IŞİD sahiplendi ama Reina katliamı gerçekte kimin eseri?

Herhangi bir olayın nedenleri ve failleri ile ilgili sağlıklı bir analiz yapabilmek, doğru soruları sormakla mümkün.

Sağlıklı bir analiz için üç temel soruya (kimilerine daha köşeli, kimilerine daha esnek olmakla beraber) yanıtlar üretebilmeniz gerekir: Neden oldu? Kim yaptı? Sonuçları nelerdir? 

Varılmak istenen yanıtlar bunlar olunca, sosyal bilimlerin ve özellikle de tarihin size kurmuş olduğu tuzaklara karşı da önlemler almanız gerekir.

Neler mi o tuzaklar?

Açalım... 

Sorulara verilecek yanıtlar farklı yönlere işaret edebilir. Örneğin, herhangi bir olayın gerçekleşmesine zemin hazırlayan toplumsal ortamın oluşması, yani kabaca "nedenler" diye sayabileceğimiz kategori ile fail arasında bir açı oluşabilir. Fail o ortamın hazırlanmasının birinci dereceden sorumlusu olmayabilir ancak fiilinin (y) değil de (x) biçiminde hayata geçmesi, oluşmuş zeminden ya da nedenlerden bağımsız değildir. Vektörler o şekilde değil de başka şekilde, başka büyüklüklerle kesişmiş olsa başka yönü gösteren bir bileşke vektör ortaya çıkmış olacak; faili tanımlayan fiil de başka şekilde hayata geçecektir.

Neden ve fail arasında tam bir örtüşme olmayabilirse de, her iki unsurun da ayrı ve ortak noktaları gözetilmeli, bu iki unsur ayrı ayrı irdelenmelidir. Yani, "nedenler bunlardır" denip failin kim olduğu es geçilemez. Öte yandan, faili enselenmiş olsa dahi, nedenler gözardı edilemez.

Tarihin bir tuzağı daha vardır ve o da zaman faktörünü ilgilendirir. 

Herhangi bir toplumsal olayın failini değilse de nedenlerini anlamaya çalışırken mutlaka hesaba katılması gereken bir diğer yanıt sonuçlardır. 

Toplumsal olayların bir dizi sonucu olur. Olayın meydana gelmesinde payı olan aktörler, ortaya çıkacağını düşündükleri sonuçları hesap ederler. Ancak, bu hesaplar yanlış veya eksik yapılmış olabilir. Zaten aktörler de (çok aptal değillerse veya tesadüfen bir olaya sebebiyet vermiş değillerse) olayın tüm sonuçlarıyla değil, kendi umduklarıyla ilgilenirler ve başka sonuçların kendi istedikleri sonuca baskın çıkmaması için önlemler alırlar. 

Peki, zaman faktörü bunun neresinde?

Burada kastettiğimiz zaman faktörü sonuçlarla ilgilidir. Toplumsal olayların kısa, orta ve uzun vadeli sonuçları olur. Kısa vadede ortaya çıkan sonuçlarla, orta ve uzun vadede ortaya çıkabilecek durumlar zıt yönlere işaret edebilir. Kısa vadeli sonuçlara bakarak kimi neden ve faillere odaklanırsınız ancak olası uzun vadeli sonuçlar bambaşka bir neden setine veya fail tipolojisine odaklanmanızı gerektirebilir. Elbette tam tersi de olabilir. Yani özellikle failler kısa vadeli sonuçları önemseyebilir ve uzun vadedeki kimi riskleri başka vektörleri de devreye sokarak telafi etme niyetinde olabilir. 

Tüm bu nedenlerle, bir toplumsal olayın sağlıklı şekilde anlaşılması için:

- Çok yönlü ve disiplinlerarası bir bakışa ihtiyaç vardır;

- Nedenler, sonuçlar ve failler arasında mutlak eşitlik kurmayan, her bir kategorinin özgünlüklerini ve birbirleriyle ilişkisini ayrı ayrı ele almayı sağlayan bir yöntem kullanılmalıdır;

- Kısa vadeli sonuçlar ile orta ve uzun vadeli sonuçları ayrı ayrı görebilmek ve kısa vadeli sonuçlara hapsolmamak için olayın üzerinden makul bir sürenin geçmesi gerekir. 

Tüm bunlar tarih bilimi için geçerli olması gereken şeylerdir. Peki biz tarihçi myiz?

Hayır!

Ama politik değerlendirme ve eylem, "veri" ve verinin işlenmesiyle ortaya çıkan "bilgi" gözardı edilerek yapılamaz.

Politik özne, bilim insanı değildir ancak bilimsiz de yapamaz, yapmamalıdır.

***

Bu giriş, yalnızca 1 Ocak 2017'de İstanbul'da yaşanmış terör eylemi için yazılmadı. Yukarıdaki notlar, içinden geçtiğimiz dönemde sık sık karşı karşıya olduğumuz toplumsal olaylara nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bir öneri olarak görülmelidir.

