İşçi sağlığı ve iş güvenliğinde doğrular ve yanlışlar

TİP Emek Bürosu tarafından hazırlanan Vardiya köşesinde bu hafta işçi sağlığı ve iş güvenliğinde kullanılan farklı ifadeleri bir yana bırakarak kavramlarda ortaklaşmayı hedefledik.

TİP Emek Bürosu

İnanılmaz bir yoksulluk süreci. Öte yandan bu sürecin sürdürülmesinde en önemli şey ucuz emek gücü! Yalnızca ücretler değil, işçi sınıfının hakkı olan güvenli ve sağlıklı çalışma ve yaşama hakkının da gasp edilmesi! Önümüzdeki süreçte, işçi sınıfı mücadelesinde sermayedarlar daha az harcayacak, daha çok sömürecek, işçi sağlığı ve iş güvenliğine ise ayırdığı kaynak neredeyse kalmayacak, artık lüks olarak görülecek… Tüm bu süreçte, iş yerlerinde mücadelede işçi sağlığı ve iş güvenliğinin temel bir mücadele başlığı haline geleceğini tahmin etmek zor değil. Sınıf mücadelesi içinde yer alan tüm işçilerin, sendika temsilcilerinin, farklı siyasal yapılardan işçi sınıfı önderlerinin ve devrimcilerin mücadelelerinde ortaklaşmanın sağlanması için, kavramları yerli yerine oturtmak oldukça önemli. Bu amaçla kaleme alınan bu yazının ön açıcı olmasını diliyoruz.

NASIL BAKMALI?

Sınıfsal bakış açısının yalnızca “işçi haklarını savunma” düzleminde değil, üretim ilişkileri içinde işçilerin varoluş süreçlerinin de ortaya konulmasıyla gerçekleşeceğinin öncelikle altını çizelim.

1. Kapitalist emek süreci, yalnızca üretim ilişkilerinin yeniden üretim alanını içermez, aynı zamanda siyasal ve ideolojik süreçleri de içerir. İşyerinde üretilmekte ve yeniden üretilmekte olan, teknik ve toplumsal ilişkiler ancak verili durumda o ülkedeki sınıfsal ilişkiler ve ekonomi politik bağlamında anlaşılabilir. Sözgelimi her gün onlarca inşaat işçisi yaralanır, en az bir iki işçi kardeşimiz ölürken "baret takmadı, kemer kullanmadı" değil, "bu projeler neden bu kadar hızlı ve yangından mal kaçırırcasına yapılıyor" sorusu aydınlatıcı olacaktır.

2. Bir diğer nokta ise tamamen mücadeleye ilişkin ve altı defalarca çizilmelidir: Sermaye sınıfı, üretim süreçlerinde işçi sınıfı ile ücret pazarlığı yapabilir, ücretler ve sosyal haklar üzerinden tartışabilir, ancak üretimin kendisi, üretim teknikleri, üretimin yapısı ve tüm bunlarla ilişkili olarak çalışma koşulları sermaye açısından dokunulmaz bir alandır. Bu dokunulmaz alanda, işçi sağlığı ve iş güvenliği de dokunulmaz hale gelmekte, kapitalist iş süreçlerinin doğasından kaynaklanan ve işçileri neredeyse kitlesel olarak katleden karar alma süreçleri tamamen sermaye tarafından belirlenmektedir.

3. "İşçi sağlığı ve iş güvenliği" alanının yeniden düzenlenmesi ve sermayenin geriletilmesi ancak ciddi sınıf mücadelelerinin sonucudur. Zira bir yanda emek, ekonomik haklarının yanı sıra, insanca çalışma koşulları talep ederek sermayenin karşısına çıkar ve onun için en karlı olan üretim yapısını değiştirmeye zorlar. Sermaye ise bu alanı dokunulmaz ilan eder, yasal düzenlemelere boğar, devletin bu alana müdahalesini mümkün olduğunca en aza indirmeye çalışır ve işin özünde istediği gibi davranmak ister. Bu alanın dokunulmaz olmasının en büyük nedenlerinden birisi de, doğrudan var olan düzenin sorgulanmasını da beraberinde getirecek olmasıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine bir de bu açıdan bakmak gerekir.

