İş cinayetlerini önlemek aslında ucuz mu?

Yanıtı daha yazının başında şöyle verelim; eğer iş cinayetlerini ve meslek hastalıklarını önlemek, bunların sonuçlarıyla kıyaslandığında daha ucuz olsaydı, sermayedarlar işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesinin öncülüğünü yaparlardı! Aynı yanıtı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı da veriyor veya başka bir ifadeyle itiraf ediyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2019-2023 yıllarını kapsayan stratejik plan raporunda şunları söylüyor:

“2014 yılında Soma ve Ermenek’te meydana gelen elim yeraltı kömür madenciliği kazaları sonrasında yapılan kanuni düzenlemelerle yeraltı üretim maliyetleri bir anda artmış (evet artacak ne bekliyordunuz) ve sektör açısından durgun bir sürecin başlamasına neden olmuştur (üzülmeli miyiz?). Öngörülemeyen kazalar  (öngörülemeyen kaza olur mu, olmaz bu köşede defalarca yazdık) ve buna bağlı olarak yapılan kanuni değişikliklerden dolayı (öngörülemiyor, sermayedarların bir suçu yok yine de düzenlemeleri yaptık, mağdur ettik), plan hedeflerinde (iş cinayetlerini önlemek plan hedeflerinde değil mi?) önemli sapmalar meydana gelmiştir”

Neresinden baksanız tutarlı ve sağlam bir paragraf bu. Kesinlikle dalga geçmiyorum, espri yapmıyorum. Tamamen kendi içinde tutarlı, sermaye sınıfının iki yüz yılı aşkın süredir hemen hemen hiç değişmeyen bakış açısını bir paragrafta yansıtan muhteşem ifadeler aslında. Demek ki önlemek ödemekten ucuz değilmiş!

Peki pek çok ders kitabında, ders notlarında, kongre, konferans, sempozyum, çalıştay, bildiri, makale, resmi rapor vs. vs. içinde yer alan “önlemek ödemekten ucuzdur” ifadesini ne yapacağız? Daha açarsak, "Önlemek kazalardan kaynaklanan zararlardan çok daha ucuza gelir." "İş güvenliği ekonomi sağlar!" “iş güvenliği kazandırır” derken aslında ne demek istiyoruz.

İlk olarak zımnen şu söyleniyor “ekonomik olmayan koşullarda iş güvenliği önlemleri alınmayabilir, çünkü pahalıdır!”

İkinci olarak bazı iyi niyetli araştırmacılar sermayeyi ikna etmek, sonuçta birkaç kişi dahi olsa insanların yaşamını kurtarmak açısından işin bu boyutunun gösterilmesi gerektiğini savunur. Ama büyük bir çoğunluk işçilerin ölüm ve yaralanmalarına maliyet kalemi olarak bakar, sonuçta bu bakış açısı ideolojik bir bakış açısıdır ve tamamen ekonomik rasyonaliteyle hareket etmektedir.

Üçüncü olarak ise şu söylenebilir, “önlemek ödemekten (ölüm ve yaralanmaların maliyetinden) daha ucuzdur” diyenler sermaye düzeninin temel dürtüsü olan karı maksimize etme mekanizmalarından habersizdir.

Biraz daha devam edelim, zira basit bir konudan söz etmiyoruz.

Eğer biz bu tartışmayı yalnızca  "önleme" boyutuyla ele alırsak, bu da bize yalnızca işyeri bazında önlemler ve bunların maliyetlerini ele almaya çalışan bir bakış açısıdır. Bu bakış açısıyla ilgili gözden kaçmaması gereken bir nokta daha vardır:

“İşin ekonomik boyutuna sürekli vurgu yapmanın bir adım ötesi devletin sürece müdahalesini gereksiz görmek, sermayenin önünü tıkamaya çalışmakla suçlamak olacaktır. Britanya'da açık deniz petrol sahalarının, ülke ekonomisini kurtaracak bir sektör olduğunu savunan da sermaye sınıfıdır, Türkiye'ye geldiğimizde, hidroelektrik santrallerin kolaylıkla inşa edilmesi için hukuksal engeller, Çevre Etki Değerlendirme raporları alınması şartları, kamu yararı ve benzeri pek çok engel kaldırılırken alkışlayanlar da... Ülkemizin gelişmesi, büyümesi için “ölüm, madencilik mesleğinin kaderinde vardır” da diyebilir veya “inşaat bu ülkenin lokomotifidir” sözünü binlerce kez söyleyip, ölüm ve yaralanmalar önemsizleştirebilirsiniz...” (https://ilerihaber.org/yazar/onlemek-odemekten-ucuzdur-30094.html)

Veya Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı raporunda olduğu gibi açıkça itiraf edebilirsiniz

Önlemezsek ne olur?

