İnsan iki safta birden olabilir mi?

Bir insan “hiç dürüstlüğünü koruyarak aynı anda iki safta birden olabilir mi?”. Günlerdir Türkiye siyasetine ve siyasetçilerine bakıp Jack London’un Demir Ökçe’sinden anekdotlar aklıma geliyor. Türkiye’nin hem laik bir devlet olduğunu söyleyip hem de AKP’nin son yirmi yılda yarattığı dini dil ile siyaset yapmak, AKP’nin muadili olmaya aday olmak anlamına gelmez mi?  Hak helal etmeler, bu dünyanın bir de ötesinin olduğunu hatırlatmalar, hayatımızın odak noktasına oturtulan merkez bankasına, faiz indirimi için yapması gerekeni söylerken İslam’da yasak anlamına gelen “Nas” suresine göndermelerde bulunmalar, birbirlerini Allah’a şikâyet etmeler…

Türkiye siyasetinde kullanılan dile bakılırsa Marx’ın da ifade ettiği gibi “dinsel olan politik olanı değil politik olan dinsel olanı”, olumsuz anlamda biçimlendiriyor. Oysa Türkiye’nin geride bıraktığı yirmi yıl, politik olanın dinsel olanı olumlu anlamda biçimlendirmesi için yeterli deneyim ile dolu. Tıpkı “Antik çağın devletlerinin yıkılmasına neden olanın antik dinlerin yıkılması olmayıp antik dinlerin yıkılmasına neden olanın antik çağın devletlerinin yıkılması” olduğu gibi. Ancak günümüz Türkiyesi’nde gelinen noktada iktidar ve ona alternatif olduğu iddia edilen düzen içi muhalefet dini yabancılaşmayı, güçlü bir enstrüman olarak kullanılıyor. Eğer temelinde iktisadi yabancılaşma yatan dini yabancılaşma, muhalefetin de seçtiği yol ise Türkiye’de ekonomik kriz ile boğuşan kitleler için yakın tarihte hiçbir şey değişmeyecek anlamına gelir. Bir başka ifade ile düzen içi muhalefet için gerçek hayattaki yabancılaşma, yani iktisadi yabancılaşmanın aşılmaması için yalnızca insanın iç hayatında, bilinçlilik düzeyinde olan dini yabancılaşma devam etmeli. Çünkü her ikisi de kapitalist ekonominin devamında birleşiyor ve bu konuda dini yabancılaşmanın nimetlerinden vazgeçmek istemiyor.

PEKİ BU DURUMDA AKP İKTİDARI GİDERKEN SOSYALİSTLER NE YAPMALI?

Halkı, yeniden tarihin öznesi durumuna getirmek için yeni bir yol kurmalı. Marx’ın söylediği gibi insanı kendi soyutlamasının ürünlerinden kurtararak iktisadi ve dolayısıyla tüm yabancılaşma türlerine son verecek bir yol. Fakat işçi sınıfını gerçek anlamda tarihin öznesi kılmak bugünden yarına elbette mümkün gözükmüyor. Kısa zamanda mümkün olduğunu iddia etmek, gerçek koşulları inkâr etmek anlamına gelir. Peki öyleyse burada gerçek koşulları tespit ettikten sonra sosyalistler tıkanıp kalacak mı?  Türkiye, AKP iktidarından sonra da kapitalist ekonominin ve sağ ideolojinin yasaları ile yönetilmeye devam mı edecek?  Bu durumda sosyalistler ne yapmalı?

ŞEYLERİ KARŞILIKLI BAĞLANTILARI VE KOŞULLARI İÇİNDE DEĞERLENDİRMELİ 

Yani işçi sınıfı mücadelesinin strateji ve taktik bilimini pratiğe uygulamalı. Politikayı, koşullara göre yeniden gözden geçirip politikayı koşullarla birlikte değiştirmeli. Lenin’in sol Komünizm’de yazdığı gibi: “Elbette ki sınıflar ve partiler arasında bazen aşırı ölçüde karmaşık olan – ulusal ve uluslararası- ilişkilerle uğraşılması gereken politikada (…) her durumda işe yarayacak (…) bir reçete ya da genel kural hazırlamak saçma olurdu. Kişi, her ayrı olayda durumu çözümleyecek zekâya sahip olmalı”. Yani işçi sınıfını temsil edenler, bir politikanın, bir durumda doğru bir durumda ise yanlış olabileceğini anlamadan, sadece “genel ilke”ye dayanarak kararlar vermeye kalkmamalı, böylesi bir tutumun sınıf mücadelesine yararı olması mümkün değildir. Elbette ki bu sosyalistlerin saflarını unutup oportünizme sürüklenmesi anlamına gelmemeli. Burada kastettiğimiz Komünist Manifesto ’da saptanan “onlar her zaman ve her yerde hareketin çıkarlarını bir bütün olarak temsil ederler” ilkesinden sapma değildir. Söylemeye çalıştığımız; her olayı somut koşulları içinde değerlendirmek ve hareketin bütününün çıkarını gözeterek, hangi politikaların izleneceğinin kararlaştırılmasıdır. Peki, hangi politikalar izlenmeli?

KURTULUŞ VE KURULUŞ İÇİN… BİR YOL VAR!

TİP, bugün somut şartların somut tahlilini yaparak sadece meclisi işlevli hale getirmenin ötesinde bir yeniden kuruluşa ihtiyaç olduğunu söylüyor. Bunun için de ön koşul olarak hakiki bir hesaplaşmadan bahsediyor. Sola birlikte hareket etme çağrısında bulunuyor. TİP’in, sola yaptığı bu çağrı koşullar içinde değerlendirildiğinde oldukça kıymetli bir çağrı. Solda yapılacak bir ittifak, düzen içi muhalefetin de AKP’leşmesini ve git gide sağcılaşmasını frenleyebilecek bir hareket olarak değerlendirilebilir. Elbette bu sosyalizm için hiç yeterli değil. Ancak koşullar içinde değerlendirildiğinde “Bir Yol Var” demek ve o yolu pratikte yürümeye başlamak şu koşullarda yaşamsal öneme sahip. Tıpkı İngiliz işçilerinin on saatlik işgünü için mücadele edişi gibi. Neden sekiz saat değil de on saat mi? Çünkü sekiz saat onların bu mücadeleyi verdiği zamanlarda henüz gerçekleşebilir bir talep değildi. Ancak elbette ki on saat işgünü kazanımın ardından yetinmeyip bir süre sonra sekiz saat için mücadele vereceklerdi ve haklıydılar!