FARKLI İFADELERİ BİR YANA BIRAKALIM, KAVRAMLARDA ORTAKLAŞALIM

Neden iş sağlığı değil, işçi sağlığı?

1. İş Sağlığı kavramı gerek Türkçe açısından gerekse de bizim bakış açımızdan yanlıştır. Zira öncelikle burada "sağlık" sözcüğünün anlam kayması olmaktadır. "işi sağlıklı bir şekilde yapmak" dediğimizde sağlık (health) anlamından kayma yaşanır. “Aman sağ salim bitirelim şu işi” gibi bir anlam farklıdır, bir işin gerçekleştirilmesi sırasında o işi yapan kişilerin sağlıklarına odaklanmak çok daha farklıdır.

2. Özetle, “iş sağlığı” yanlıştır, tamamen dilimizden çıkarmamız gerekmektedir ve her yerde her ortamda “işçi sağlığı” denmelidir! "İşte Sağlık" demek isterseniz yanlış olmayacaktır, ancak bugüne kadar böyle bir kullanım olmadığı, yerleşik olmadığı için biraz zorlama olacak ve bir anlam ifade etmeyecektir.

Neden işçi güvenliği değil iş güvenliği?

1. Başına işçi koyduğumuz zaman sınıfsal veya daha radikal bir kavram haline geldiğini söylemek yanlış olacaktır. Güvenlik yalnızca işçi odaklı düşünülemez. Zira "işçi" güvenliği dediğimizde kavramın kapsayıcılığını azaltır ve işçiye odaklanırız. Bu da bizi bir şekilde işçiyi koruma, işçiyi kişisel olarak koruma, işçiyi kişisel koruyucularla koruma noktasına getirecektir.

2. Bilimsel olarak "iş güvenliği"ni sağlamak “kapitalist iş”in düzenlenmesi açısından bakıldığında bile üretim tekniklerinden, kullanılan malzemelerin seçimine kadar pek çok hususa odaklanmak zorunda olup, “iş güvenliği” sağlanarak “işçinin de güvenliği” sağlanmış olur.

Neden işçi sağlığı ve iş güvenliği denmelidir?

1. Burada artık bütünleşik bir kavram söz konusudur. Mesleki Sağlık ve Güvenlik veya İşle İlgili Sağlık ve Güvenlik desek belki daha "doğru" olur denebilir. Ancak işçi sağlığı ve iş güvenliği yerleşik, anlaşılır ve kapsayıcı bir kavramdır.

2. Öte yandan 1973 ve 1974 yıllarında çıkan tüzüklerimizden bugüne hep kullanılagelmiştir. O bakımdan bu kavramı da değiştirmek (İş Sağlığı ve Güvenliği veya İşçi Sağlığı ve Güvenliği) doğru olmayacaktır. Burada bazı sendika eğitimlerinde ve toplantılarında rastlanan bir hususun altını çizilebilir, bazen bazı sendikacı dostlar “iş güvenliği deyince işin sermayenin güvenliği diyorlar, biz işçinin güvenliğini istiyoruz”. Haklı ve doğru olmakla birlikte kavramın başına “işçi” koyduğumuzda daha sol, daha radikal ve sınıfsal bir kavram olur anlayışı doğru değildir. İşçinin sağlığı, işin güvenli bir ortamda, kapitalist işin ya tamamen ortadan kaldırılması ya da kapitalist işin sınıf mücadeleleriyle mümkün olduğunca “sıkıştırılması” ile güvenli hale getirilmesiyle sağlanır, bu da iş güvenliğidir.

Neden işçi cinayeti değil iş cinayeti?

1. İşçi cinayeti dediğimizde, kavramın kapsayıcılığını azaltırız ve öte yandan sınıfsallıktan da uzaklaşabiliriz. Burada zaten “cinayet” kavramını egemen dile neredeyse bir mızrak gibi saplayanlar, bu alanda yıllardır mücadele eden işçiler, sendikacılar, akademisyenler, iş müfettişleri, tabipler, mühendis, mimar ve her alandan teknik elemanlar olmuştur. Dolayısıyla ortada zaten küçük de olsa bir kazanım vardır ve “iş cinayeti” kavramı bizim kavramımızdır.

