Bu yazı okumuş insanların emekçilere karşı sorumluluğundan güç alarak, bugün en başta insan onuruna yakışır yaşamaya dair çaba gösteren ve bununla birlikte katılımcılığı, hukuku fiilen uygulayan (uygulama hamlelerine girişen, cesaret gösteren) yurttaşlar ile işbirliği, onlara ön açıcılık ve hamlelerine teşvik üzerine düşünmeye bir davet için kaleme alındı.
Kabul edebiliriz ki Türkiye’de üretime dair gücü bugün elinde bulunduran eğitimli emekçiler toplamının özellikleri ve içinde bulunduğu koşullar 1. Cumhuriyet’in kuruluş dönemi ve takip eden on yıllardan bugüne epey değişmiştir. İçinde bulunduğumuz dönem, bir zamanlar makine üretimi yani endüstrinin, insanı kendi ürününe yabancılaştırması gibi bugünün insanını da kendi üretiminin ilişkiselliği bağlamında yabancılaştırarak benzer işlevi görüyor. Söz konusu koşulları eğitimli emekçiler üzerinden biraz açmaya, bir arayışı ifade etmeye çalışacağım.
Üretimden hizmet sektörü odaklı yapılanmaya geçiş ile istihdam, gelir ve can güvencesizliğinde eğitimli emekçiler aleyhinde değişenler, koşulların bir kısmına işaret ediyor. Hizmet sektörü ve güvencesizliğin gericilikle birlikte basıncı eğitim alanında da kendini hiç olmadığı kadar hissettiriyor.
Üretim gücünü elinde bulunduran günümüzün en gelişkin işçileri olarak sayacağım doktorlar, mimarlar, mühendisler, hukukçular, öğretmenler ve akademisyenler, meslekleri gereği iletişim içinde oldukları ve etkiledikleri insana, kente, adil bir yargılamaya ve üretimleri sonucu meydana gelen her şeye bir o kadar yabancılaşıyor. Burada dikkate değer olan ise, 19. yy. sonlarından başlayarak koşullar yaşamı ne kadar etkilediyse ve sonucunda çeşitli akımlar, düşünceler gelişerek kendini sanatta, mimarlıkta, edebiyatta, bilimde de cevaplar arayarak ürettiyse, bugün de içinde bulunduğumuz dönemde bütün bu alanlarda samimi bir yüzleşmeye ve kendi özgün cevaplarımızı üretmeye ihtiyacımız olduğudur. Ve her şeyden önemlisi özgün cevaplar için bir zeminin varlığından söz etmek olanaklı.
Bir miladın eşiğindeyiz, arayıştayız.
Türkiye özgünlüğünde eğitim alanına göz atmak için köy enstitülerine, bugün en iyi okullar arasında sıralanan teknik üniversitelere ve sanat fakültelerine ilham kaynağı olmuş, 1900’lü yılların başlarında yapılanan Bauhaus akımı örnek verilebilir. Söz konusu akımın, toplum yararı için, toplumu geliştirmeyi amaçlayarak, kolektif üretime değer atfeden bir kuşağın kadrolarının yetişmesindeki rolü anımsanmalı. Bauhaus akımı, içinde bulunduğu dönemin koşullarında “yeniyi” arayışa cevap olarak gelişmiştir. Bauhaus okulu temelde toplu üretimi halk için çağdaş estetik anlayışla gerçekleştirmek amacıyla ortaya çıkmıştı. Bauhaus hareketi sadece bir biçim tartışmasına indirgenerek kuşkusuz tartışılamaz. Bana göre tam da “zanaatçısıyla, mimarıyla ve diğer sanat dallarıyla sosyalizmin geleceğinin mekanlarının kolektif ve eşit olarak tasarlanması” söylemi bugün kendi cevaplarımızı kent üzerinden insan onuruna yakışır yaşamayı arayan yurttaşları göz önüne alarak oluşturmamız için bir olanak sunuyor.
Yine 1960’larda sosyalist hareketin düşünce-bilim-kültür-sanat alanlarında ciddi bir ağırlığı olduğu[1] savına bir örnek olarak Yılmaz Aysan’ın “Afişe Çıkmak 1963-1980: Solun Görsel Serüveni[2]” kitabında anlatılan hikayeye bakılabilir. Kitapta anlatılan hikayede de aslında bir dönemin öğrencilerinin ve aydınlarının hayallerinin, yaratıcılıklarının görsel dilin kullanımıyla (afişlerle) ODTÜ atölyeleri ve koridorlarında kolektif olarak üretilerek, toplumun insanca yaşama kavgasına tercüman olmak, kavgaya dikkatleri çekebilmek üzere memleketin en ücra köşelerine kadar yayılmasının izlerini görebilmek mümkün. Bugün benzer örnekler ya da arayışlar neden yok ya da tek tük var olanlar da oldukça kısır? Bir paradigma değişimine neden olacak kadar güçlü arayışlara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Kolaycılığa kaçmadan, örnek olsun “herkes için”[3] söylemine sığınmadan, net, halkın tarafını tutarak, herkes için olamayacağının farkında olan, ille de direnenin, başkaldıranın, var edenin, üretenin tarafını keskinleştiren arayışlardan söz ediyorum.
İçinden geçtiğimiz nesnellikte yeni dönemin sorumluluğu olarak eğitimli emekçilerin “katılımcılığı, hukuku fiilen uygulayan (uygulama hamlelerine girişen, cesaret gösteren) yurttaşlar ile işbirliği, onlara ön açıcılık ve hamlelerine teşvik” noktasında yapabileceklerini önemsiyor ve bahsi geçenlerin kuvveden fiile geçmesi için her alanda düşünmeye davet ediyorum.
[1] Metin Çulhaoğlu 1960’larda sosyalist hareketin düşünce-bilim-kültür-sanat alanlarında ciddi bir ağırlığı olduğundan bahsediyor. http://ilerihaber.org/yazarlar/metin-culhaoglu/gencler-kadinlar-ve-ozel-gorev/709/
[2] Yılmaz Aysan (2013). “Afişe Çıkmak 1963-1980: Solun Görsel Serüveni”, İletişim Yayınları.
[3] http://herkesicinmimarlik.org/ Herkes İçin Mimarlık Derneği bazı çabaları açısından bugünün nadir bir yapılanması olsa da söylemindeki “herkes için”lik sorunludur. Hem “her kişi ve kurumdan” gelecek katkıya açıklıkla tanımlanıp hem de sosyal sorunların çözümlerine öğrencilerin de ortak olacağını söyleyerek, “sosyal sorunların” kimler tarafından yaşandığını açıkça es geçerek ve devamında kimlerin bu derde deva olabileceğini de es geçerek, yani samimi bir yüzleşmeden, dikkatli bir analizden kaçarak “muazzam bir kafa karışıklığına” işaret ediyor. Dernek nafile bir biçimde mimarlığın “herkes için”liğine vurgu yapıyor, herkes için mimarlığı arıyor.