkisini daha net kavrayabilmek için kanımca kimi noktaları biraz daha öne çıkarmak faydalı olabilir.

IŞİD’le ilgili Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmeleri son aylarda yakından izleyen herkesin aklında, “IŞİD yeniden diriliyor mu?” sorusunun oluştuğunu tahmin etmek mümkün. En son Suriye’nin Haseke kentinde bulunan Sinaa Cezaevi baskını ise bu soruya ve aynı yönde ileri sürülen yorumlara iyi bir gerekçe niteliği taşıyor.

İçinden geçtiğimiz hafta 20 Ocak tarihinde başlayan ve sonrasında devam eden çatışmalarla birlikte altı gün süren Sinaa Cezaevi baskını, aylara dayanan bir hazırlık sürecine, merkezi bir örgütlenmeye ve dış bağlantılara işaret ettiği gibi, yüzlerce ölüye, uluslararası paniğe ve IŞİD için önemli ölçüde örgüt içi propaganda olanağına da neden oldu. Tüm bunlarla birlikte, AKP iktidarının Rojava’yla ilgili güncel planlarına ve IŞİD’e yaklaşımına dair de kimi işaretler sunuyor. Dolayısıyla elbette konunun Türkiye iç siyaseti ve seçimlerle ilgili akla getirdikleri de var.

***

İnsanlık tarihinin en kanlı sayfalarından bir kısmını birkaç yıla sıkıştıran IŞİD karanlığının, önce Temmuz 2017’de Irak’ta kaybettiği ve sonra Mart 2019’da Deyrezor’da tükendiği, uluslararası kamuoyu tarafından kabul edilen bir olguydu. Aynı dönem bu sitede yer alan bir yazımızda (Bir IŞİD senaryosu: Bitti mi bitmedi mi?), konuyu ele almış ve IŞİD’in varlığının ortadan kaldırılmadığına, bu nedenle tekrar canlanmasının koşullarının bulunduğuna işaret etmiştik.

IŞİD, geniş bir coğrafyada etkili ve hızlı biçimde başlattığı saldırılarla, 2012 yılından sonra Irak-Suriye-Türkiye arasındaki sınırları neredeyse ortadan kaldırmıştı. Suriye-Irak Kürtlerinin ve bununla birlikte Suriye-Irak ordusunun büyük can kayıpları, ödediği bedeller pahasına ve uluslararası koalisyonun askeri desteğiyle bu “örgüt devlet” ancak durdurulabildi. Fakat sonraki yıllarda Ortadoğu’nun başına musallat olacak bir şeriatçı terör örgütünün varlığı ise devam etti.

IŞİD’in; merkezi iradesini yeterli ölçüde koruyan güçlü bir terörist organizasyon olarak varlığını sürdürmesinin somut koşulları, örgütün 2019’da ilan edilen kesin yenilgisi sonrası aslında ortadan kaldırılmadı. Örgüt Suriye çöllerinde veya hem Suriye hem de Irak’ta kimi kentlerde sayısı binleri bulan uyuyan hücreleriyle varlığını sürdürdü. Öte yandan örneğin, şu anda, sadece Rojava bölgesindeki yedi düşük güvenlikli cezaevinde 54 farklı ülkenin vatandaşı olan 12 binden fazla IŞİD üyesi tutuklu bulunuyor. Bununla birlikte, IŞİD militanlarının yakınlarının bulunduğu kamplarda 70 binden fazla kadın ve çocuk kontrol altında tutuluyor. Bu on binlerce insanın önemli kısmı IŞİD’in temsil ettiği ideolojik-politik anlayışın etkisiyle biçimleniyor. Haseke yakınlarında bulunan ve Rojava Yönetimi’ne bağlı olan Hol Kampı’nda yaşayan 60 bin kadın, genç ve çocuğun IŞİD’e bağlılığı nedeniyle, bu kamp “IŞİD devletçiği” olarak adlandırılıyor ve burada artık 18-20 yaşlarına ulaşmış gençlerin büyük çoğunluğunun serbest bırakıldığı an IŞİD militanlarına dönüşeceği söyleniyor.