2. İş cinayeti dediğimizde, cinayete, bir başka ifadeyle işçinin ölümüne veya yaralanmasına yol açan süreçlerin “iş” ile ilgili olduğunu, işten, daha doğrusu kapitalist işten kaynaklandığını vurgularız. Biraz daha açarsak “kapitalist iş süreçleri” “cinayet” işlemektedir. Bu başlangıç noktasını koyunca zaten tüm bir toplumsal sistemin eleştirisi ardından gelecektir.

Şu önemlidir; "iş cinayeti" kavramı Türkiye sosyalist hareketi ve işçi sınıfı hareketinin bize hediye ettiği bir kavramdır! Bu hediyenin başımızın üzerinde yeri vardır.

Neden ¨kazaların yüzde 98’i önlenebilir¨ söylemi yanlıştır?

1. Pek çok sendikacının, uzmanın ve hatta akademisyenin kullandığı bu ifade yanlıştır. Bu aslında bir galat-ı meşhurdur diyebiliriz. "Herkesin doğru bildiği yanlış" denebilir. Biz kaza kavramını bile reddederken, böyle bir ifadeyi kullanmak bile son derece yanlıştır.

2. "İş kazası mı cinayet mi?" tartışmasının çok eskiye gittiği söylenemez. Hatta bir açıdan bakıldığında "cinayet" çok ağır bir ifade olarak görülebilir, daha çok bir "slogan" olarak algılanabilir. Bu tartışmada hala doldurulmamış pek çok boşluk olmasının nedeni, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun, kapitalist sömürü mekanizmalarındaki yerine dair tartışmaların yetersiz ve kısıtlı olmasındandır. Bu tartışmalarda ana ekseni oluşturan iki kavram meslek hastalıkları ve iş kazalarıdır. “İş kazası” kavramının, yerli yerine oturtulması ve gündelik siyasette “iş cinayeti” kavramıyla örtüştürülmesi, salt siyasal değil aynı zamanda felsefi bir tartışmayı da gerektirmektedir.

3. Ayrıca vurgulanması gereken bir başka husus ise genel olarak kapitalist toplumda kabul gören kaza ile iş kazası kavramını birbirinden ayırarak tartışmak gerektiğidir. Zira, "iş kazası" belli bir hedefe dönük olarak örgütlenmiş (kapitalist üretim) bir iş örgütlenmesi içinde ve aynı zamanda o işin yapılması için toplumsal örgütlenme boyutunun da etkisiyle gerçekleşen olaylar zinciridir. “Kaza, kader, bu işin doğasında var” gibi kavramların, sıkça dillendirildiği, dinci gericiliğin her alana nüfuz ettiği ülkemizde, “iş kazası”, “kaza” ve “toplumsal yarar” kavramlarını tartışmak, tartıştırmak ve bir arada düşünmek işçi sınıfı mücadelesinde önemli bir yere işaret edecektir.

4. Sürekli kullanılan kazaların yüzde 98’inin önlenebileceği kabul edilmemesi gereken bir anlayıştır. Bu nereden çıkmıştır? %2 kesinlikle önlenemez mi? Biraz üzerinde duralım bakalım, aksi takdirde her şeyi o %2’nin içine sokan ve buna “kaçınılmazlık”, “kader”, “beklenmedik olay”, “kötü talih” diyenlerin tarafında olmak son derece kolaydır.

1930’larda tanımlanan Domino Yaklaşımı kazaların yüzde 88’ini insanların güvenli olmayan davranışlarına (güvensiz hareket), yüzde 10’unu güvenli olmayan eylemlere (güvensiz koşullar) bağlarken; geriye kalan yüzde 2’sinin ise “Allah’ın işi-takdiri-” “Acts of God” olduğunu varsayıyordu. Böylelikle yüzde 2’sinin nedeni açıklanamayan iş kazalarının önlenebilirliğini tartışmak da mümkün olamayacaktır. “Tahmin edilemezlik”, “beklenmeyen olay”, “kader”, “takdir-i ilahi”...

