İşbirlikçi bir diktatörün son savaşı: 8 maddede İdlib

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün partililerinin olduğu bir toplantıda kahkahalar eşliğinde yaptığı konuşmada, İdlib’de Suriye ordusuna karşı giriştiği savaşta geri adım atmayacağı mesajını verdi. Suriye ordusunun İdlib’deki mevzilerinden çekilmesi için yine Erdoğan tarafından verilen süre de dün gece yarısı itibariyle doldu. İdlib ve çevresindeki çatışmalar bugün daha da şiddetlendi.
Suriye’nin iç karışıklığa sürüklenmesi ve yıkımı için 9 yıldır emperyalistlerle işbirliği halinde çaba sarf eden Erdoğan, son hamlesiyle hem Türkiye de dahil bölge halklarına bir kez daha kan ve gözyaşı vaat ediyor. Bu yazıda, İdlib’de son durumu maddeler halinde özetlemeye çalıştık.

İdlib neden önemli?

Suriye’de cihatçıların etkin olarak varlıklarını sürdürdükleri tek vilayet İdlib. Hatay sınırında bulunan bu vilayette kontrolü yeniden sağlamak, Suriye yönetimi açısından iç savaşın sona ermesinde kritik bir zafer anlamına gelecek.

Ankara ise iç savaşta yıllardır destek verdiği cihatçı güçler üzerinden Şam üzerinde askeri ve siyasi baskı kurmaya devam etmek istiyor.

AKP/Saray Rejimi, İdlib üzerinden Türkiye’ye yönelen göç dalgasının yaratabileceği mali yükümlülükten ve iç politikadaki olumsuz etkisinden kaçınmak istiyor. Saray Rejimi ayrıca, İdlib ile Avrupa’ya karşı oynadığı sığınmacı kartını da elinde tutmak istiyor.

Saray, İdlib’den zaferle çıkan Şam ve müttefiklerinin bir sonraki aşamada, Suriye’nin kuzeyinde TSK ve ÖSO tarafından kontrol edilen bölgelerin boşaltılmasını isteyeceğini biliyor.

Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye’de çatışmasızlık alanları yaratmak üzere başlatılan Astana süreci çerçevesinde TSK’nin İdlib’de çok sayıda gözlem noktası bulunuyor. Suriye ordusunun ilerleyişiyle İdlib’deki askeri gözlem noktaları da ya kuşatılıyor ya da tehdit altına giriyor.

Suriye ordusuna destek veren Rusya, Suriye’de edindiği Tartus deniz ve Hmeymim hava üssü ile diğer stratejik avantajlarını tehlikeye atmak istemiyor.

Suriye ordusuna destek veren İran, Suriye’de olası bir yenilgi sonucunda, üzerindeki ABD ve İsrail tehdidinin artacağını biliyor.

İdlib’de kimler savaşıyor?

İdlib’de Suriye ordusu, Şii milisler ve Rus hava kuvvetleri ile TSK, ÖSO (Suriye Milli Ordusu olarak adlandırılmaya başlandı); HTŞ ve kimi cihatçı terörist gruplar çatışıyor.

Suriye ordusunun 300 binin üzerinde asker sayısına sahip olduğu biliniyor.

İran bağlantılı Şii güçler arasında Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü, El Nuceba Hareketi, Lübnan Hizbullahı, Pakistanlı Şii milislerden oluşan Zeynebiyyun ve Afganistanlı Şii milislerden oluşan Fatimiyyun Tugayı, Asaib Ehl el Hak ve İmam El Bakir Tugayı sayılıyor. Suriye’de 100 binin üzerinde Şii milis gücünün savaştığı düşünülüyor.

İdlib hava sahası Rusya’nın kontrolünde.

Şam muhaliflerine yakın Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, İdlib’de konuşlanan Türk askerinin sayısı 7500’ün üzerinde.