Rojava’daki yetkililerin yaptığı tüm çağrılara rağmen diğer ülkeler kendi vatandaşı olan IŞİD militanlarını veya kadın ve çocukları geri almak istemiyor. IŞİD açısından kendisini yeniden toparlamaya olanak sunan bu koşullara Bağdat ve Erbil yönetimleri arasındaki yetki çatışması da eklenince, güvenlik açığı olan Anbar, Selahaddin, Kerkük, Diyala gibi Irak kentlerinde de IŞİD etkili saldırılar yapabiliyor. Örneğin, Suriye Haseke’de Sinaa Cezaevi’ne saldırı yapıldığı gün Irak’ın Diyala kentinde başka bir IŞİD saldırısında 11 Irak askerinin öldürülmesi, örgütün bölgenin farklı noktalarında gücünü ve hareket kabiliyetini artırdığının göstergelerinden biri olarak kabul ediliyor.

***

Bugün elimizde olan “Bölge ve IŞİD fotoğrafı” gerçekten ürkütücü, fakat konunun taşıdığı önemi ve Türkiye ile ilişkisini daha net kavrayabilmek için kanımca kimi noktaları biraz daha öne çıkarmak faydalı olabilir.

Beş bin üst düzey militanın bulunduğu Sinaa Cezaevi’ne, altı-yedi ay süren hazırlık sonrasında 200 IŞİD’linin yaptığı baskınla birlikte içerde başlatılan isyan, örgütün yenildiği kabul edilen son dört-beş yıllık zamanda yapılmış en büyük saldırı oldu. Altı günün sonunda cezaevinin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol altına alındığı doğru olsa da, bazı IŞİD yöneticileri ve üyelerinin kaçmayı başardığı da söyleniyor. Bu kişilerin Türkiye kontrolündeki Serekaniye’ye (Resulayn) veya Irak’ın düşük güvenlikli kentlerine geçmeyi hedeflediği de artık biliniyor. Dolayısıyla IŞİD’in “yeniden diriliş”ini ilan ettiği bu saldırı, önceki dönemlerde yaptığı saldırılardan farklı olarak örgütün bölgenin tamamında merkezi bir iradeyle hareket etme aşamasına geçtiğini, para ve silah gücüne sahip olduğunu, dış destek aldığını ve bölgede militanlarını eğitebileceği kampların bulunduğunu da açıkça gösteriyor.

***

Peki, Türkiye’nin bu saldırıyla ilişkisi olduğuna dair iddialar hakkında neler söylenebilir? Bugünlerde birçok değerlendirmede sıkça karşılaştığımız haliyle; Saray Rejimi iç ve dış politik hedefleri doğrultusunda, IŞİD’i etkin bir aparat olarak yeniden gündemine sokmuş mudur? Yahut şöyle söyleyelim: Suriye’de diğer bölgelere operasyon yapmasına Rusya ve ABD tarafından onay verilmeyen AKP iktidarı, bölgedeki çatışma ortamını IŞİD eliyle sürdürmek ve Türkiye iç siyasetinde kullanacağı bir savaş gündemi yaratmak amacında mıdır?

Bu soruların yanıtı arandığında, tartışmalı yanlar barındırsa da kimi ipuçlarının ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Ayrıca şunu da kesin bir kanaat olarak ileri sürebiliriz: Saray Rejimi, özellikle Suriye Kürtleri söz konusu olduğunda, hiçbir şüpheye yer bırakmadan IŞİD ile aynı havayı solumaktadır. Saray Rejimi bugüne kadar bölgede IŞİD’le mücadele ediyoruz dediği tüm zamanlarda, asıl olarak Kürt yönetiminin gücünü azaltmaya, Kürt kantonları arasındaki ilişkiyi koparmaya çalıştı. Bu açıdan IŞİD ve AKP’nin ortak düşman algısı uzun bir süredir geçerliliğini korumaktadır.