5. Mutlaka insanın müdahale edemeyeceği bir alan olduğu varsayıldığında çok güzel bir kaçış noktası yaratılmaktadır. Buna bir de "iş kazaları ve meslek hastalıkları"nın üretim sürecinde doğal olaylar olarak görülmesi gerektiği şeklindeki sermaye ideolojisi eklenince tablo tamamlanır. Burada "kötü talih" veya "kaçınılmazlık" ilkeleri son derece tehlikeli kavramlardır ve her halükârda karşımıza çıkmaktadır.

Neden “önlemek ödemekten ucuzdur” dememeliyiz?

1. İşyerlerinde gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini alırsa sermaye daha karlı bir iş mi yapar? İş kazalarına dair yapılan çalışmalarda veya bu konuyla ilgilenen özellikle mühendislerin vurgularında hep belirtilir: "Önlemek kazalardan kaynaklanan zararlardan çok daha ucuza gelir." "İş güvenliği ekonomi sağlar!" “iş güvenliği kazandırır” derken, aslında şunu da demiş oluruz: “ekonomik olmayan koşullarda iş güvenliği önlemleri alınmayabilir, çünkü pahalıdır!”

2. Bazı iyi niyetli araştırmacılar sermayeyi ikna etmek, sonuçta birkaç kişi dahi olsa insanların yaşamını kurtarmak açısından işin bu boyutunun gösterilmesi gerektiğini savunur. Ama büyük bir çoğunluk işçilerin ölüm ve yaralanmalarına maliyet kalemi olarak bakar, sonuçta bu bakış açısı ideolojik bir bakış açısıdır ve tamamen ekonomik rasyonaliteyle hareket etmektedir. Olayı "önleme" boyutuyla ele alması açısından da yetersizdir ki yalnızca iş yeri bazında önlemler ve bunların maliyetlerini ele almaya çalışan bir bakış açısıdır. Bu bakış açısıyla ilgili gözden kaçmaması gereken bir nokta daha vardır: İşin ekonomik boyutuna sürekli vurgu yapmanın bir adım ötesi devletin sürece müdahalesini gereksiz görmek, sermayenin önünü tıkamaya çalışmakla suçlamak olacaktır.

3. Gelişkin kapitalist ülkelerde şirketler, işçi sağlığı ve iş güvenliğine çok daha fazla harcama yapmaktalar. Bunun temel nedeni, devlet tarafından verilecek cezaların büyüklüğü ve işçilere ödenmesi muhtemel tazminatların boyutudur. Kimse "iş güvenliği kültürü" gibi masallar anlatmasın, eğer böyle bir kültür oluşmuşsa da tamamen işçi sınıfının bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlar sayesinde oluşmuştur. İşçi sınıfı mücadeleleri daha sıkı ve sert yasal mevzuatın oluşturulmasına katkıda bulunmuş, örgütlü işçilerin mücadeleleri sonucu daha sıkı devlet denetimi yapılmış, bir sınıfın zorlaması sonucu diğer sınıf taviz vermek zorunda kalmıştır!

4. Gelişkin kapitalist ülkelerde, bazı sermayedarların ciddi yaptırımlarla hatta ceza davalarıyla karşılaştığı doğrudur. Ciddi anlamda kamuoyunu rahatlatan cezalar da verilir. Ama bunların sayısı on binlerce ölüm ve yaralanma düşünüldüğünde komik bile değildir. Bu düzenin devamı açısından arada verilen bir rahatlatma olarak algılanmalıdır. Ama yine anımsayalım, bu cezalar işçi sınıfının örgütlü mücadelesi sonucunda kamuoyunu rahatlatmak “düzenin bekası için” için verilen tavizlerdir.

Yine soruyu sorup yanıtını verelim: Önlemek ödemekten ucuz mudur? Yanıt: Ucuz olsaydı sermaye işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesinin bayraktarlığını yapardı, emin olun...

Neden “iş cinayeti” kavramı çok ağır bir kavram değildir ve kullanılmalıdır?

