​İki bakış ve bir kavşak

​​Haziran, ortak olanın kalabalıklaştırdığı, asgari ve sade olanın anlaşılır kıldığı, kalabalığın mümkün gösterdiği yolda cesaret buldu.

Geçen üç yıla baktığımızda, sosyalistler olarak bıraktığımız en büyük boşluğun, Haziran günlerinden Mart 2014 yerel seçimine uzanan yaklaşık sekiz aylık döneme denk geldiğini düşünüyorum.

O dönemde solun, Haziran kitlelerine öncülük edebilme, yönlendirebilme ve acil – inandırıcı hedef gösterebilme yeteneğini sergileyememişken bunun yeni yollarını denemek yerine, bir düğmeye basılmışçasına, “HDP’nin neresindeyiz” tartışmasıyla kilitlendiğini hatırlıyoruz.

Bugüne geldiğimizde, yakın tarihi okuyanlar kabaca birbirinden oldukça farklı iki noktadan bakıyorlar:

1) Emperyalizm, Kürt sorununu ustaca kullanarak Türkiye Solunun Gezi dinamiklerine öncülük etme yeteneğini ve hatta Gezi dinamiklerinin önemlice bir kısmını paralize etmiştir. Sol güçsüz/bölünmüş olduğundan tekrar kenara itilmiştir.

2) Sol, Gezi günlerinde yakaladığı seslenme kanallarını doğru kullanmayarak “Kürt sorununa ve onun sınır ötesine taşan ölçekteki politik hattına nasıl yaklaşmalı” tartışmasına boğulmuş, bu tartışmanın teorik bir doğrusu değil, güç farklarından kaynaklanan birçok ara dengesi olabileceğini ıskalamıştır. Bunun yerine harekete geçen toplumsal kesimlere ulaşılıp net ve inandırıcı hedeflere kilitleme başarısı gösterilseydi, bu kesimlerin baskısıyla çoktan AKP karşıtı bir ittifak kurulabilirdi.

Ulusal sorun, Türkiye egemen sınıfının olduğu kadar işçi sınıfının öncülüğünü kurma iddiasındaki Türkiye Solu’nun da zayıf noktasıdır. Öncelikle süreç “iç savaş” durumuna evrildiğinde sınıf derin ve onulmaz bir biçimde bölünmekte, Kürt işçiler ayrılıkçılığın, Türk işçiler ise faşizmin ve ırkçılığın etki alanına girmekteler.

Bunun yanında süreç Gezinin hemen başlarında olduğu gibi “Türkiyelilik” ve ortak mücadele üzerinden yürüdüğünde solun kronikleşmiş güçsüzlüğü yüzünden, somut olarak ortak mücadele ne kazandırır konusu şekillendirilememekte.

Bu konuda en önemli aykırı gelişme, ayaklanmanın en yüksek noktasında, Gezi kitlelerinin sayısal ağırlığını Kemalist veya CHP seçmeni tabandan gelenler tarafından oluşturulduğu dönemde ortaya çıktı: Kitlelerin Kürt sorununa sahip çıktıklarını, RTE rejimini devirmek için HDP’lilerle ortak listelerle seçime girilmesini tartıştıklarını, Medeni Yıldırım’ı kendi şehitleri saydıklarını gördük! Bu, eminim bundan sonra Türkiye Devrimi için besleyeceğimiz umudun en büyük dayanaklarından biri olacaktır.

Meselenin kalanı, “Kürtlerle nereye kadar” tartışmaları esnasında Kürt tabanın zaman geçtikçe Türkiye solu tarafından etki altına alınabilecek, ortak mücadeleye ikna edilebilecek mesafeden yavaşça çıkmasıyla ilgili. Etki alanından çıkma, Haziran kitlelerinin evlerine dönmesiyle paralel yürüdü.

İçinde bulunduğumuz on yılın en önemli trajedilerinden biri olmaya aday. Ayrıntılarına şahit olmadım, kişisel bir kanaat ama, benim için bu, Haziran Meclislerini kasıtlı kilitleme çabasıdır. Hatıralarıma ayrıntılarının deşifre edilmesi ve hesap sorulması gereken büyük bir sabotaj olarak yazılmıştır.