***
Gelelim olayımıza... 1 Ocak 2017 Reina saldırısının nedenleri, olası failleri ve sonuçları hakkında kimi notlarımızı (olayın bütününü kapsama iddiası olmadan) maddeler halinde sıralayacağız:

1- Emperyalist-kapitalist sistem komünizmle, işçi sınıfı mücadeleleriyle ve ilerici hareketlerle savaşırken dünya genelinde dinci gericiliğe ihtiyaç duydu. 1970'lerden itibaren Vatikan, özellikle Orta ve Doğu Avrupa ile Latin Amerika'ya müdahalenin öznelerinden biri oldu. Orta Doğu'da ise siyasal İslam palazlandırıldı. Bu palazlandırma "suni" bir enjeksiyon değildi. İslam'ın nitelikleri, Müslüman toplumların "din"le sağlıklı bir hesaplaşma içine girememiş olması, bölgedeki mezhepsel, dinsel, etnik çeşitlilik böylesi bir müdahaleye zemin hazırlayan faktörlerdi. Siyasal İslamı ve cihatçılığı desteklemenin kısa ve uzun vadeli sonuçları olacaktı. İstenen öncelikli sonuç, ilerici, sosyalist, devrimci eğilimin bastırılmasıydı; Siyasal İslamın kendi başına önemli bir politik aktör haline gelmesinin getireceği riskler göze alındı. Türkiye, Filistin, Suriye, Irak ve Afganistan'ın yanı sıra Kuzey Afrika'ya müdahale kanalı böylece açılmış oldu.
Siyasal İslam, bölgenin toplumsal-siyasal bir olgusunun emperyalistlerce öne çıkartılmasıdır. Yapay değildir, işlenmeye değerdir; yapay olmaması işlem yapmaya da uygun olmadığı anlamına gelmez. Özellikle iktidardaki mezhep olarak Sünni İslam parasal güce uyum sağlama yeteneğine sahiptir ve bu özelliği emperyalistler tarafından değerlendirilmiştir. 

2- Sovyetler Birliği'nin çözülmesi, emperyalist-kapitalist sistemin uzun döneme yayılan iktisadi bunalımı, 2000'lerin başlarında Orta Doğu'ya karşı başlatılan yeni saldırı furyası ve bu furyanın istenen politik sonuçları verememesi, bölgede hali hazırda var olan güçlerin hareket alanının genişlemesine, kendilerine olan güvenlerinin artmasına neden oldu. Devlet olanaklarının ve Körfez sermayesinin kullanılması elbette bu nüfuz artışını destekledi. Mali desteğe, devlet-iktidar olanaklarına, silaha sahip olan Siyasal İslam'ın kitlesel taban bulmasına ve alan hakimiyetini artırmak üzere harekete geçmesine, 2000'lerin başlarında başlayan yeni Orta Doğu planları ve "Arap Baharı" süreciyle başlayan siyasi dağılma vesile oldu. 

3- Türkiye emperyalizmin Siyasal İslam'ı palazlandırdığı dönemde de, son 15 yıllık süreçte de, bölge siyasetinin merkez ülkelerinden biri olmuştur. Merkez ülke konumunda olmak hiçbir dönemde kukla olmak anlamına gelmemiştir. Türkiye gibi büyüklükteki bir ülkenin kukla ülke olmasını beklemek zaten saflıktır. Bu ülkenin egemen güçleri, emperyalist-kapitalist merkezlerle kurdukları bağımlılık ilişkileri üzerinden bir hesap yapmışlar ve bölge planlarının merkezine yerleşmenin kârlı olduğunda karar kılmışlardır. AKP iktidarıyla birlikte yeni olan, emperyalist bağımlılık ilişkileri içerisinde kalmak kaydıyla Tükiye'nin bölgede nüfuz alanını ve gücünü artırma olanaklarını yakalamış olmasıdır. AKP, nesnel olarak daha cüretli olunabilecek bir dönemde "doğru" siyasal hamleleri yapabilmiş bir siyasi hareket olduğu için önemlidir. 

4- AKP'nin bölgedeki cihatçılara ihtiyacı vardır. Bölgeye müdahale etmek isteyen, müdahale ettikçe emperyalist hiyerarşide daha üstlere tırmanacağını düşünen, yandaş sermaye gruplarına yeni rant alanları açma güdüsüyle de hareket eden AKP iktidarı IŞİD'e, El Kaide'ye, Şam Fethi Cephesi'ne, ÖSO'ya ve belki gelecekte yeni adlarla kurulacak yeni örgütlere ihtiyaç duyacaktır. Aynı öznelere, Suriye'yi terbiye etmek, Filistin meselesinde gerektiğine devreye sokmak, Rusya'yı ve İran'ı tehdit etmek için emperyalistlerin de ihtiyacı olacaktır. AKP şu ana kadar bu örgütlerin tamamına siyasi, ideolojik ve askeri destek vermiştir.

