İki yıl sonra, bir sandıktayız…

Yeniden merhaba! Son köşe yazımı yazdıktan beş yıl sonra beni bağrına basan İleri Haber’den sevgiler. Aradan geçen zamanda ne oldu? Haziran 2013 geçti ve hepimiz artık farklı insanlarız. Biz biliyorduk, “kaya gibiyiz, değişmedik” diyenlere de sakın inanmayın! Haziran Ayaklanmasının benim için ne anlama geldiğiyle ilgili yazacaklarım var ama zamana yayılabilir, farklı konuların içine yedirilebilir bunlar. Düzen cephesinde ne oldu bu arada? AKP çivilerini tek tek yerinden söktüğü erken yaşlanmış ülkemize bol bol beton döktürdü. Bu konu da zamana yayılabilir.

Gelecek dönemde, iktisadi bakışa daha kısa ve biraz daha dolaylı yollardan yer veren yazılara ağırlık vermek istiyorum. Ama arada beni özleyen iktisatçı ve iktisadi zihinli dostlarımı kırmayacak kadar fikir-tez sıkıştırmayı hedefliyorum yazılarıma. İlk gündemim, bekleneceği gibi son haftalarda çok biriktirdiğim ve “dökülmek” ihtiyacını hissettiğim genel olarak sol hareket, özelde BHH ve seçimler üzerine. Sadece deneme…

Sol seçimlerde ne yapmalı tartışmasında birden çok seçenek, meşru sebeplerle savunulabilir ve pekâlâ her biri için sağlam bir argümantasyon geliştirilebilir.

Örneğin “sınıfsız-sömürüsüz-eşitlikçi” bir düzenin temsilcisi olmak, bunun üretim araçlarının kamulaştırılmasıyla mümkün olacağını daha çok kişiye duyurmak amacıyla seçime giren bir parti, bir tercihte bulunmaktadır. Parti, zaten yapmakta olduğu bir propaganda çalışmasını genişletmek için teknik bir olanaktan yararlanmakta, başka tür bir çalışmayı uygun bulmamaktadır.

Başka bir sol parti veya ekipse, diyelim CHP’nin sosyal demokrat bir siyasi parti olduğuna inanmakta, ortalama bir solculuk atfetmekte, bu ortalamadan daha solda yer alan adaylar için çalışmayı tercih etmekte, hatta belli bir güce sahipse, doğrudan kendi adayı veya benzer fikirlere sahip adayların listelerde yer alması karşılığında CHP için seçim çalışması yapmayı benimsemektedir.

Veya daha sık rastlandığı üzere bağımsız aday çalışmaları yapılabilir, BDP milletvekilleri haricinde bu yöntemle meclise giden solcu vekil olmadığı için bu, seçim atmosferini propaganda platformu olarak kullanma seçeneğinin lokal ve daha etkili bir versiyonu olarak da değerlendirilebilir.

Bu ve benzeri “makul” tercihler, seçimlerde emekçi halkın siyasi iktidar üzerinde etkili olabilecek kadar büyük bir kısmını almayı beklemeyen partiler içindir. Sonuçta bu düzenin seçimleri, yeni bir düzen isteyenler için “önemsiz” gelir. Bir baskı aygıtına makyaj çalışmasıdır seçimler. 12 Eylül’den çıkış sonrası 30 yıllık bir tarihte nihayetinde “marjinal devrimci solcu ekipler” seçim dönemlerinde zoraki seçim havasına girer, hemen sonraki günse çıkıverirler. Yine de önemsiz görme ama havasına girme şeklinde özetlenebilecek bu durum, her durumda kadrolar üzerinde oldukça ciddi bir gerilim yaratır.

Gelin görün ki, solun daha az ciddiye aldığı seçim, emekçi halklar için çok ciddi iştir. Bu ciddiyetin temeli, tek bir oyuyla kendisine sunulmuş olan seçeneklerden birini belirleyebilme gücünü her yurttaşın ciddiye almasıdır. Ama unutulmasın: Kendisine sunulduğunu düşündüğü seçenekler arasından. Seçeneklerin hiçbirinin doğrudan “kendi tarafı” olduğunu düşünmemektedir.