1. “İşçi sağlığı ve iş güvenliği rejiminde baskın ideolojik varsayımlar, yasal süreçleri ve mevzuatı düzenlerken alınan kararlarda ve davranışlarda belirleyici olmaktadır. Bu varsayımlardan bir tanesi işçi ile işverenin çıkarlarının uyumluluğu, üretimin kutsanması, üretim süreçlerine dair her şeyin meşru kabul edilmesi, genel olarak tehlikeli çalışma ortamlarının bir veri kabul edilip, düzeltilmesi gereken bir durum olarak ileri sürülmesidir. Var olan üretimin kendisi, yapısı, üretim süreçleri içinde işçinin konumu, üretim yöntemleri ve benzeri konulardaki tartışmalar burada kesinlikle yer almamaktadır.

2. Buradan da şu noktaya geliyoruz, herhangi bir kusur iş yerinde iken başka, iş yeri dışındayken başka şekilde değerlendirilmektedir! İş yerinin dışında olan bir öldürme eyleminde, kasıt, olası kast, bilinçli taksir ve en son taksir şeklindeki sıralama, iş yeri içinde tam anlamıyla yer değiştirmektedir. Daha kısaca söyleyelim, iş yeri içinde gerçekleşen bir ölüm veya yaralanma “kaza” oluvermekte, iş yeri dışında ise “cinayet” sıfatını çok daha kolay almaktadır. Burada kapitalizmin ilk dönemlerinden beri burjuva ideolojisinin en fazla hakim olduğu, kendisini en dokunulmaz olarak gördüğü bir alana gireriz. Özel mülkiyet ve üretim kutsaldır! Birey (işçi) ile diğer birey (patron) karşılıklı, özgür iradeleriyle bir sözleşme imzalamaktadır, kimse kimseyi zorla çalıştırmamaktadır.

3. İşçileri öldüreceğini bile bile zararlı bir madde veya yöntem kullanmak (kot taşlama, asbest, zehirli gazlar vs.), bilimsel olarak da ispatlandığı halde mevzuata aykırılığı da ortadayken bu şekilde üretime devam etmek veya yönetmeliklerimizce çok net ortaya konan yapı iskeleleri standartları varken ilkel iskelelerden her yıl en az 100 işçinin ölümüne neden olmak… Bunlar bile bile göz göre göre işçiyi ölüme göndermektir. Ama kapitalizm iş yeri dışındaysa cinayet, içindeyse kaza demektedir.

Neden facia, felaket, talihsizlik ve benzeri ifadeler kullanılmamalıdır?

Facia, felaket kavramları ideolojik bakışı güçlendirir/yönlendirir, bir adım sonrasında ise “işin fıtratında var” noktasına götürür. Herhangi bir işçinin ölümü, yaralanması veya sakat kalması “kaza”, “şansızlık”, “talihsizlik” olarak görülürken, birden fazla işçinin bir anda ölmesinde hemen “facia”, “felaket” gibi kavramlarla karşılaşırız. Bu kavramlar, insan iradesinin dışında, bir anda, tamamen kendine has, çok özel bir durumu anlatır, anlatmaya çalışır. “10 işçinin yaşamını yitirdiği faciada”, “301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği büyük felaketin acıları…” Kaza, felaket ve facia kavramları tamamen hedef şaşırtan kavramlardır, sorumluların kim olduğu, nasıl ceza almaları gerektiği ve benzeri soruları tamamen perdeler, vicdanımızı burkar, içimizi acıtır bu ifadeler. Halbuki, “katliam”, “iş cinayeti”, “cinayet” dediğimizde, doğrudan bir sorumluyu, cezalandırılması gereken bir kişiyi içinde barındıran kavramlarla karşı karşıya kalırız. Hangi sözcüğü, kavramı kullanacağınız tamamen ideolojik bir tercihten kaynaklanır, ister bilinçli ister bilinçsiz…

SÖZÜN ÖZÜ

İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yürütülmesi gereken mücadele, işyerlerinde, yaşadığımız alanlarda birebir, yüz yüze örgütlenmeyi ve gündelik mücadele biçimlerini zorunlu kılmakla birlikte, zihinlerimizdeki pek çok düşünceyi de kırıp, sıfırdan yeni bir bakış açısını da gerektirmektedir. Özellikle sendikal alanda bu son derece önemlidir ve işçi eğitimlerinde de altı çizilmelidir.