Bundan 83 yıl önce Almanya'da ünlü Reichtag provokasyonu sonrasında Alman hükümeti bu yangının sorumluluğunu dört komüniste attılar ve akabinde çıkardıkları Reichtag Yangını Yasası'yla komünistlerin ayaklanma çıkardıkları gerekçesiyle bütün demokratik hak ve özgürlüklere son verdiler. Bu yasa sayesinde 4000 kadar demokrat ve komünist tutuklandı, işkenceye maruz kaldılar, bütün gazete ve dergiler kapatıldı, toplantı ve gösteri hakları son buldu.
Adolf Hitler, 1933 seçiminden sonra iktidarını sağlamlaştırınca anayasa değişikliği yapma yetkisine sahip olduğu ünlü Yetki Yasası'nı çıkardı. 21 Mart 1933'te özel yetkili mahkemeler (sonderreicht) kuruldu. Mahkemenin görevi siyasi davalara bakma adı altında hükümete karşı girişimleri cezalandırmaktı. Mahkemelere Nazi Partisi'nin güvendiği yargıçlar atandı. Bütün mahkemeler, muhalifler ve rejim aleyhtarlarını cezalandırmaya özgülenmişti. Kimi davalarda parti politikasına boyun eğmeyen yargıçlar da aralarından elbette çıktı. Ünlü Reichtag yangını davasında üç sanığın beraat ettirilmesi üzerine, derhal Nazi hükümeti işe el atarak vatana ihanet davalarını Yüksek Mahkeme'den aldı ve yerine Halk Mahkemesi adı verilen çoğunluğu partili ve Nazi subaylarından oluşan bir mahkeme kuruldu. Nazi hükümeti bununla da yetinmedi, mahkemelerin verdiği cezayı az bulması halinde SS Onursal lideri Rudolf Hess'e merhametsizlik yetkisi verildi. Rudolf Hess cezayı az bulursa arttırma yetkisine sahipti, bunun da anlamı toplama kampına gönderilme veya idamdı.
Hitler'in mahkemeleri, rejimin bekaası ve sistemin korunması için var gücüyle çalışıyorlardı. Adolf Hitler demek yasa demekti, yasada olmayanı da yargıçlar Nazi devriminden aldıkları ilhamla Nazi adaletini tesis etmek için kullandılar. Yasada olmayan boşluklar, Nazi devletinin milli bekaasi için yorumlanarak yasada olmayan suç tipine, normal olmayan eylemler de kıyas yoluyla cezalandırıldı.
Adalet Müşaviri ve Alman Hukuk lideri Dr. Hans Frank şöyle diyordu: “Nasyonel Sosyalist İdeoloji bütün kanunların temelidir, Nasyonel Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur. Vereceğiniz her kararda şunu sorunuz: Bu karar Alman halkının Nasyonal Sosyalist vicdanıyla uyuşuyor mu? Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi? İşte o zaman Adolf Hitler iradesinin ölümsüzlüğünü tanımış olarak 3. Alman İmparatorluğu'nun otoritesini kendi alanınızda her zaman sağlayacak bir temel buldunuz demektir.”
Nazi sistemi, o mahkemeler ve yargıçlar eliyle kendini var etti. Çoğunluğu Nazi hükümeti öncesinde de yargıç olan bu kimseler, Nurnberg yargılamaları esnasında kendilerini “Kanun adamı olarak, ülkede egemen yasaların gereğini yaptıklarını” söyleyerek savundular.
***
28 Şubat sürecinin akabinde yargı mensupları Genelkurmay'a brifinge çağrıldılar. 'İrtica Brifingi'nin ilki 10 Haziran 1997'da Genelkurmay Orbay Salonu'nda düzenlenmişti. Yaklaşık 400 yargı mensubunun katıldığı, Yargıtay'dan otobüslere doldurulup götürüldükleri, ülkedeki irticai olaylarla ilgili filmlerin izletildiği, kendilerine devletin ve ülkenin bekaası için "irtica tehdidinin farkında olun" denilerek, yüksek yargıçlara bu davalarda devleti koruyan kararlar alması salık verilmişti. Ifade edilen odur ki yüksek yargıçlar, askerleri ayakta alkışlamışlardı.
Askeri vesayetin eleştirildiği, darbe anayasından kurtulmamız gerektiği savlarıyla 2010 referandumunda anayasa değişikliği savunulurken en çok da iktidar tarafından 28 Şubat'ta askerlerden yargıçların brifing aldığı gündeme getirildi ve her fırsatta da kullanıldı. En son 29 Mayıs 2016'da Sayın Adalet Bakanı Bekir Bozdağ twitter'da çay toplama eleştirileri üzerine "28 Şubatta hakimler, savcılar ve yargı başkanları Genelkurmay'a gidip brifing alırken ve brifingi veren askerleri alkışlarken CHP brifingi veren askerlerle onları alkışlayan yargı mensuplarını alkışlıyordu” şeklinde eleştirilere yanıt verdi.