IŞİD ve El Kaide ile ideolojik akrabalığı bulunan, geçmişte bu örgütlerle aynı saflarda veya aynı çatı altında çatışmış pek çok grubu da bünyesinde barındıran, kuruluşu itibariyle ABD, Türkiye ve Batı destekli ÖSO’nun 60 ila 110 bin arasında militanı olduğu düşünülüyor. Bunların bir kısmı, Afrin-Cerablus hattında konuşlu.

ÖSO militanlarıyla beraber savaşan El Kaide-El Nusra uzantısı olan Heyet Tahrir Şam (HTŞ) İdlib’in en önemli güçlerinden. Pek çok ülke tarafından terör örgütü listesinde yer alan HTŞ’nin 20 bine yakın militanı bulunuyor. Yine El Kaide bağlantılı Hurras ed-Din adlı grubun da HTŞ ile fiilen eşgüdüm halinde çalıştığı ve 3 ila 5 bin arasında savaşçısı olduğu düşünülüyor.

İdlib’deki taraflar birbirlerini neyle suçluyor?

Taraflar birbirlerini, Astana süreci ve Eylül 2018’de Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Soçi Mutabakatı’nda üzerinde uzlaşıya varıldığı düşünülen yükümlülükleri yerine getirmemekle suçluyor.

Ankara’ya göre, çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlib’de Suriye ordusu ve müttefikleri ateşkesi ihlal ediyor. Sivillerin öldürüldüğü ve TSK gözlem noktalarının tehdit edildiği iddia ediliyor.

Moskova’ya göre, TSK’nin destek verdiği güçlerle teröristler içe geçmiş durumda. Ankara’nın teröristleri silahsızlandırma yükümlülüğünü yerine getirmediği savunuluyor. Ayrıca, TSK’nin gözlem noktalarından ve Türk askerlerinden Suriye ordusuna ve Rus uçaklarına ateş açıldığı suçlaması yapılıyor.

Ankara, İdlib’de Suriye ordusuna ne için süre vermişti? Bundan sonrası için ne beklenmeli?

Suriye ordusunun, Rusya ve İran desteğiyle geçen aralıktan bu yana yoğunlaştırdığı İdlib operasyonu, son bir ayda hızlandı. Suriye ordusu, Halep’in batı kırsalı, Şam-Halep ve Halep-Lazkiye bağlantısını sağlayan M-5 ve M-4 karayolları üzerinde büyük bir hâkimiyet sağladı. Bu iki karayolunun kesişim noktası üzerindeki Serakib’i geri aldı. İdlib vilayetinin merkezine doğru hızlı bir şekilde ilerledi.

Bu şok ilerleme sırasında, çok sayıda TSK gözlem noktası da çevrelenmiş oldu. Ayrıca, operasyona yanıt vermek isteyen TSK ve ÖSO güçleri ile Suriye ordusu arasında sıcak çatışmalar yaşandı. Şubat ayında en az 56 Türk askeri hayatını kaybetti, Suriye ordusundan da çok sayıda kayıp olduğu biliniyor. Dahası ocak sonunda 4 de Rus askeri uzman hayatını kaybetmişti.

Erdoğan, Suriye ordusunun şubat sonuna kadar, TSK gözlem noktalarının bulunduğu mevzilerin gerisine çekilmesi için ültimatom vermişti.

Ankara-Moskova hattında ay boyunca yapılan görüşmelerde somut bir ilerleme sağlanmadı. Son olarak Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Erdoğan’ın 5 veya 6 Mart tarihlerinde bir araya gelebileceklerini söyledi. Her ne kadar sosyal medyada ve AKP cephesinde ciddi fırtına koparılsa da, olası Erdoğan-Putin görüşmesine kadar, tarafların görece daha temkinli davranmaları, topyekûn bir hamle yapmamaları beklenebilir. Ancak provokasyona açık ortam veya iki taraftan gelecek beklenmedik bir hamle işin rengini değiştirebilir.

NATO ve ABD bu süreçten ne bekliyor? Nasıl bir müdahaleleri olabilir? Türkiye’nin onlardan beklentisi ne?

NATO genel olarak Suriye’deki istikrarsızlıktan memnun. Rusya ve İran’ın Suriye’de nefes almasını istemiyorlar.

