“İşçiler için en kötü 10 ülke, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Filipinler, Kolombiya, Kazakistan, Kore Cumhuriyeti, Guatemala, Türkiye ve Bangladeş’tir. Buna ek olarak, Ekvador ve Myanmar (kategori 3’ten 5’e); Arjantin (kategori 3’ten 4’e) ve Brezilya (kategori 2’den 4’e) gibi diğer ülkelerin bu sene sıralamada yükseldiği görülmektedir.”
Bu ifadeler Uluslar arası Sendikalar Konfederasyonu’nun 2017 Küresel Haklar İndeksi başlıklı raporundaki ifadeler. Rapor, dünyada ülkeleri işçi sınıfının hakları, hukuksal konumları, sendikalara ve işçi liderlerine dönük saldırılar, çalışma saatleri ve benzeri pek çok açıdan kıyaslıyor. Bir başka ifadeyle 2017 ITUC Küresel Haklar Endeksi ülkeleri, 97 göstergeye göre, 1’den 5’e kadar puanlıyor; genel puan ülkeleri sıralamada 1 ile 5 arasına yerleştiriyor, 5+ ülkeler ise zaten felaket durumda diyor. Bu puanlama cetveline göre 5. Kategorideyiz, en kötü kategori, felaketin daha doğrusu sınıflandırmanın bile yapılamadığı 5+ ülkelerinden biraz iyiyiz. Şöyle bir bakalım:
1) Düzensiz Hak İhlalleri: Almanya ve Uruguay dâhil 12 ülke
2) Tekrar Eden Hak İhlalleri: Japonya ve Güney Afrika dâhil 21 ülke
3) Düzenli Hak İhlalleri: Şili ve Polonya dâhil 26 ülke
4) Sistematik Hak İhlalleri: Paraguay ve Zambiya dâhil 34 ülke
5) Hakların Güvence Altında Olmadığı Ülkeler: Mısır, Filipinler ve Türkiye dahil 35 ülke
5+) Hukukun üstünlüğünün ihlali nedeniyle hakların güvence altında olmadığı ülkeler: Burundi, Filistin ve Suriye dâhil 11 ülke.
Bu raporun pek çok açıdan eleştirilmesi gerektiği, pek çok başlığı eksik bıraktığı, özellikle gelişkin kapitalist ülkelerdeki artık temel üretim haline gelmeye başlayan “enformel” sektörü, göçmen işçiliği görmemesi, göz ardı etmesi gibi pek çok şey söylenebilir. Ama genel bir bakış sunuyor ve bu bakışa göre Türkiye çok kötü bir noktada duruyor. Bu birinci olgu.
Şimdi ikinci olgu, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'nün (OECD) verilerine göre Türkiye, mesainin en uzun olduğu ülkeler sıralamasında ilk sırada yer alıyor. Rapora göre haftalık 50 saat ve üzerinde çalışanların oranı yüzde 43'ün üzerinde. Türkiye'den sonra "İş-yaşam" dengesinde Türkiye'den sonra en kötü performans gösteren ülkeler ise yüzde 28,8 ile Meksika, yüzde 27,1 ile Güney Kore. Yıllık olarak bakıldığında OECD, ortalama çalışma süresinin bin 765 saat olarak belirlenmesine rağmen Türkiye’de toplam çalışma süresi bin 855 saat (Kaynak BusinesHT).
Üçüncü olgu, devletin ilgili kurumlarının ve üniversitelerin, laik ve bilimsellikten uzak bakış açısının kamusal denetimi de dışlayan bir kurumsallığa erişmesi. Bu bakış açısının işçi sağlığı ve iş güvenliği, çevre ve kamu sağlığı açısından tam boy bir denetimsizliğe açık kapı bırakması.
Üç olguyu bir araya getirelim, denetimsiz, kuralsız, bilimsellikten ve tekniğin gerektirdiği şartlardan uzak, baskıcı bir karakter ile yoluna devam edecek bir üretim süreci. Yalnızca üretim süreci açısından değil, kentleşme, büyük projeler kısacası kent ve ekoloji başlıklarında da benzer bir süreç.
Sonuç bilimsel olarak bize şunu işaret ediyor
a. Daha fazla işçi ölümü ("iş kazası" ve "meslek hastalıkları" ile)
b. Daha fazla büyük işyeri "felaketleri" (doğal gaz kazanı patlamasından, LPG tankerlerine, büyük yangınlardan, patlamalara kadar pek çok “kaza”, hatta hafriyat kamyonu cinayetleri)
c. Daha fazla “doğal felaket” (sel baskınları, yol çökmeleri, sözde doğal olayların yarattığı aslında kentsel plansızlığın yol açtığı kitlesel ölümler vs.)
Özetle Türkiye, Hindistan, Malezya, Endonezya, Bangladeş, Pakistan ve benzeri ülkelerle aynı sınıfta değerlendirilmeli, artık bu ülkelerde sürekli haberlere konu olan, olacak sözde kaza ve felaketler Türkiye'de de beklenmelidir.
Yukarıdaki satırları pek çok kez yazılarımda vurguladım. Şu an ise acıyla görüyorum ki hepsini gün be gün yaşıyoruz. Sıfır kaza kampanyasının ardından geçen iki ay içinde 353, OHAL’in ardından geçen bir yıl içinde ise 1963 işçi yaşamını yitirdi. İstanbul’un yağmura ve doluya teslim olmasını acıyla izliyoruz. Yangınlar, patlamalar daha doğrusu işyerlerinde gerçekleşen vakalar giderek artıyor. Sokaklarımızda hafriyat kamyonu ve beton mikserleri sürekli canlarımızı bizden alıyor. Özetle, işçi sınıfının hakları giderek gerilerken, işyerlerinde ölüm ve yaralanmalar giderek artarken buna kentlerde maruz kaldığı sözde felaketler ekleniyor. Somut olgular bir araya geliyor, bilimsel bakışın işaret ettiği gibi bize ölüm, yaralanma, sözde felaketler şeklinde dönüyor. İşçi sınıfının kurtuluşu tüm insanlığın kurtuluşu olacaktır ifadesi ise teorik bir saptama olarak kitap sayfalarından çıkıp, gündelik yaşamımızda her an kendisini gösteriyor, sorumluluklarımıza işaret ediyor…
Raporun orijinali: http://www.ituc-csi.org/IMG/pdf/survey_ra_2017_eng-1.pdf
Çeviri: Canan Özcan, Eyüp Özer (http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2017/07/ITUC-K%C3%BCresel-Haklar-Endeksi-2017.pdf)