Dervişin fikri neyse zikri de o olurmuş derler ya, bu haftaki yazı da böyle oldu aslında, yıllık izinler ne olacak diye sayıklayarak. Yüzbinlerce kamu çalışanı gibi ben de yıllık izinlerin ikinci bir emre kadar iptal edilmesinden dolayı tatil planlarını iptal eden binlerce kişiden birisiyim. Yarattığı bunalım ise cabası. Neyse izinleri açılması bir rahatlık yaratsa da, yaşanan süreçlerin yarattığı kısa “travma” sanırım unutulmayacak uzunca bir süre.
Peki izinler diyoruz da çalışanlar izin almak için o kadar da can mı atıyorlar? Aslında yapılan pek çok çalışma bunun tersini gösteriyor. Daha önce bir yazımda sözünü ettiğim “presenteeism” kavramıyla devam edelim. İşyerinde olma hastalığı diye kendimizce çevirelim.
Presenteeism nedir?
Okuduğum bir blogda, Capital dergisine benzer bir şekilde konuya sermaye açısından bakılıyor ve şu ifadeler kullanılıyor:
“Presenteeism kendisi işte olup aklı bambaşka alemlerde olma, iş performansını gösterememe durumudur. Sebepleri ise aşırı iş yükü, işsiz kalma korkusu, kararlara verme yetkisinin olmaması veya yöneticisinin desteğini alamama duygusu veya işkolik olmak. Bu durumun şirketlere ciddi maliyetleri söz konusudur ve insan kaynakları ve üst düzey yöneticilerin değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu presenteizm hastalığının sebepleri ise:
1.) Tükenmişlik duygusu 2.) Fiziksel sorunlar ve sağlık sorunları 3.) Ruhsal problemler 4.) İşeyerindeki çeşitli baskılar 5.) Özel hayattaki baskılar 6.) İşe olan bağlılık
Presenteeism, dünyada ve Türkiye’de de bir problem olarak iş piyasalarını tehdit ediyor. Türkiye’de presenteizmden kaynaklanan sorunlara karşı tam anlamıyla bir bilincin oluştuğunu söylenemez.Grip aşısı, motivasyonu artıracak eğitimler ve uygulamalar, uygun bütçe ( geçim standardını oluşturmak); esnek çalışma saatleri ve sağlık problemlerine karşı uygulamalarla bu presenteizm aşılmalıdır.”
Konuya yüzeysel bakarsak böyle. Eğer işçi sınıfının gündelik, insanca, sağlıklı ve güvenli yaşamının bir hak olduğunu savunmazsak yapacağımız yorum bu ve benzeri yorumlar olacaktır.
Tam da burada, aşırı çalışma/yüklenme (sürmenaj) ile işte olma (presenteeism) ve bunların bir arada işçilerin sağlıklarına etkisine ilişkin somut bilimsel çalışmalardan söz edilmeli. Yalnızca meslek hastalıklarına değil, kazalara da neden olan faktörlerden olan işin yoğunlaştırılması, sürmenajın yanı sıra, işçiler üzerinde stres yaratmakta, sağlığı bu açıdan da olumsuz yönde etkilemekte, bu konuda pek çok çalışma mevcut. ABD Ulusal İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Enstitüsü tarafından ortaya konan sonuçlar, kardiyovasküler hastalıkların, kas iskelet sistemi arazlarının ve psikolojik rahatsızlıkların işin yoğunlaştırılması sonucu olduğunu göstermektedir. Yoğun çalışma keza zehirli maddelere maruziyeti, yorgunluk ve deneyimsizlikle birleşince kazaları artırmakta, tekrarlanan zorlama yaralanmaları (Repetitive Strain Injuries) üzerine etkide bulunmakta ve işyerinde şiddete uğrama riskini artırmaktadır (artan çalışma saatleri ve düzensiz, insan biyolojik ritmine uygun olmayan saatler vb. etkisiyle sinirli ruh hali). Yoğun çalışmanın nedeni ve aynı zamanda sonucu olan işgücünün azaltılması, iş güvenliği konusundaki bilginin ve eğitimlerin de ortadan kalkmasına yol açmaktadır (Barnetson, B. (2010). The political economy of workplace injury in Canada. Athabasca University Press.).
