İdeolojik mücadele ve iki alan

Baştan söylemek gerekirse Türkiye dâhil herhangi bir ülke için “sosyalizm önerisinin” öyle anlaşılmaz ya da mistik bir yanı yoktur. Sosyalizm denildiğinde neyin kastedildiği, nasıl bir toplum hedeflendiği ana hatlarıyla, maddi temelleri ve altyapısıyla az çok bellidir.

Sosyalizm önerisiyle karşılaşan ortalama bir insanın “ama böyle bir düzen insan doğasına uymaz” ya da “merkezi planlama işlemez” gibi itirazlar yöneltmesi de pek düşünülebilecek bir durum değildir. Bu tür itirazlar burjuva akademisyenlerin ve ideologların işidir ve zaten bir avuçturlar.

O zaman sorun nerede?

Sosyalizm mücadelesine insan kazanmakta neden belirli sınırlar aşılamıyor, neden ciddi tıkanmalar yaşanıyor?   

Bir yanıt:  İnsanlar ideolojik koşullanmalar içindedir. Maddi gerçekliğin üzeri, mevcut düzenin kabullenilip sürdürülmesini sağlayan ideolojik yapılarla kat kat örtülüdür. Öyle ki bu çok katmanlı yapılanmayı kırmaya yönelik sondajlar bir yere gelip sert bir kayaya rastlamakta, daha derinlere inilememektedir…

Bir başka yanıt: Ülkeye özgü birtakım sosyolojik, sosyopolitik durumlar, belirli bir toplum psikolojisi, “kitle ruhu”, kültürel oluşumlar söz konusudur. Hepsi birlikte, üretim tarzının sonucu olan sınıf çelişkileri ve sömürü ilişkileri dışında insanların önüne başka bir dünya, başka bir “gerçeklik” koymaktadır…

Bu iki yanıt birbirinin alternatifi gibi durmakta ve şu soruyu davet etmektedir: İnsanların maddi gerçekliğin bilincine varmalarını engelleyen hangisidir? Katmanlaşmış ideolojik koşullanmalar mı (birinci yanıt) yoksa herhangi bir öznenin bilinçli olarak üretmediği, daha çok nesnel süreçlerle ortaya çıkan durumlar/ortamlar mı (ikinci yanıt)?

Bizce bu iki yanıtın ya da açıklamanın birbirinin karşısına konulması doğru olmayacaktır. En iyisi, iki yanıtı birbirine alternatif açıklamalar şeklinde değil oluşturdukları bütünlük içinde görmektir.

Örneğin, birinci yanıtı kendi başına yeterli sayarsak ideolojiler alanına (milliyetçilik, liberalizm, muhafazakârlık, dincilik ve bunların popülist türevleri) hapsolur, bu alanın başlıca beslenme kaynağı olan ve ikinci yanıtta sözü edilen “reel” olguları/durumları gözden kaçırırız. İkinci yanıtın kendi başına yeterli sayılmasının tehlikeleri ise ilkinden daha fazladır: Üzerine yürünmesi, bozulması, çözülmesi gereken olguların, tersine, sosyalizmin kendini uydurması gereken kaçınılmazlıklar sayılması…   

Yeterince açık olmadıysa ekleyelim: Birinci yanıtla yetinilmesi, sosyalist mücadeleyi milliyetçi, liberal, muhafazakâr, dinci vb. düşüncelere karşı verilecek ideolojik mücadeleyle sınırlar. Belki çok “ortodoks” kalınır, ama hep orada ve büyük ölçüde kitabi kalınır… Tamemen ikinci yanıta odaklanılması ise sosyalizmi nabza göre şerbetçiliğe, eyyamcılığa, “toplumun hassasiyetleri” pimpirikliliğine ve sonuçta bünyeye hiç uymayan öğelerin içselleştirilmesine taşır.   Bunun bir başka adı, sosyalizmin postmodern denebilecek gerçekliklerden hareketle “ideolojilerin sonu” fikrini kabullenip kendini “postmodernize” etmesidir.

***

Oysa ideolojilerin sonu falan gelmemiştir.

Toplum ve gündelik yaşam katında ortaya çıkan ve “postmodern” denebilecek durumlar, kendi içine kapalı, dışarıya gideğeni olmayan bir su kitlesi olarak düşünülemez. Bu katta olanlar, üst katta, ideolojiler alanında yer alan geleneksel ideolojiler tarafından soğurulmakta, orada yeniden şekillendirilip geriye, topluma ve gündelik yaşama salınmaktadır.

Bu söylenenlerden sosyalizm mücadelesi açısından çıkarılabilecek sonuçlar var mı?

Kanımızca betimlenen bu genel durum sosyalist mücadele açısından ikili bir göreve işaret etmektedir.

Sosyalist hareketin ideolojiler alanındaki uğraşı, eylemlilik öğesi dolaylı olmak üzere “ideolojik mücadele” şeklinde yürüyebilir. Buna karşılık, diğer alanı oluşturan toplumsal-gündelik yaşam ve “postmodern durumlar” söz konusu olduğunda ideolojik mücadelenin önüne geçmesi gereken, eylemdir, harekettir; fiili örnekler, modeller, alternatifler sunulmasıdır; “dayanışma” ve “yardımlaşma” ilkelerinin yaşama geçirilmesidir…

Buharlaşmış görüneni yeniden katılaştırmak ya da toplumsalı bir kez daha inşa etmek de diyebiliriz.   

Bunlar başarıldığında, ideolojiler alanı ile toplumsal-gündelik yaşam alanı arasında hep olumsuz işleyen karşılıklı beslenme kanallarında bu kez olumlu oyuklar ve gideğenler açılacaktır.