Kürtler açısından sorun daha basit ve kendi akışındadır. Uluslararası dengelerde güç kazanan Kürt dinamiği, geri çekilen Haziran dinamiğini veri almaktan vazgeçti...

Dolayısıyla yukarıdaki tartışma/hesap sorma başlığı, ‘evlerine neden döndüler, Türkiye Solu evden çıkan ve sonra evlerine dönenlerin çoğunluğuna şu an neden ulaşamıyor?’ tartışmasıyla da çok ilgili ve birlikte yürütülmek durumunda.

İki bakış açısını kısaca açmak ve orada (ortada) bırakmak istiyorum:

Birinci bakış açısında emperyalizm, nasıl bir muktedir aygıttır ki temel olarak zincirlerinden başka kaybedebilecek hiçbir şeyi olmayan bir yoksul halkı üstelik teknik olarak da çok daha makul olan “ortak çözüm”den ve halkçı – solcu bir programın müttefiki olmaktan ayrı koyabilmektedir? Böyle bakanların yaptığı büyük iki yanlış var:

Emperyalizmi önüne gelen çözümlerden o an için en uygulanabilir olanını, istikrar, enerji güvenliği veya tekelci rekabet, rakibin zayıflatılması gibi bir dizi faktörle seçen emperyalist öznelere tekil senaryo kuran ve bunu adım adım uygulayan bir üst akıl atfedilmesi. O zaman, siyaset eşittir doğruyu bağır, gururlan!

Diğer yanlış da ulusal kurtuluş hareketlerine sanki kendileri gibi bir sol özneymişçesine bakılması. Kürt Hareketinin Türkiye özelinde alışılageldikten daha fazla sol etkiye maruz kalmış olması, onu solun doğal bir parçası yapmaz. Her ulusal hareket gibi mücadele ettiği egemen ülke burjuvazisiyle dalgalı, değişken ilişkilere girer ve sol ile olan mesafesi de dalgalanır. Mesele, tabanı oluşuran Kürt emekçilerinin toplumsal pozisyonunu siyasallaştırarak, ulusal hareketlerinin dalgalandığı zemin üzerinde bir sol çekiş yaratabilmektir. Bu hareketlerin kendiliğinden solculaşmasına neden olacak güçlü bir reel sosyalizm yokken daha ötesi mümkün mü?

Özetle ilk bakış açısında, Türkiye’nin en önemli sorunu, burjuva iktidarın en ciddi başağrısı ve onlar olmadan halkçı bir iktidar kurulamayacak olanlar dışlanarak “bünyeyi” güçlendirmek, bunun için “sosyalizm yolunda örgütleniyoruz” demek esas olacaktır.

İkinci bakış açısına geleyim, iktidar perspektifini jakoben methiyesinden ibaret görenler fantastik bulabilir. Evet, emperyalizm ve bölge dinamikleri geriliminde boyu küçüktü ve Kürt öznelerin ağırlıklı kısmını AKP’ye karşı halkçı bir seçeneğe kilitlemesi bir mucize sayılırdı, ama sol, bu dinamiklerin süreceğinin belli olduğu bir ortamda yavaş ve düşe kalka büyümeyi güçlenmeyi öğrenmek zorundaydı.

Steril bir bünyeyi aritmetik olarak bir kez daha büyütmeye çalışmakla, sosyalist mücadeleyi AKP iktidarına karşı temel taleplere kilitlenerek büyüyen bir cephede örgütlemeyi denemek, bu iki bakışın iki doğal sonucu olmalıdır.

Son bir not: ‘Türkiye Solu üç yıl önce evden çıkan ve sonra evlerine dönenlerin çoğunluğuna şu an neden ulaşamıyor?’ cümlesinde kullandığım Türkiye Solunda bunu yapmaya başlayan ve bunu yapmakla hiçbir ilgisi olmayanların artık ayrışmış olduğunu ve bunun eski bölünmüşlüklere göre çok verimli bir ayrışma olduğunu düşündüğümü eklemezsem olmaz.

@ErgunCagl