Kavramı kısaca hatırlayıp devam edelim ve yıllık izin meselesine girelim. Neden işçiler yıllık izinlerini almaz, ya da biriktirmeye çalışır?
İşçiler neden izin almıyor?
Çok çalışmanın, aşırı çalışmanın, stresli çalışmanın işçi sağlığı üzerine sayısız olumsuz etkisi var ve bu konuda çok ama çok geniş bir literatür var. Tatil süreleri ve işe geliş gidiş süreleri gibi pek çok harcanan süre, bir işçinin yaşamı boyunca düşünüldüğünde uzun vadede işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilkinde olumlu, ikincisinde ise olumsuz etkide bulunuyor. Daha uzun yıllık izinler daha fazla dinlenme demek, olumsuz sağlık risklerini azaltabiliyor iş yaşamındaki. Öte yandan işe geliş gidiş zamanlarının uzunluğu zamanla iş stresini artırıp, diğer faktörleri de tetikleyebiliyor. (https://www.cdc.gov/niosh/docs/2004-143/pdfs/2004-143.pdf)
Her şey iyi güzel hoş da işçiler, onlar için iyi olan, hatta hakları olan bir şeyi neden kullanmıyor veya az kullanıyor? İlk olarak yazının başında anlatmaya çalıştığımız, işte olma hastalığı, ikincisi sosyal güvencesizlik dolayısıyla izin almama eğilimine girme, bir başkası yine güvencesizlikle ilgili olarak izinleri biriktirip, ileride daha kötü bir şey olur, daha fazla zamana gereksinmem olursa kullanırım diye düşünmek. Ve son olarak yıllık izin hakkına sahip olmadan iş değiştirmek veya işten atılmak (ülkemizde yalnızca mavi yakalılarda değil, mühendis ve mimarlarda da sıkça rastlanan bir durum!)
Yıllık izin, tamamen işçi sınıfının mücadeleleri sonucu kazanılmış bir hak. En az haftada iki hafta olmak zorunda, ama işçi sınıfı mücadelesinin yüksek olduğu ülkelerde bu bir aya kadar çıkıyor. Türkiye’de de 10 yıldan fazla çalışan kamu çalışanlarının 30 gün yıllık izin hakkı bulunuyor. Örneğin ABD’ye bakınca yıllık izin hakkının aslında olmadığı bir ülkeyle karşı karşıya kalıyoruz (keza doğum sonrası annelere izinler de çok kısa).
“ABD gelişmiş ülkeler içinde ücretli izni bir hak olmaktan çok ikramiye olarak gören tek ülke. Avusturya, Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde çalışanlara 30 günü aşkın ücretli yıllık izin verilirken, ABD’de bu günlerin sayısı sıfır.
ABD’de 1938’de çıkarılan iş yasası haftalık maksimum çalışma süresi, fazla mesai, asgari ücret, çocuk emeği gibi birçok konuyu ele almakla birlikte ücretli izin sorununa hiç değinmemiş. Bu durumda yıllık izin, hastalık izni gibi konular tek tek çalışanların işverenle yaptığı anlaşmaya göre düzenlenmiş oluyor.
Ekonomik ve Politik Araştırma Merkezi’nin verilerine göre, ABD’de birçok şirket çalışanlarına 5-15 gün arası ücretli izin hakkı tanırken, özel sektörde çalışan işçilerin yaklaşık dörtte birinin ücretli izin hakkı bulunmuyor.”
Avustralya’da Yeni Güney Galler Üniversitesi (University of New South Wales) Ticaret bölümünün yayınladığı bir makale aslında bu tartışmalara ışık tutuyor, makalenin başlığı “Kolları sıvamak: üretken mi yıkıcı mı?” Makale ilk önce sermaye açısından konuya bakarken, sonrasında işçi sağlığı ve iş güvenliğinin toplumsal boyutlarına işaret eden aynı üniversiteden Marksist Micheal Quinlan’ın saptamalarını paylaşıyor.
Örneğin Avustralya’da ortalama özel sektör çalışanlarının 20 işgünü (4 hafta) yıllık izinleri var. Finlandiya, Brezilya ve Fransa’da yılda 30 gün tatil varken, Birleşik Krallık’ta 28 gün, ABD’de görece iyi durumda olan çalışanlar arasında 15 gün, Çin ve Kanada’da ise 10 gün! Danimarka ve İsviçre izinleri biriktirmeye izin vermez o yıl kullandırtır (Türkiye’de memurlar en fazla bir yıl geciktirebilir, ikinci yıla sarkarsa yanar).