Bakın sayın patronlar, size ikna etmek için elimden geleni yapacağım, önlemenin ödemekten ucuz olduğunu size ispat edeceğim diyen, en azından bu niyetle yola çıkan sayısız uzman, akademisyen, teknik eleman var. Peki bu insanlar tezlerini desteklemek ve sermayedarları insani bir noktaya çekmek için ne yaparlar? Daha önceki bir yazımda da belirttiğim üzere, öncelikle bir işyerinde ölüm ve yaralanmalar sonucunda gerçekleşecek aşağıdaki maliyetler ile işçi sağlığı ve iş güvenliği ilkeleri karşılaştırılır, buna göre ölüm ve yaralanma sonucu ödenecek tazminat, işyerinin kapatılması, işin kısa veya uzun bir süre durması, şirketin itibarının sarsılması, yeni işler/ihaleler alamaması, diğer çalışanların moral ve motivasyon düşüklüğü, mahkeme masrafları, şirketin ürünlerine dönük boykot/protesto vs. gibi pek çok maliyet kalemi, işverenlere “ah keşke gerekli önlemleri alsaydım” dedirtmek için sıralanır. Peki, sadece Türkiye’de değil, dünyada da, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınması madem kazandırmakta, önlemek madem çok daha ucuz olmaktadır, neden sermaye daha karlı olan yolu seçmemektedir? Soruyu hemen yanıtlayalım, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini almak sermaye açısından bir maliyet kalemidir ve bu maliyet kalemi ile ölümler ve yaralanmaların maliyeti kıyaslandığında her zaman ikincisi daha düşük olacaktır!

Çünkü gerçek anlamda sağlıklı ve güvenli bir üretim gerçekleştirilmesi için iş örgütlenmesi, seçilen teknoloji, kullanılan ekipmanın, makinaların tasarımı, kullanılan malzeme, çalışılan ortam, işçilerin ruhsal ve fiziksel durumları ve tüm bunlarla birlikte güvenlik ve sağlık önlemleri tamamen yeniden tasarlanmak zorundadır. Bu da karı değil, insanı merkeze koyan bir üretime işaret edecek, sosyalist bir üretim biçiminde “maliyeti” düşük, ama kapitalist üretim biçiminde maliyeti oldukça yüksek olacaktır. Tüm bunlara işçilerin çalışma saatlerinin uzunluğu ve yoğun çalışmanın iş cinayetleri ve meslek hastalıklarına doğrudan etkileri de eklenmelidir. Zira artı değer sömürüsünü artırmak için ise sermaye sınıfı iki şeyi yapar, kimi zaman zorla, kimi zaman rızayla; mutlak artı değeri artırma (çalışma süresini uzatma) ve göreli artı değeri artırma (üretim hızını artırma, emek sürecini yoğunlaştırma). Ve tüm bunları gerçekleştirirken kullandığı teknoloji de "taraflıdır",  teknolojik pratikler de, denetim ve yönetim mekanizmaları da... Kullanılan teknoloji, kullanılan malzemeler, üretim yöntemleri, yönetsel mekanizmalar tamamen kar amacıyla belirlenir, sermayenin ekonomik, politik ve ideolojik çıkarları belirleyendir. Bu tercih sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı yaratamaz, bazı ülkelerde daha güvenli ve sağlıklı çalışma ortamı olması işçilerin mücadeleleriyle kazanılmıştır.

İş Cinayetlerinin maliyeti nasıl düşürülür?

Yukarıda madde madde olarak saydığımız tazminattan işyerinin kapatılmasına, şirketin iş alamamasından, işlerinin durdurulmasına/iptal edilmesine kadar pek çok maliyet bulunmaktadır. Ama bu maliyetler her ülkede farklıdır. Bu maliyetleri düşürmenin yolu ise sermayedarlar açısından sınıf savaşıdır! Evet, sınıf savaşı. Bu maliyetin derecesini o ülkedeki sınıf mücadeleleri, bu mücadelelerin belirlediği hukuk sistemi, çalışma rejimi, dayanışma kültürü, örgütlülük düzeyi vb. belirleyecektir.

