İleri, hep ileri, daha ileri...

Tarihimizin en kapsamlı ve en önemli toplumsal hareketi olan Haziran Direnişi Türkiye’ye çok şey kattı. 

Bu katkılardan, armağanlardan birisi olan İleri’deki yazılarımıza Haziran’a ve özel olarak solun Haziran sonrası durumuna dair kimi notlar düşerek başlayalım. Bu, gelecekte yine burada yapacağımız kimi tartışmaları daha kolay sürdürme olanağı yaratacaktır.

Yeni dönem
Bugün, “Haziran sürüyor mu bitti mi? Hangi açılardan bitti? Hangi açılardan sürüyor?” gibi sorularla devam eden tartışmaları çok anlamlı bulmuyorum. Önemli olan Türkiye’nin artık Haziran’ı yaşamış bir ülke, halkın Haziran’ı yaşamış bir halk olmasıdır. 

Yerli - yersiz kullanıldığı için belli bir ihtiyatla yaklaştığımız “artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” sözü en çok Haziran sonrası Türkiye’ye yakışıyor. 

Haziran, Türkiye’de sol siyaset açısından da bir dönemi bitirmiştir.

Çok uzun yıllardır, dört bir yandan esen gerici - liberal rüzgarlara direnen sol, 2013 Haziran’ında bu direnişinin karşılığını fazlasıyla aldı. Sorun bundan sonra başlıyor diyebiliriz. 

Normalde kapitalist bir toplumda, değişimin, gelişmenin, en küçük bir ileri atılımın sürükleyici öznesi olması gereken sol güçlerin esas olarak Haziran sonrası sürecin hakkını veremediğini görüyoruz. 

Bugün yaşanan sıkışmanın temel nedeni budur.

Çözülmesi gereken sorun 
Haziran ile birlikte Türkiye, sol açısından bir ileri atılım için çok önemli olanakların ortaya çıktığı bir döneme girmiştir. Böylesi dönemde yapılması gereken tüm enerjinin, birikimin bu olanakların değerlendirilmesine odaklanmasıdır.

Kalkış noktamız budur. 

Böyle ifade edildiğinde katılanı da çok olan bu değerlendirmeye uygun adımlar atmaksa beklendiği kadar kolay değil.

Yukarıda sıkışma demiştik, anlatılmak istenen hemen herkesin kabul ettiği olanakların arttığı yeni dönem tanımına rağmen solun ihtiyaç duyulan ileri çıkışı gerçekleştiremiyor oluşunun yarattığı gerilimli haldir.

Çözülmesi gereken sorun da budur.

Kuşkusuz başka başlıklarda eklenebilir ama sorunun en önemli nedenlerden birisi solun yeterince cesur olamamasıdır.

Geride kaldı dediğimiz dönemin, sol açısından önemli özelliklerinden biri, bir korkular dönemi olarak yaşanmasıdır. 

Haksızlık etmeyelim. Özellikle  80’li ve 90’lı yıllar, değişim, dönüşüm ve yeni gibi esasında ilerici ruhu olduğunu söyleyebileceğimiz kimi terimlerin öncülüğünde insanlığın tüm ilerici birikimine savaş açılan bir dönemdi. 

Buna karşı bir tepkinin ortaya çıkması, devrimci bir çizgide ısrar eden solun, yeni gibi, değişim gibi sözcüklere karşı bir tepki geliştirmesi, belli bir mesafede konumlanması normaldi.

Çok açık ki, sosyalizmin bir dünya sistemi olarak yenilgiye uğratılmasında, sözde yeni ve yenilikçi akımların önemli bir rolü oldu. Türkiye’de solun en azından bir kısmının liberalizme teslim olmasının arkasında yenilenme bahanesiyle gelip sosyalizmin tüm temel değerlerine savaş açanlar vardı.  

Uzun yıllara yayılan böyle bir süreci yaşadıktan sonra, yeni sözcüğü karşısında huzursuzluk duymak doğal, yeni gelişmeler karşısında esas olarak savunmacı bir refleks geliştirmek de olağan görülebilir.

Normal olmayan, yıllarca bugünler için korunan, biriktirilen ve yaratılan teorik - pratik mirasın, güne yanıt verecek zenginlikte ele alın(a)mamasıdır. 

Türkiye artık, devrimcilerin, hayata, siyasete korkuları merkeze yerleştirerek bakabileceği bir ülke değildir. Tam tersine yapılması gereken, büyük olanaklar sunan günümüz nesnelliğine mümkün olan en etkili yanıtı üretmek için cesur olup, ileri atılmaktır. 

Bir siyaset yasasıdır, olanak varsa elbette risk de vardır. İlle önlem almalıyız deniliyorsa yapılması gereken siyasal aklı cesaretle, cesareti örgütlülükle birleştirmek, örgütlülüğü de emekçi halkla buluşturmaktır.

Haziran abartılıyor mu?
Haziran sonrası bir yıla baktığımızda Haziran Direnişi'ni ve Haziran sonrası Türkiye’yi de korkularıyla birlikte değerlendirenlerin maalesef çoğunlukta olduğunu görüyoruz. “Haziran tüm solu dağıttı” değerlendirmesi bunun bir sonucudur. Başka bir cenahtan gelen “Beyoğlu’nun sidikli sokaklarındaki öncü savaşı” gibi terbiyesizliğe varan sözler bu korkak ve kendine ait olmayan hiç bir şeyi beğenmeyen kibirli dilin çirkin ifadesidir. 

Hangi sözde devrimci hedeflerin içine yerleştirilirse yerleştirilsin, Haziran’a karşı mesafeli duruş, Türkiye’nin gerçekten değişmesine, daha açık yazalım devrime mesafeli duruştur. 

Türkiye’yi emekçilerin lehine bir değişime taşıyacak olanlar, gelişmeleri Haziran’ın içinden değerlendirmeyi, bu dinamiklerle etkileşime girmeyi başarabilenler olacaktır. 

Haziran elbette eksiksiz, hatasız vb. bir süreç değil. Fakat bakmayı tercih edenler için Haziran ve sonrası ortaya çıkan Türkiye tablosu yapılması gerekenlere dair epey önemli verileri ortaya çıkarmıştır. 

Yeri gelmişken söyleyelim, Haziran abartılmaya ihtiyacı olmayan ve daha önemlisi abartılamayacak kadar önemli olduğu için abartılması mümkün de olmayan bir halk hareketidir.

Şimdi ileri çıkma zamanı
Türkiye sosyalist hareketi tarihinin en önemli sınavlarından birisiyle karşı karşıyadır. Devrimcilik iddiasında olanların, Haziran sonrası Türkiye’de yaşamını Haziran hiç olmamış gibi devam ettirmek isteyenlerin arasında kalması kabul edilemez.

Devrimci bir özne, toplumsal siyasal olaylara müdahale edebilmek için ve müdahale edebildiği oranda vardır. Sol içerisinde, bunun en etkin biçimde gerçekleşmesi için bir arayış içine bile giremeyen kesimlerin gittikçe küçülen topluluklar haline geleceğini hep beraber yaşayarak göreceğiz. 

Önemli olan mümkün olduğunca geniş toplumsal kesimlerle cesurca adımlar atılabilecek bir siyasal hattın oluşması ve buna uygun örgütsel zeminlerin yaratılmasıdır. 

Doğrudur, bunun için elimizde hazır reçeteler, kurulu örgüt modelleri filan yok. 

İşte tam da bunun için “ileri” diyoruz.

Hep ileri...daha ileri...