Suriye savaşının başlamasından bu yana, ABD’nin Ortadoğu politikası için en önemli referanslarından biri olan İsrail bölgede istediği gibi at koşturabiliyor.

Türkiye-Rusya ve Türkiye-İran gerilimleri, NATO için memnuniyet verici. Özellikle İran üzerinde baskıyı artırmak isteyen ABD, Ankara-Tahran geriliminde elinin rahatlayacağını görüyor.

Suriye bağlamında Türkiye-ABD ilişkilerinde neredeyse tek gerilim unsuru olan, YPG gündeminin şimdilik rafa kalkmış olması, Türkiye’nin Rusya ile savaşın eşeğine gelmesi, emperyalist ittifakın iç dengelerini de rayına oturtan bir işlev görüyor.

İşbirlikçi Saray Rejimi, daha önce NATO’yu kendisini savunmak üzere göreve çağırmış, ABD’den de iki Patriot füze savunma bataryası istemişti. ABD Başkanı Donald Trump, dün bu konunun görüşüldüğünü, işbirliğinin devam ettiğini açıkladı. Suriye’de askeri varlığı bulunan ve Ortadoğu’da pek çok üssü bulunan ABD’nin, Ankara’nın elini rahatlatacak hamleler yapması muhtemel. Ancak cephenin karşı tarafında Rusya’nın olduğu gözetilerek bu desteğin ölçülü olması beklenmeli. Burada, füze savunma sisteminin yanı sıra Şam’ın dikkatini dağıtacak çeşitli tacizler gibi ,İdlib’de muharip güç olunmadan verilecek destekler gündeme gelebilir. ABD de Türkiye-Rusya görüşmelerinin nasıl ilerleyeceği, sahada nasıl bir güç dengesi oluşacağı gibi noktaları gözlemlemek isteyecektir.

Ortadoğu’da yıllardır süregiden çatışmalarla oluşan göçmen dalgalarının, tüm politik dengeleri sarstığı Avrupa ise İdlib’de yaşananları ABD kadar soğukkanlılıkla takip etmiyor. Erdoğan’ın sınır kapılarını açma hamlesinin başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’da ses getirdi. Avrupa’nın, Erdoğan’ın bu hamlesini ve genel olarak İdlib’de çatışmaların artmasını kendisi için tehlike olarak okuması ve tansiyonun düşürülmesi yönünde girdilerde bulunması daha olası.

NATO anlaşmasının“birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” mottosuyla açıklanan 5. maddesinin ise İdlib gündeminde bir karşılığı bulunmuyor. Söz konusu madde ve onu detaylandıran 6. madde, müttefiklerden herhangi birinin topraklarına yapılacak bir saldırı karşısında ortak yanıt verilmesini öngörüyor.

Saray’ın dış politikasında ABD ile Rusya arasında yaşanan gel-gitler bilinçli bir tercih mi, yoksa bir sürüklenme mi?

Kuruluşu ABD tarafından desteklenen AKP’nin, Ortadoğu’da emperyalizmle işbirliği içindeki politikaları Suriye ile başlamadı, onunla da bitmeyecek. Öte yandan AKP/Saray Rejimi, emperyalist hiyerarşi içerisinde yükselmenin, nüfuz sahibi olmanın, kendi ajandasını da ilerletmekten geçtiğinin bilincinde. Daha doğrusu, ancak kendi “özgül ağırlığı” olan güçlerin emperyalistler tarafından daha ciddiye alındığını fark etmiş durumda. AKP kuruluşundan beri, bu özgül ağırlığı, ABD ile de işbirliği içerisinde bölgedeki siyasi İslam’a ve özel olarak da Müslüman Kardeşler’e hamilik yaparak oluşturmaya çalıştı. Ancak özellikle 3-4 yılda, Müslüman Kardeşler’in yıldızının da sönmesiyle, Erdoğan farklı alternatif arayışına girdi. Saray’ın son dönemde en fazla kullandığı koz, Rusya ile yakınlaşma kartını kullanarak Batı’dan taviz koparmak oldu. Ancak Türkiye’nin özellikle ticari ve askeri ilişkilerinde hangi eksenin ezici bir ağırlığa sahip olduğunu göremeyen pek çok kesim, Saray’ın politik manevralarını, Rusya’ya yakınlaşma olarak okudu. AKP açısından da iç politikada “ABD karşıtı imaj” oldukça işlevli oldu.
Öte yandan, Suriye’de gelinen noktanın çok sayıda risk barındırdığı da bir gerçek. ABD öncülüğündeki Batı’nın bir çırpıda dahil olamayacağı bir Türkiye-Rusya çatışması ihtimali, kolay aşılabilecek bir viraj olmayabilir. Zira, Moskova’nın da, askeri gücünün yanı sıra Ermenistan, Türki cumhuriyetler, Ortadoğu, Libya, Kürt meselesi, ticari ilişkiler gibi Ankara’ya karşı kullanabileceği pek çok koz bulunuyor.