Avustralya’da yapılan bir araştırma, çalışanların büyük bir kısmının yıllık izinlerini kullanmadığını, genellikle biriktirdiğini gösteriyor. Avustralya’da bunun en büyük nedenlerinden birisi işlerini yarım bırakmak zorunda kalmaları, izinden döndükten sonra çok zorlanmaları, proje bazlı çalışmaları ve tabii ki güvencesizlik, işten atılma korkusu! Tüm yıllık izin biriktiren çalışanların ortak hedeflerinden birisi “daha büyük bir tatil” için biriktirmek, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek büyük uzun bir tatil...
Bu çalışmaya göre “tatil istifçileri”ni karakterize eden şeylerden birisi de aslında yazının başında belirttiğimiz presenteeism. Kendilerini işleriyle özdeşleştiren, kendileri giderse işin batacağını düşünen, görece yaşlı ve deneyimli çalışanlar. Ailesi olmayan işkolikler de en sık rastlanan ikinci sınıf…
“İş sağlığı” açısından yıllık izinler öneriliyor (!)
İş sağlığı kavramının yanlış ve ideolojik bir kavram olduğunu, ayrıca da Türkçe açısından da yanlış olduğunu belki de yüzlerce kez yazmışımdır. Ancak burada bilinçli bir şekilde iş sağlığı kavramını kullanırken aslında “organizasyonun, şirketin sağlığı”nı kastediyorum (health of organization); ki işletme, iş idaresi çalışan pek çok akademisyen ve sermaye temsilcisi bu kavramı kullanıyor. Onlara görev bir işletmenin, organizasyonun sağlığı için yıllık izin kullanılmalı.
Yıllık izinlerin kullanılmaması, kullandırılmaması, biriktirilmesi işyerlerinde gerçekleşen “kaza”ları artırıyor ve çalışanların “hastalık izni” alma oranlarını da. Biz söylemiyoruz, sermayenin çıkarını savunanlar söylüyor. Ama bir yandan da bir gerçeğe işaret ediyorlar, izin kullanmayan, az kullanan işçilerde;
-Tükenmişlik sendromu,
-Sürekli şikayetlerde bulunma olma, yakınması,
-İş tatmininde azalma,
gibi belirtiler olduğu, sağlıklı olmayı tam olarak tarif edememe durumuyla da karşılaşıyoruz. Örneğin Türkiye’de emekçi kadınlar arasında yapılan bir çalışma kadınların “iyi olma”, “sağlıklı olma” tariflerini yapamadıklarını gösteriyor. Taşeron sisteminin kuralsız ve güvencesiz yapısına en uygun kişiler yaşamak için çalışmak zorunda olan ve düşük ücretleri kabul etmek zorunda olan kadınlar. Vurgulamak istediğim şu; taşeron sistemi güvencesiz olduğu gibi sağlık ve güvenliğe de aykırı üretim alanları ve hizmetleri kadınlara dayatıyor. Dolayısıyla her türlü meslek hastalığı ve iş kazası risklerine de kadınların maruziyeti çok fazla. Bu sektörlerde çalışan kadınlar açısından "sağlıklı olmak" neredeyse tanımı dahi yapılamayan bir durum. Kadın işçiler gerçekten de sağlıklı olmayı tarif dahi edemiyor. Ağrılar, yorgunluk, belli bir uzuvda sürekli hale gelen acılar, stres, öksürük, göz bozukluğu ve benzeri... Tüm bunların çözümü için yapılanlar ise taşeron kadın işçiler için hemen hemen benzer "git ağrı kesici iç geçsin", "iki dakika otur kendine gelirsin", "elini yüzünü yıka rahatla", "bir aspirin iç rahatlarsın", "pansuman yaptır, kolonya falan sür gel"... Söz konusu kadın emekçi olduğu zaman bunlar çok daha rahat söylenebiliyor, çünkü tepesi atmış erkek bir taşeron işçisinin patronuna veya ustabaşına kafa atma olasılığı bulunurken, kadınlar acılarını içlerine gömüyor! (Kümbetoğlu ve diğ., 2012).
