Türkiye toplumunun birikmiş ilerici değer ve kazanımlarını yok etmeye kararlı, bölücü ve çürütücü bir yönetim altında savaşlara sürükleniyoruz. Bu satırlar yazılırken Silopi’den, Cizre’den, Nusaybin’den, Diyarbakır Sur’dan, Dargeçit’ten çarpışma, ölüm ve göç haberleri geliyor.
2015 baharından bu yana adım adım tırmandırılan çatışmaların, kentlerin kuşatıldığı bir imha savaşına büyüdüğü tehlikeli bir eşikte, son otuz yılın en kritik noktasındayız.
Ortadoğu’nun emperyalist güçlerin savaş/satranç alanı haline gelmesi, Kürt sorununun Suriye savaşı ve Rojava oluşumuyla birlikte yeni bir uluslararası boyut kazanması, 13 yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye toplumunun siyasal, zihinsel ve kültürel olarak üç parçaya bölünmüş olması, bugünkü savaş ortamını önceki otuz yıldan farklılaştırıyor.
Ünlü Sykes-Picot anlaşmasından yüz yıl sonra, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesi ve bunun ayrılmaz bir parçası olarak Kürt ulus devletleşmesi gündemde.
Gündem ortaklığı görüş ve tutum ortaklığı anlamına gelmiyor.
Hegemonya boşluğu/kaos koşullarında, en büyük emperyalist devletler dahil hiçbir güç, tıkır tıkır işleyen bir “oyun planı” kuramıyor. En bilinen emperyalist oyun kuralı, “bütün atlara oynayıp hiç kaybetmemek”tir. Ama bu kural, diyalektik işler. Koşullara, dengelere, dayandığı özkaynakların niteliğine ve niceliğine bağlı olarak “atlar”ın da, dar ya da geniş bir özerk hareket alanı vardır ve verili koşullarda, Kürt ulusal hareketi somutunda bu alan genişlemiştir.
Barzani önderliğindeki Irak merkezli Kürt hareketi ve PKK, Kürtlerin siyasal geleceğinde başat roller oynamaya aday iki farklı siyasal ve sınıfsal çizgi olarak öne çıkıyor. ABD’nin PYD’yi “yedekleyen” tutumu yanıltmasın, ABD’nin, İsrail’in ve AKP Türkiye’sinin tercihleri ortaktır ve nettir. Barzani tarafında yer alıyorlar.
PKK’yı ve onunla bütünleşmiş Kürt halkını hedef alan imha, tecrit ve tehcir savaşı, AKP’nin PKK’yi Kürt devletleşmesinin, HDP’yi Türkiye siyasetinin güçlü aktörleri olmaktan çıkarma, etkisizleştirme, giderek silme siyasetinin sonucudur.
Erdoğan ve AKP açısından 7 Haziran, bir daha yinelenmemesi gereken bir kâbustur. Savaşın tırmandırılmasında bu kâbustan kurtulma güdüsü de var.
Can Soyer’in, cumartesi günkü yazısında belirttiği gibi AKP rejimi, Türkiye’nin üçe bölünmesini amaçlıyor. Karşısındaki toplumsal muhalefet birikimini Kürtler ve Türkler olarak ikiye bölmek, Türkiye’yi AKP’nin hep en güçlü taraf olacağı biçimde üçe bölmek anlamına geliyor. Savaş, bu bölme siyasetinin aracıdır.
Yine Can Soyer’in sözleriyle, “Türk halkı ile Kürt halkı arasındaki duygusal kopuş, ülkemizin AKP gericiliğinden kurtuluşunu telafi edilemeyecek ölçüde zorlaştıracak, belki de imkansızlaştıracaktır.(…) Erdoğan’ın ‘kazdığınız hendeklerde yok olacaksınız’ lafı, eğer kopuş gerçekleşirse, ülkemizin tamamı için geçerli hale gelecektir. Üçe bölünmüş bir Türkiye, artık bir ülke ve toplum olarak anılmayacaktır.”
Durum bu kadar ciddidir ve iki halkın birliği, yalnızca AKP gericiliğinden değil, bu aşağılık düzenden kurtulmanın da olmazsa olmazıdır.
Kürt halkının kendi yazgısını belirleme hakkı, komünistler için tartışma ve eleştiri dışıdır. İmha savaşına karşı Kürt halkının yanında olmak günün görevidir.
Öte yandan, serin bir akılla, Suriye/Irak eksenindeki güç öbekleşmesi, Barzani’nin bağımsız Kürt devleti için referandum çağrısı yapması türünden çıkışların ne anlama geldiğini, hangi gelişmelere yol açacağını değerlendirmek ve tartışmak gerekiyor.
Ortadoğu’daki Kürt devletleşmesinin aktif öznesi olmak ile Türkiye’de “demokratik özerklik” için mücadele etmek arasında gerilimli ilişki, Kürt hareketini zor bir ikilemle yüz yüze getirmiş durumda.
İki halkın geleceği ve birbirleriyle ilişkisi önemli ölçüde bu yüksek gerilim çizgisi üzerinde biçimlenecek.
2015 baharında “seni başkan yaptırmayacağız” belgisinde simgelenen çıkışla, 7 Haziran sonrasında yeniden silaha, fiili özerklik hamlesine, “hendek savaşları”na yöneliş bu gerilimli ilişkinin iki farklı ifadesidir. İkincisi, iki halkın birliği açısından sorunlu bir nesnellik anlamına geliyor.
Bunları, ayrı taraflar olarak değil hep birlikte tartışmak gerekiyor. Birlikte tartışmanın ortak zeminini, dilini oluşturmanın yolu ise İslamcı/ırkçı Türk milliyetçiliğine ve Barzani çizgisindeki Kürt milliyetçiliğine karşı net tutum almaktan geçiyor.