İrtibat ve iltisak denen ucube

Unutmamalı ki her kim hukuksuzluğun ve keyfiliğin yolunu açarsa, o yolun sonunda er ya da geç kendisini bulur.

İçişleri Bakanlığı tarafından, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı (İBB) hakkında, bünyesinde çalışan bazı personellerin “terör örgütleriyle” irtibat ve iltisaklı oldukları iddialarıyla ilgili olarak teftiş başlatıldığı açıklandı. Bu açıklama öncesinde ise her zaman ki operasyonel kuvvet gücü olan yandaş basında  haberler çıkmış, işe giren personellerin isimleri, fotoğrafları ve haklarındaki fişleme kayıtları yayınlanmıştı. Bu yayınlarla, yapılacak “teftiş” için zemin hazırlayan yandaş basın haklarında hiçbir mahkeme kararı ve sabıka kaydı bulunmayan insanları hedef göstererek iktidarın kullanışlı bir aparatı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bakanlığın açıklamasının ardından bu sefer ekranların karşısına geçen İçişleri Bakanı SS ise; "Dağdaki teröristlerle mücadele ediyoruz, şehirlerdeki teröristlerle mücadele etmeyecek miyiz?” şeklindeki beyanıyla konunun hukuki bir süreç olmadığını, hamasetle yürütülen siyasi bir operasyon olduğunu da kabul etmiş oldu. Geçmişte HDP’li belediyelerin kayyumlar eliyle zapturapt altına alınmasının güncellenmiş ve revize edilmiş hali gibi duran bu sürecin nereye kadar ileri götürüleceği ise şimdilik belirsiz.

Peki neydi irtibat ve iltisak? Hafızaları bir miktar tazelemek gerekirse, her iki kavramın da hukuki bir niteliğinin bulunmadığını, Anayasada ve kanunlarda da yeri olmadığını söyleyerek başlayıp, ilk kez 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde hukuki lügatımıza girdiğini söyleyerek devam edebiliriz. 2016 yılındaki OHAL ilanıyla birlikte rejim açısından yeni bir dönem başlarken, yürürlükteki mevzuat fiilen rafa kaldırılıp KHK’ler ile idare devri başlamış ve buna bağlı olarak yeni devrin alamet-i farikası da “irtibat ve iltisak” kavramları olmuştu. Her niyete yenen muz işlevi gören bu iki kavrama dayanılarak yüz binlerce insan işinden atılmış, birçoğu tutuklanmıştı. KHK’ler rejiminin amacı yalnızca darbe girişiminin müsebbibi eski iktidar ortağı olan Fethullahçı çeteyle hesaplaşmak değil aynı zamanda rejim muhalifi olan herkesi bu torbaya koyarak iktidarlarını pekiştirmek ve korku imparatorluğu yaratarak tek adam düzeninin tesisi yolunda emin adımlarla ilerlemekti.

2017 yılına gelindiğinde ise Cumhuriyet gazetesi yöneticilerine açılan davada en uç örnekleriyle karşılaşmıştık irtibat ve iltisak ucubeliğinin. Gazeteci Güray Öz, hakkında soruşturma yürütülen bir pideciden pide siparişi verdiği, bir başka gazeteci parkeciyi, bir diğeri ise tatil programı için tur şirketini aradığı gerekçeleriyle FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı sayılarak uzun süre tutuklu kalmışlardı. İrtibat ve iltisak konusundaki bir diğer örnek ise Barış Akademisyenlerinin sivil ölüme terk edilmesi süreciydi. Şiddetin sona ermesi ve toplumsal barışın tesis edilmesi talebiyle bir bildiriye imza atan binlerce akademisyen önce üniversitedeki görevlerinden “ihraç” edildi, ardından birçoğu hakkında terör örgütü propagandası suçlamasıyla yargılamalar yapıldı. Yargılamalar sonucunda akademisyenler beraat ettiler ancak bu kararlara rağmen aradan geçen dört yılın sonunda ise akademisyenler, OHAL komisyonu isimli bir diğer ucube kurum tarafından “terör örgütüyle” irtibat ve iltisaklı oldukları ileri sürülerek ihraç kararlarına itirazları reddedildi.


Bu kararlardan birkaç hafta sonra ise Nurettin Nebati, Cumhurbaşkanı kararıyla Maliye Bakanı olarak atandı. Fethullah Gülen ile birlikte boy boy fotoğrafları olan bu zatın Pensilvanya ziyareti ve aralarındaki “hukuk” ise herhangi bir irtibat/iltisaka konu edilmedi elbette. Tıpkı iktidarın çeşitli kademelerinde yer alan ve geçmişinde değil irtibat, Fethullahçılarla doğrudan işbirliği yapan ancak sarayın yanında saf tutan binlerce AKP'linin asla soruşturulmadığı gibi. Kendilerinden olmayan herkes için irtibat ve iltisak kavramlarını icat eden güç sahipleri, kendilerini temize çıkarmak adına ise “kandırıldık” masalını unutmamışlardı tabi.

Siyasi iktidar mensupları, sahip oldukları güçle her istediklerini yapabileceklerine olan inançlarını, bizler de hafızamızı korumaya devam ediyoruz. Dünün muktediri olan Fethullahçıların, yargı mekanizmasında kendi yarattıkları tahribat ve hukuksuzluklardan dolayı bugün yaşadıkları mağduriyet anlatımlarını AKP eşrafına hatırlatmakta fayda var. Unutmamalı ki her kim hukuksuzluğun ve keyfiliğin yolunu açarsa, o yolun sonunda er ya da geç kendisini bulur. Ne de olsa hafıza-i beşer nisyan ile maluldür...