Ve kadın işçilerin büyük bir kısmı yıllık izin diye bir şey kullanmıyor veya kullanamıyor! Kullandıkları tek “izin”, bir işten ayrılıp, başka bir iş bulana kadar geçen boş zaman
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusuna Marksist bir bakış açısıyla bakan ve sayısız çalışmaya imza atan Prof. Michael Quinlan, yıllık izinler ile işçi sağlığı ve iş güvenliği arasındaki ilişki konusunda yapılan çalışmaların azlığına işaret ediyor, esnek çalışmanın yaygınlaşmasının altını çizerken, yıllık izin kullanan, özellikle tamamını kullanan işçilerin sayısının giderek azaldığını belirtiyor. Quinlan’a göre çalışanların büyük bir kısmının yıllık izinlerini kullanmaması ve/veya bunları biriktirmesinin toplumsal ve işyeriyle ilgili bazı süreçlerle ilişkisi var:
-Her ikisi de çalışan çiftler için yıllık izinleri aynı tarihlere denk getirmenin zorluğu,
-Çalışanların istediği (onlara uygun) tarihlerde izin almak için pazarlık yapmasının imkansızlığı,
-İşlerin giderek yoğunlaşması,
-Noel tatilinin uzun olması, hafta sonu tatillerinin dokunulmaz olması, 7/24 çalışmanın saçma olması gibi düşüncelerin (veya işçi sınıfı kazanımlarının) eski moda olarak görülmesi,
-Esneklik kavramının yüceltilmesi.
Quinlan tüm bunlardan sonra şu soruyu soruyor, evet esneklik ama kimin için?
Aynı üniversiteden Paul Dundon, çalışanların giderek daha fazla kesiminin yalnızca hastalık ve mazeret izni aldıklarını, tatil haklarına dokunmadıklarını ve insanların tabiri caizse parçalanıp dağıldıklarını söylüyor. Olması gerekenin her çeyrek yılda bir haftalık izin olduğunu belirtiyor ama bunun neredeyse imkansız olduğunun altını çiziyor.
Hafta sonu çalışmama, sabah sekiz akşam altı çalışma, yılda en az üç hafta izin vs. vs. Bunlar hepimize de doğal, olması gereken şeyler gibi gelen haklar. Ancak hepsi de işçi sınıfının her ülkede mücadeleleri sonucu kazanılmış ve giderek elinden alınıyor. Türkiye gibi taşeronun başat iş ilişkisi haline geldiği ülkelerde ise, milyonlarca işçi daha izin hakkı gelmeden ya işten atılıyor, ya şirketin ismi değişiyor ya da bu hakkını istemeye dahi cesaret edemiyor. Özel istihdam bürolarıyla da kiralık işçilik veya kölelik temel istihdam biçimi haline getirilmek istenirken, yıllık izin kavramı milyonlarca işçi için lüks hale getiriliyor.
Neyse çok uzatmayayım, bu konuyu ileride biraz daha açarız diyeyim ve yıllık iznim öncesinde son yazımla, “İşçi sınıfına yılda en az 30 gün yıllık izin!” diyerek yazımı bitireyim…
Kaynaklar
https://www.businessthink.unsw.edu.au/Pages/Leave-Up-Your-Sleeve-Productive-or-Destructive.aspx
Kümbetoğlu B., User İ., Akpınar A., (2012). Kayıp İşçi Kadınlar (Kayıtdışı Çalışmaya Dair Bir Alan Araştırması); Bağlam Yayınları
Barnetson, B. (2010). The political economy of workplace injury in Canada. Athabasca University Press.).
Overtime and Extended Work Shifts:Recent Findings on Illnesses, Injuries, and Health Behaviors
Claire C. Caruso, Ph.D., R.N.Edward M. Hitchcock, Ph.D.Robert B. Dick, Ph.D.John M. Russo, Ph.D.
Jennifer M. Schmit, M.A.U. S. Department of Health and Human ServicesCenters for Disease Control and Prevention National Institute for Occupational Safety and Health (https://www.cdc.gov/niosh/docs/2004-143/pdfs/2004-143.pdf)
http://www.bbc.com/turkce/ozeldosyalar/2014/11/141110_vert_cap_abd_tatilsiz_ulke