Örneğin bir inşaat şantiyesinde yaşamını yitiren işçinin ailesine 30-40 bin TL kan parası vermek sermayeye çok fazla koymayacaktır, ama ABD’de, Almanya’da, İngiltere’de tazminatlar biraz can sıkıcı olabilir. Bir tekstil atölyesinde elini dikiş makinasına kaptıran, bir rezil atölyede preste eli parçalanan, inşaatın 8. Katından yere çakılarak ölen bir Suriyeli işçinin ise iş cinayeti sonrası maliyeti sıfırdır!

Gelişkin kapitalist ülkelerde şirketlerin Türkiye ile kıyaslandığında işçi sağlığı ve iş güvenliğine daha fazla harcama yaptığı bir gerçek. Bunun temel nedeni “iş güvenliği kültürünü özümsemiş medeni ülkeler” falan değil. İşçi sınıfının mücadeleleri, örgütlülük düzeyi, devlet tarafından verilecek cezaların büyüklüğünü ve işçilere ödenecek tazminatların düzeyini doğrudan belirlemiştir. Keza sicili bozuk şirketlerin izole olması, tüketici boykotları, itibarsızlaşma vb. faktörler de sınıf mücadelelerinin bir yan ürünü olmuştur. İşçi sınıfı mücadeleleri daha sıkı ve sert yasal mevzuatın oluşturulmasına katkıda bulunmuş, örgütlü işçilerin mücadeleleri sonucu daha sıkı devlet denetimi yapılmış, bir sınıfın zorlaması sonucu diğer sınıf taviz vermek zorunda kalmıştır!

Sermaye sınıfı üretim sürecinde tüm maliyet kalemlerini işçi sınıfına transfer etmek istemektedir. Bu maliyet kimi zaman ölüm, yaralanma, meslek hastalığı şekilde işçi sınıfına yansır. Sermayedarlar teknoloji, üretim tekniği, iş organizasyonu, kullanılan malzeme tercihi gibi konularda bir özgürlük alanına sahiptir ve bu özgürlük kısıtlanmadan, yalnızca “işyerinde önlem alınsın” diyerek iş cinayetleri ve meslek hastalıkları önlenemez. Asbest gibi kanserojen olduğu bilinen tehlikeli bir malzemenin yasaklanmasının bu kadar geç olması en basit örneklerden birisidir. Veya ABD’de kas ve iskelet sistemi rahatsızlıklarına karşı hala belli standartların ulusal ölçekte kabul edilmemesi ve buna karşı sermayenin inanılmaz lobisi bir başka örnektir (Bu konuda kapsamlı yazımı öneririm: https://ilerihaber.org/yazar/histerik-iscilerin-yalanlari-62309.html).

Özetle iş cinayetlerinin maliyeti göçmen emeği kullanılarak düşürülür, örgütsüzleştirerek düşürülür, çaresiz bırakarak, kader/alın yazısı diyerek, hiç biri olmazsa açık şiddetle düşürülür. Böyle olmuştur, tarih bunu göstermiştir, bunun tersini de kuşkusuz. İş cinayetlerinin maliyetinin hangi sınıf tarafından ödeneceği sınıf mücadelesinin düzeyini göstermekte, bu alan sınıf savaşının neredeyse billurlaştığı bir alana işaret etmektedir. Sermaye toplumsal sorumluluk da istemez, emeğin kendisine ne olacağıyla da ilgilenmez:

"Üreticinin elindeki ürünün somut niteliği sahibine hiçbir toplumsal sorumluluk yüklememelidir. Üretici istediği malı üretebilir; ürettiği malla istediğini yapabilir; malını istediği gibi satabilir ve sattığı malın yerine istediği malı satın alabilir. Üreticiyle ürünü arasındaki ilişkiyi sınırlayan her türlü ahlaki, yasal, geleneksel koşul yok edilir." (Marx, Grundrisse Önsöz içinde; 37)

"Dikkat edersek bu mübadelede başlıca iki önemli özelliğin belirlediğini görürüz. Birincisi, sözünü ettiğimiz bu durumda ne alıcı, ne de satıcı emek işinin kendisiyle ilgilenmemektedirler. Alıcının istediği, emeğin sunduğu somut faydadır: Örtünmesinin, barınmasının, doymasının, bilgi ihtiyacının sağlanması gibi. Bu hizmetlerin emek aracılığıyla sağlanabiliyor olması bir zorunluluktur, çaresiz katlanılacak bir angaryadır. Her iki taraf da bu gerçeği bilir ve buna katlanır. Ama emeğin kendisi ile kimse ilgilenmez. Belirleyici olan, bu emeğin ürettiği faydadır." (Marx, Grundrisse Önsöz içinde; 26)."