Sınır kapılarının açılması ne anlama geliyor?

Bir önceki soruda Saray’ın Batı’ya karşı son dönemde kullandığı en önemli kozun Rusya ile ilişkiler olduğunu söylemiştik. Bir diğeri ise sığınmacılar kartı… Ortadoğu’da dökülen tüm kan ve gözyaşında payı olan Avrupa, yeni göç dalgalarının topraklarına yönelmesini ise istemiyor. Çağımızın en büyük siyasi kriz başlıklarından biri olan göç meselesi, Avrupa’da da dengeleri alt üst etmiş durumda.

Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye 2016 yılında, bir sığınmacı anlaşmasına imza attı. Özetle, sığınmacıların, Avrupa’ya geçişinin zorlaştırılması karşılığında Türkiye’ye 6 milyar Avro verilmesini öngören bu kirli anlaşmanın maddelerine uyulup uyulmadığı konusu, Saray tarafından AB’ye karşı sürekli kullanıldı.

Erdoğan, dün kahkahalar eşliğinde yaptığı konuşmasında, sığınmacılar konusunun kendileri için bir koz olduğunu adlı adınca itiraf etti.

Saray Rejimi, sığınmacılar için kapıları açma politikasıyla Suriye’deki askeri varlığına gerekçe olarak ileri sürdüğü, Suriyeli göçmenlerin yerleştirileceği bir bölgenin oluşturulması hedefine AB’den destek istiyor. Erdoğan, sığınmacıları bir şantaj unsuru olarak kullanarak, Suriye topraklarında inşa etmek istediği konutların maliyetinin karşılanması derdinde. Merkel’le 25 milyon-100 milyon Avro pazarlığının arkasında da bu yatıyor.

Savaş ihtimaline karşı sosyalistlerin tavrı ne olmalı?

Erdoğan’ın her yönüyle kirli savaş politikasının toplumsal desteği zayıftır. Dahası, düzen güçleri arasında da, İdlib’de olası savaşın politik-ekonomik maliyetlerinin nasıl karşılanacağı konusunda kaygılar artmaktadır. Saray’ın büyük bir hoyratlıkla attığı sığınmacı adımına ise AB’nin “pes” diyerek mi yoksa “rest” çekerek mi yanıt vereceği oldukça risklidir.

Bir komşu ülke toprağında işgalci pozisyonda bulunmak onursuzluktur. Emperyalist emeller uğruna ölmek ve öldürmek kabul edilemez. Sığınmacıları bir savaş kozu olarak kullanmak insanlık suçudur.

Bugünkü bedeli ne olursa olsun, sosyalistlerin, Suriye’den askerlerin çekilmesini savunan “savaş karşıtı” tavırlarını mümkün olan en etkili yollarla ortaya koymalarının vaktidir. Savaş karşıtlığının sesinin gür çıkması, sokağa taşınması, toplumda yüksek sesle ifade edilemeyen itirazı cesaretlendirecektir. Saray yenilmeli, halk kazanmalıdır, kazanacaktır.