Öte yandan, Saray Rejimi açısından Suriye’deki IŞİD eylemlerinin artması olumlu bir durumdur. Böylece Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığını sürdürmesi için “IŞİD’le mücadele” bahanesi güçlenmekte ve IŞİD’e karşı koyamayarak başarısız olacağı ve zayıflayacağı varsayılan Kürt yönetiminin hem Türkiye’ye karşı hem de Şam yönetimine karşı kozlarının azalacağı düşünülmektedir. Durum böyle olduğu için, Sinaa baskınından sonra cezaevini kontrol altına alan SDG’nin Genel Komutanı Mazlum Abdi, bu başarıyı Kobane direnişiyle özdeşleştirmiş ve büyük zafer ilan etmiştir.

Suriye’nin kuzeyindeki yerel güçler, Sinaa Cezaevi’ne saldırı yapıldığı sırada Türkiye’nin desteklediği silahlı cihatçıların da Gre Spi’de (Tel Abyad) Kürtlere karşı saldırıya geçtiğini, SİHA’ların Til Temir’de bombalı saldırı yaptığını ve tüm bunların ilişkili olduğu gibi, SDG’nin IŞİD’lilere müdahalesini de engellemeye dönük olduğunu iddia etti. Ayrıca Sinaa saldırısında yakalanan IŞİD’lilerin Türkiye kontrolünde bulunan Serekaniye’de eğitim aldıklarını itiraf ettikleri de söylendi. Tüm dünyada yer bulamayan IŞİD üyeleri için en güvenli ülkenin Türkiye olduğu da inkâr edilemez bir gerçek. IŞİD’li tutuklular vatandaşı oldukları diğer 53 ülkeye değil Türkiye’ye gönderilmek istiyorlar. Zira Türkiye’ye teslim edilen IŞİD’liler terör eylemlerinden değil basit cezalardan yargılandıkları için kısa süre sonra serbest bırakılabiliyorlar. IŞİD de en rahat barındığı ülkelerden biri olan Türkiye’de şimdilik iktidarı rahatsız edecek herhangi bir eylem yapmayarak bu örtülü anlaşmaya uygun hareket ediyor.

IŞİD’in bölgede yeniden güçlenerek (toprak sahibi olmadan) hareket edebilmesi ve istikrarsızlığı büyütmesi, ABD gibi emperyalist güçlerin Irak’ta ve Suriye’deki varlığını meşrulaştırmak gibi bir özellik de taşıyor. Bununla birlikte Kürtlerin elinin zayıflaması ise Türkiye’deki rejim için tercih edilir bir IŞİD’e işaret ediyor.

Geçtiğimiz yılın başında Saray Rejimi’nin seçime giderken üç önemli hamle yapacağı iddiasını içeren ve belirli bir mantığı denk gelen birçok değerlendirme yapılmıştı. Bunlar; seçim yasasının değiştirilmesi, HDP’nin seçim dışı bırakılması ve bir savaş gündemi yaratarak Türkiye’de seçime olağan dışı koşullarda gidilmesi olarak özetlenebilir. İlk iki başlıkta başarmak için AKP-MHP ittifakının bir hayli adım attığını söylemek yanlış olmaz. Daha geniş ve bir ölçüde spekülatif bir çerçevede düşünüldüğünde ise, üçüncü hamlenin de gündeme sokulmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Türkiye’nin içinde bir derece daha yükseltilen baskı rejimi ve herkesin hedef gösterilerek neredeyse yeni bir “sepet örgüt” icat etmeye vardıkları durumla, IŞİD’in güçlenerek dışarda olduğu gibi belki yeri geldiğinde içerde de kullanılacak bir unsur olarak yeniden belirmesi...