5- Bölgedeki çatışmanın temel eksenini ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi ile AKP Türkiyesi arasındaki çatışma olarak tanımlamak her yönden yanlıştır. Birincisi, Batı'nın bir bütün olarak tanımlanması kolay değildir. Almanya'nın Türkiye ile kurduğu ilişkilerle örneğin Fransa arasında ya da ABD'deki etkin sermaye grupları ve politik odaklar arasında yaklaşım farklılıkları olduğu gün gibi açıktır. Dahası, AKP'nin elinde tuttuğu örneğin göçmen kartı ya da Rusya ile ilişkilerdeki olası yakınlaşma, Batı'nın bir bütün olarak AKP Türkiyesi'yle savaşma motivasyonunu engelleyecek güçtedir.

6- AKP, Siyasal İslamcı bir partidir. Türkiye'de siyasi rejimin laiklikten uzaklaştırılarak yeniden kurulması bu partinin ajandasının birinci maddesidir. Bölgede gericiliğin IŞİD gibi bir askeri gücü varsa, AKP gibi de bir siyasi gücü vardır. Türkiye siyasetinin güncel olarak en önemli gündemi olan başkanlık zorlamasının üç gerekçesi vardır: Sermayeye (özellikle Saray'a yakın sermaye gruplarını) hareket serbestisi kazandırmak; uluslararası, bölgesel ve ulusal ölçekte konjonktürün alan açtığı faşist yönelim; laikliğin ortadan kaldırılması. 
Dahası, örneğin 15 Temmuz darbe girişiminin ardından AKP'nin attığı adımlar, Suudi gericiliğiyle birlikte planlanan İslam Ordusu hedefinden bağımsız düşünülemez.  
Reina saldırısının ideolojik ve kültürel tohumları bizzat devlet gücü kullanılarak toplumsal alanda zaten atılmıştır.

7- Başkanlık zorlamasına, bütün ulusal ve uluslararası sermaye odaklarının ve onların siyasi temsilcilerinin ittifak yaparak destek verdiği elbette söylenemez. Türkiye'de asker ve sivil bürokrasi içerisinde ve kimi sermaye gruplarında bir rahatsızlık olduğu açıktır. Ayrıca, Batı başta olmak üzere pek çok uluslararası gücün de başkanlık meselesindeki tereddütleri bilinmektedir. Olası referanduma kadar geçecek sürenin, başkanlık zorlamasında bulunan ve bu zorlamaya itiraz eden düzen güçleri arasındaki çatışma ortamını derinleştireceği, her iki cephenin de elindeki tüm kozları kullanacağı bizce açıktır. Kan siyaseti ve çatışmanın derinleştirilmesi her iki cephenin de birinci tercihi olacaktır. Bu çatışma ortamının şu ana kadar Türkiye'de faşizmi kurumsallaştırmak isteyen AKP/Saray iktidarına yaradığı ise deneyle sabittir. 

Terör eylemi, AKP tarafından uzun yıllar politik olarak desteklenen, doğrudan ya da dolaylı silah desteği yapılan IŞİD tarafından sahiplenilmiştir. Hem Suriye sorununda sınırlarda açık kapı politikası uygulandığı için hem de AKP/Saray Rejimi'nin cihatçılığı teşvik eden politikası sayesinde Türkiye'de kaç bin cihatçı teröristin bulunduğu bilinememektedir.

IŞİD'in bu eyleminin ideolojik kodlarıyla AKP iktidarının toplumsal alanı düzenlemeye çalıştığı ideolojik kodlar arasında paralellik mevcuttur. 

IŞİD gibi terör örgütleri, AKP için dış politikada olduğu kadar iç politikada da işlevlidir. Kontrol edilip edilmediğinden bağımsız olarak, cihatçı terör eylemleri hem faşist kurumsallaşmaya giden yolu açmak hem de Türkiye'nin ilerici birikimini sindirmek açısından işe yaramaktadır. 

Son olarak, terör silahının, Siyasal İslam'ın siyasi kanadına ayar vermek için de işe yaradığı, yani çift yönlü bir istifadenin de var olduğu unutulmamalıdır.

***

Türkiye çok kritik bir dönemden geçmektedir. 

Yukarıda da ifade edildiği gibi, olası Başkanlık referandumuna kadar geçecek sürede kan siyasetinin zirve yaptığını göreceğiz.

Türkiye'nin ilerici güçlerinin üzerinde büyük bir sorumluluk vardır. 

Emekçi karaktere sahip laik bir siyasi vektörün varlığı, genel politik düzlemde ortaya çıkacak bileşkenin yönünü değiştirebilecek bir ağırlık kazanabilir.