Yazının başlığındaki birbiriyle ilişkisiz gibi duran söz yığının, aslında ortak bir bağlantıya sahip olduğunu düşünüyorum.
Önce şu tuhaf yığına biraz daha yakından bakalım.
“İlişkiden kaçanlar” derken, görece dar bir toplumsal odakta öyle ya da böyle karşılık bulan, makul görünmenin ötesinde epey de “özgürlükçü” olarak kodlanan bir özel ilişki örüntüsünden bahsediyoruz.
“Takılma kültürü” tartışmalarından hatırlanacaktır; artık flört ve sevgili olma demode bulunmaktadır. Epey mekanik çağrışımlarıyla birlikte “kaliteli zaman” geçirme hedefi her şeyin başı ve sonu olmuştur. Kaliteli sohbet, kaliteli seks, kaliteli sosyallik…
Bu ilişkide mesuliyet almak, sevme potansiyelini ortaya çıkarmak, karşılıksız katkı, sadakat beklentisi ya da “kaliteli” olarak nitelenmeyecek şeyleri de -sözgelimi hayat dertlerini- paylaşmak pek “cool” kabul edilmemektedir.
Zira artık kadınlar daha güçlüdür. Aslında bu çok da yanlış sayılmaz.
Ne ki en iyi durumda olanlarımız bile gece evine giderken saldırıya uğrama korkusu yaşamakta, hayatın her alanında ayrımcılıkla karşı karşıya kalmakta, ataerkil zihniyet tarafından damgalanmakta, hamile kaldığımızda fellik fellik kürtaj olacak hastane aramaktayız.
Tüm bunlar yokmuş gibi, hayatı sarmalayan toplumsal cinsiyet çatışmaları berhava olmuş gibi, sanki birden eşit olmuşuz gibi “cool ilişkilere” razı olmamız beklenmektedir.
Rıza mekanizmasının kodlarına göre kadınlar bu ilişkilerde ataerkil bağlardan, kıskanç sevgililerden kurtulmakta, onlar da “tıpkı erkekler gibi” partnerlerini cinsel performansına göre seçebilmekte ve dilediği zaman onlardan kurtulmaktadır.
Çoğu durumda “erkeğin kötü bir kopyasına” dönüşen kadının, romantize ettiği “takılmalarla”, bin bir surat yabancılaşmalarla, dolmayan boşluklarla uğraşırken “erkekliğin yeni yüzünü”, sürekli kaçış ve firar stratejisini fark edecek mecali kalmayacaktır.
İşin ilginç yanı kaçanlar, yalnızca “cool erkekler” değildir.
Daha geniş bir toplumsal odakta aileler de “erkek firarının” konusu haline gelmiştir.
“Dünya çapında kadınlar hala çocukları için ana destek kaynağı olmayı sürdürmektedir, erkekler ise aileden aileye geçmekte ya da hiçbir biçimde bir aile içinde olma ihtiyacı duymamaktadır” (1)
Bağlantılı olarak bugünün Türkiye’sine bakıldığında istatistiklerde tek ebeveynli ‘dağılmış aile’ yapıları istikrarlı biçimde artmakta ve bu ‘dağılmış aile’ yapılarının ezici çoğunluğu kadınlardan oluşmaktadır. Yani Türkiye de dünya-tarihsel eğilimlerle uyumlu biçimde kadınların, daha fazla ‘aile sorumluluklarının’ taşıyıcısı haline geldiği bir ülkedir.
Kaybolan babaların unutulması mümkün değildir.
Çocuğun okul alışverişi yapılırken, nerede okuyacağı seçilirken, ödeviyle, okul servisiyle, veli toplantısıyla ilgilenilirken, psikolojisiyle, pedagojisiyle uğraşılırken, günümüzün yükselen ebeveynlik standartlarına yetişmeye çalışılırken “kaybolan baba” kendini hatırlatacaktır.
Ne de olsa kadınlar artık daha güçlü!
İlişkiden kaçış, sorumluluktan kaçış, aileden kaçış, ebeveynlikten kaçış…
***
İşin aslı madalyonun bir yüzünde “kaçış stratejisi” varsa, diğerinde eski ataerkiyi, geleneksel olanı çoğaltmak, iştahla ona sarılmak anlamında bir “geriye dönüş stratejisi” vardır.
“Geriye dönüş stratejisi” kendini “kasaba ahlakı” ve aşırılaşmış erkek şiddeti (onlarca kez bıçaklama, asit atma, bombalama, parçalama, yakma, işkence ederek öldürme) ile gösterir.
Ceren Damar ve Şule Çet davasındaki benzerlikler örnektir bu “kasaba ahlakına”
Şule’nin katilleri Şule’nin bira içtiğinden, bakire olmadığından, çalışmasından vs bahsederken, Ceren hocanın katili, Ceren’in kocasıyla ilişkisinde tatmin olmadığından, kendisini taciz ettiğinden, ilişkileri olduğundan bahsetmiştir.
Zira kasaba ahlakında tecavüz fantezilerinin hemen tamamı “serbest kadınlar” üzerine örülür; bu kadınların hayat gailesi “cinsel tatmindir”, bu kadınlar içki-sigara içer, erkekler gibi çalışma ve kamusal yaşamdadır.
Başka bir ayrıntı daha var.
Kasaba ahlakında, erkek dayanışması kadar “erkeğin üstündeki erkek” de daima iktidarı işaret eder. Şule’nin babasına “siz de kızınızı çalıştırmasaydınız” diyenle, Ceren’in eşine “karını tatmin edemiyordun” diyen tam da bu iktidarın peşindedir.
***
Kaçış stratejisi ve geriye dönüş stratejisi…
Her iki strateji de neoliberal dönemin yarattığı “erkeklik krizine” tepki olarak okunmalıdır.
Kadınların geçmişe kıyasla daha fazla çalıştığı, okuduğu, bağımsız hayatlarını kurmaya yöneldiği ya da tüm bunları yapmaya mecbur oldukları ve aynı paralelde güçlendikleri yeni momentte, geleneksel olanı daha çok harmanlayan “eski ataerki” bir çıkmaza girmiştir.
Başta işçi sınıfı erkeği olmak üzere erkeği, “evin direği” yapan eski ataerki pul pul dökülmeye başlamıştır. Neoliberalizm tufanında ne “evin direği” ne de formel, güvenceli erkek işçi istihdamı kalmıştır.
Bu yeni düzende erkek hem muktedir olacak hem biçareliği tadacaktır; kadın hem “güçlü” olacak hem de iliklerine kadar yağmalanacaktır.
Bu yeni düzende, erkekliğin “kaçış stratejisinde” uyum(özgürlükçü bir erkeğim); manipülasyon(her şeyi “güçlü kadına” yıkabilirim); ikircilik (ama yine de canım isterse erkeklik yaparım) söz sahibidir.
Erkekliğin “geriye dönüş stratejisinde” ise yeni düzeni geçmişin teskinleriyle(“biz de erkeğiz, onurumuzla oynanmasın”) alt etme arayışı vardır.
Kaynaklar
1- Nancy Holmstorm, Sosyalist Feminist Proje, cilt 1,Kalkedon Yayınları(2012); s.282