Ben, solculara oy vermeyiz, onlar gelirse peşlerinden asker geliyor diyen birçok köylü seçmen gördüm. Halk için seçim, bu derecede titiz akıl yürütülmesi gereken önemli bir iştir yani. Köy ve kasaba yoksulları için aslında AKP’nin müslümanlığı da CHP’nin gavurluğu da bir yere kadardır. Tarımsal programlarını, ne verip ne vermeyeceklerini, dış sermaye çevreleriyle ilişkilerini güvenilir kaynaklardan öğrendikten sonra gelir bunlar…

Kentlere gelelim. AKP’nin kent yoksulu seçmeni için “daha kötüsü olmasın” diye oy verdiklerini söylediğimiz oldu. “Bir torba kömür için” diye başlayan solcular da çok oldu. Ben iki saptamaya da büyük ölçüde katılmıyorum. Bence, mevcut seçenekler içinde ciddi bir değerlendirme ve biçimden soyup öze ulaşma kaygısında bir “çıkar algısı” ile yapılan bir değerlendirme var ortada. Yani: 1) Seçeneklerin ciddi olan iki veya üçüne odaklaşma, 2) Kendisinin çıkarının ne olduğuna karar verme, 3) Çıkarına görece daha faydalı veya daha az zararlı seçeneği ciddiyetle sandığa atma… süreci ile karşı karşıyayız.

Bence sorun, kesinlikle kendi çıkarının ne olduğuna karar verme aşamasında. İlki ve üçüncüsünde hiçbir aksama yok. Ve bu ikinci aşamada son kertede ciddi ölçüde cahilleştirici olan egemen ideoloji, -kriz dönemleri haricinde - düşündüğümüzden çok daha iyi çalışıyor, emekçinin çıkar algısını yamultabiliyor (Kriz dönemlerine başka yazılarda sıkça değinmek istiyorum).

Seçeneklere dönersek, her şeyden önce şunu söylemeyi şart görüyorum: Şu an programını halka eğrisiyle doğrusuyla anlatabilen ve yaptıklarını yapacaklarının teminatı olarak gösteren, yani kendi içine (üyelerine ve sempatizanlarına) ve dışına (hitap alanına) doğru ne yapacağını, ne istediğini net olarak aksettirebilen sadece iki siyasi parti var Türkiye’de. Açıkçası zaten siyasi parti bu demek olduğuna göre, ülkemizde şu an iki siyasi parti var da denebilir: AKP ve HDP.

CHP’nin örgütsel anlamda bir “müteahhit partisi” siyasi anlamda da bir “AKP olmayan” olarak oy istemeye devam edeceğini düşünüyorum. Derdini iyi anlatan AKP ve HDP’yi istemeyenlerin - yetmiş benzemezlerin toplaşma partisi…

İşte BHH’nin yapması gereken şey burada devreye girmekte benim fikrime göre. Kendini içine ve dışına anlatabilmek. Nasıl eşitlikçi olacak, zenginleri nasıl vergilendirebilecek, ekonominin temel direklerini nasıl kamulaştıracak, ona kızan sermayeyi nasıl kaçmaktan, lokavttan, sabotajdan alıkoyabilecek, işsizlik ve işgüvenliğiyle ilgili neler yapacak, NATO’dan çıkılıp da savaş uçaklarımız nasıl kaldırılabilecek, eğitim, sağlık ve barınma hakları hangi kaynaklarla ücretsiz olabilecek?… Bunların yıllar boyu sürecek “uygulamalı tatbikatı”na, bunun için ortak ekipler kurulmasına ihtiyaç var.

İşte bunun için, son birbuçuk yıldır bunları yapmaya başlamadığı için BHH’nin seçimde “üçbeş bizi temsil eden milletvekilimiz olsun” talebi, “mecburen” meşru. Hatta hemen üstüne basa basa söylemeliyim ki; mecliste komünist milletvekilleri olması düzen tarafından kolaylıkla etkisizleştirilebilir, ama Hazirancı milletvekilleri olması başlarına ciddi bela olur! Türkiye şaşırtıcıdır ama, işte bu bir türlü başlayamadığımız işlerin kısıtladığı, kuruttuğu bir seçim dönemi daha buruk geçecek gibi görünüyor bana.

Diğer “seçim stratejisi” tercihlerini yapan ekipler de en iyi ihtimalle aynı durumda oldukları için herhalde kendilerinin doğrusunu, BHH’nin yanlışını yaptığını iddia etmekte fazla ısrarcı olmazlar!

[email protected]

www.twitter.com/ErgunCagl