28 Şubat soruşturması esnasında bu brifinglerin darbenin bir parçası olduğu sık sık dile geldi, darbe komisyonu raporunda brifingin RP'ye açılan kapatma davasıyla özdeş olduğu saptamasına yer veriyordu.
Geriye otobüslere binip Genelkurmay'dan bilgi alan yargıç ve savcıların görüntüleri ve alkışları kaldı.
***
Ergenekon, Balyoz soruşturmaları devam ederken 2008 yılının eylül ayında İstanbul Emniyeti İstihbarat Dairesi bir iftar düzenledi. 14 Temmuz 2008 tarihinde Ergenekon iddianamesi açıklanmıştı. İftara emniyetin sağladığı özel bir yatla soruşturmanın savcıları ve hakimleri Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel, Fikret Seçen, Ercan Şafak, Murat Yönder, Nihat Taşkın, Hüselin Özese, Köksal Şengün ve dönemin davalarının “özel hakim ve savcıları” vardı. İftarın ev sahipliğini dönemin Emniyet İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ve diğer aynı bürodaki komiser ve polisler yapıyordu. Medyaya yargıç ve savcılara brifing verildiği bilgisi sızdı. Yine sonrasında Ergenekon soruşturmasında görevlendirilen Cihan Kansız ve Ufuk Mertcan'ın emniyetten brifing alacakları haberleri kamuoyuna yansıdı.
Türkiye'nin yakın tarihi o günlerde Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'nda yeniden yazılıyor, hazırlanan fezlekelerde ve noktasına virgülüne dokunmadan copy-paste iddianamelerle sözümona darbecilerle hesaplaşılıyor, Türk halkı askeri vesayetten ve darbecilerden kurtuluyordu! Davaların sahte delillerle hazırlanmış olduğu, soruşturmayı yürütenlerin Fethullah Gülen cemaatine mensup zanlılarca hazırlandığı ortaya çıktı. Adı geçen hakim ve savcıların bir kısmı yurt dışına kaçtı, meslekten ihraç edildi, istihbarat daire başkanı tutuklandı.
***
Yüksek Yargı'nın yeniden dizayn edildiği 2016 yılının şu günlerine gelindiğinde Sözcü gazetesinin yaptığı habere göre 1500 hakim ve savcısının Beştepe'deki Saray'a çağrıldığı, katılımın zorunlu olup cübbeleriyle gelinmesi gerektiği, cübbelerin toplantı öncesi Ankara'da yapılacağı, ulaşım giderlerinin sağlanacağı ifade edildi. Kulisten gelen bilgilere göre Erdoğan, yargıdaki yeni dönemi anlatacak.
***
1967 yılının 7 Eylül günü, Yargıtay 1. Başkanı İmran Öktem kürsüdeki adli yıl açılış konuşmasında "Türkiye'de bir İslâm Devleti ve hilâfet rejimi kurmak, Türk Milleti'ni dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczup, ruh hastası veya dini, kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirganlar - o bezirganlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler - evet bunlar ve bir takım hurafeleri dini esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklardır" dedi ve laikliği yorumlayarak Voltaire'den yaptığı alıntıda “Tanrı'yı da insan yaratmıştır” sözlerini kullandı. 1 Mayıs 1969 yılında vefatında cenazesi gericiler tarafından protesto edildi, Cenaze'de bulunan İsmet İnönü'ye yapılan saldırı zor kullanılarak önlenildi. İsmet İnönü “Bu bir 31 Mart vakası'dır” dedi. 7 Mayıs 1969'da işçisinden, köylüsüne, akademisyenine, hakim ve savcıların cübbeleriyle Anıtkabir'de dev bir protesto gösterisi yapıldı. Binler o protestoya katıldı. Halk yargıcına, laikliğe sahip çıkıp ayağa kalktı. Cübbeler o vakit giyildi ve mahkeme salonlarının dışında ama korkusuz halkla omuz omuza giyildi, halk o yargıçların yanındaydı.
***
İki ülke, beş ayrı tarih, ayrı beş dönem, yargıçları ve savcılar... Tarih bazılarının adını onurla yazıyor, kimileri ise dönemin muktedirinin kılıcı olarak aklımızda... Aklı ve vicdanından başkasına biat etmeyenlere selam olsun...