İlk kadın besteci: Clara Schumann

Son dönemdeki araştırmalar, Johann Sebastian Bach’ın (1685-1750) eşi Anna Magdelena’nın ünlü besteci’nin bazı eserlerini bestelemiş olabileceğini iddia etse de, Clara Wieck-Schumann’ın (1819-1896) ilk kadın besteci olarak ayrı bir yeri vardır. Anna Magdalena’nın eserlere kendi imzasını atmadığı ve Wolfgang Amadeus Mozart’ın (1756-1791) ablası Maria Anna Mozart’ın (kısaca Nannerl) kardeşinden daha az yetenekli bir müzikçi olmamasına rağmen annesi’nin ölümünün ardından kendini ailesine adadığını ve aktif sanat hayatından çekildiğini düşünürsek Clara Schumann’ın bağımsız kariyeri, sanat dünyası için büyük bir olaydır. İlk defa bir kadın, erkeklerin yaratıcı dünyasına “bulaşma” cesareti göstermiştir. İnsanlık adına küçümsenemeyecek bir başarıdır.

1819’da dünyaya gelen Clara, Piyano eğitimine, babası ile henüz beş yaşındayken başlamıştır; aslında babasının da çocuğunu henüz doğmadan üst düzey bir sanatçı seviyesinde yetiştirmek arzusu bilinmektedir. Gerçekten, Mozart’tın dahi çocukluk kariyerinin üzerinden yaklaşık olarak 50 yıl geçmiş olmasına rağmen özellikle kariyerinin başlangıç aşamaları ünlü sanatçıya büyük benzerlik taşımaktadır.

Birkaç özel konserden sonra ilk halka açık dinletisini dokuz yaşındayken 1828 yılında “Leipzig Gewandhaus” salonunda gerçekleştirmiştir.  Ardından 1830 yılında baştan sona sadece kendisinin çaldığı ilk resitalini, yine aynı salonda sadece onbir yaşında gerçekleştirmiştir. 1831-32 konser sezonunda babası ile geniş bir konser turnesine çıkmış ve bu seyahatte Paris’e kadar gitmişlerdir. Başarıyla geçen bu turnenin ardından Leipzig’e döndükten sonra yoğun bir şekilde piyano çalışmaya devam etmesinin yanı sıra ek olarak, şan, keman, enstrumentasyon, partisyon okuma, kontrpuan ve bestecilik dersleri almıştır. Bu yıllarda ilk eserleri yayınlanmıştır. 1835 yılına gelindiğinde (henüz 16 yaşındadır.) Avrupa’da üstün yetenekli çocuk olarak tanınmakta ve hayranları arasında Goethe, Mendelssohn, Chopin, Paganini ve Schumann gibi dönemin ünlü sanatçıları bulunmaktadır.

Clara, Avrupa’daki konser turnelerine devam etmektedir bu yıllarda. Ünlü Macar besteci-piyanist Franz Liszt’e göre “teknik olarak ustalaşmış, derin ve içten hislerle müzik yapıyordu”. Dönemin ünlü şairi Grillpanzer’de, olağanüstü yetenekli genç sanatçıya “Clara Wieck ve Beethoven (fa minör piyano sonatı)” şiirini armağan ediyordu. 1838 yılında, henüz 19 yaşındayken kazanılması çok zor bir ödülün. Avusturya Kraliyeti tarafından, günümüzün devlet sanatçılığı ile kıyaslanabilecek, K.K. Kammervirtuosin ünvanı sahibi oluyordu.

Bu başarılar yine de babası ile arasında bir tartışma konusunu kapatmaya yetmiyordu. Robert Schumann 1837 yılında, babasına resmi olarak kızıyla evlenmek istediğini belirterek, kendisinden izin istemişti. Baba Wieck evlenmelerine şiddetle karşı çıktı. Bazı tatsız gelişmelerin ardından, 1840 yılında, ikna edilerek babası, iki sevgili birbirine kavuşacaktı.

Schumann’lar önce Leipzig’e yerleştiler, ardından 1844 yılında Dresden ve 1850 yılında Düsseldorf’a. Evlilik hayatı, müzikal gelişiminde Clara için büyük hayal kırıklığı olmuştur. Robert, beste yaparken rahatsız edilememekte ve zamanı ek olarak ev işleri ve annelik görevleri ile de kısıtlanmaktaydı.Çocukları: Marie (1841); Elise (1843); Julie (1845); Emil (1846); Ludwig (1848); Ferdinand (1849); Eugenie (1851) ve Felix (1854) bu dönemde dünyaya gelmiştir. Yine’de yılmadan piyano çalışmaya devam etmiştir Clara, hatta 1842 yılında Kopenhag ve 1844’de Rusya’da konserler vermiştir.

Öncesinde, klise ve özel ders’e dayanan müzik eğitimi 19.yüzyılın başından itibaren yeni kurulan konservatuvar çatıları altında örgütleniyordu. Leipzig konservatuvarı da, eğitmen, besteci ve piyanist olarak Schumann’lara eğitim kadrosunda yer açmıştı. 1853 yılında, daha geniş bir eve taşınınca Clara yeniden beste yapma fırsatı yakaladı, ve hayatları için çok önemli bir buluşma gerçekleşti. Senfoni bayrağını Beethoven’den sonra ileriye taşıyacak olan Johannes Brahms ile ilk kez bu dönemde tanıştılar.

Ancak Schumann’ların hayatlarındaki bütün olumlu gelişmeler birdenbire gölgede kalacaktı… Robert’in sinir hastalığı 1854 yılında hayatlarını altüst etti, 1856’daki ölümüne kadar bir klinikte tedavi altında tutuldu. Yedi çocukla yalnız kalan Clara hayatının en zor günlerini geçiriyordu. Bu dönemde Johannes Brahms ile dostlukları gelişti. Johannes, Clara’ya bir mektubunda: “Seni kendimden veya bir başkasından veya dünyadaki başka birşeyden daha çok seviyorum” diyordu. İlişkilerinin boyutu tam olarak bilinmemekle birlikte derin bir dostluk bağı ile birbirlerine bağlı oldukları bilinmektedir.

Clara, hayatının kalan bölümünde ailesinin geçimini de sağlayabilmek için konserler vermeye devam eder. Robert’in ölümünden önce 1856 yılında, İngiltere’ye bir turne gerçekleştirir, 1864 yılında Rusya’ya bir turne gerçekleştirir. Eşi Robert ve Johannes Brahms’ın piyano eserlerini ağırlıklı olarak yorumlamaktadır programlarında, bu repertuvarın ünlü bir yorumcusu olarak tanınmaktadır.

Yaratıcı yeteneği ve bestelediği birçok esere rağmen Clara Schumann bir besteci olarak hırslı bir sanatçı değildi. 1839 yılında günlüğüne yazdığı bir not: “Bir zamanlar yaratıcı bir yetenek olduğumu düşünüyordum, ancak bu fikirden vazgeçtim; bir kadın beste yapma konusunda hırslanmamalı - daha önce bunu yapan hiçbir kadın yok, ve neden bunu yapmamı beklemeliyim? Babam genç yaşımda beni beste yapmaya yönlendirmesine rağmen, bu çok kibirli bir arzu”.

Mezzo-soprano Anne Sofie von Otter, piyano'da Helene Grimaud eşliğinde Clara Schumann'ın İki Şarkısını yorumluyor. Şarkıların metinleri, ünlü Alman şair Friedrich Rückert'in şiirlerinden seçilmiştir. Emekçi kadınlar günümüz kutlu olsun.