“Herkes türküsünü elbet kendi sesiyle söyler”

1864 Çerkes Sürgünü… Annemin babaannesi kundakta gelmiş onca yolu. Sürgün yolunda ölmeyen şanslılardan. Yurtlarından sökülüp atıldıktan sonra kırılan parçaları dönemin Türkiye topraklarına dağıtılmış, çekincelerine karşın onları kanıksadıklarına inandıkları topraklara minnet duyarak kök salmaya çalışmış bu Adige kızı.  Anneannemin anlattıklarına göre Türkçe’yi düzgün konuşmayı öğrenemediği için evlerine yolu düşen hiç tanımadıkları Türk misafirlerine ‘Utanmayın misafirler, yiyin, ’ diyeceğine ‘Utanmaz misafirler, yiyin,” dedikten sonra ona ne yaptığı anlatılınca kahrından günlerce yemek yiyememiş.

Bırakın o nesli, benim annem bile hamsi yiyemez, Karadeniz balığı diye, yediğinde hemen başı ağrır; akrabalarını denizin derinliklerine bırakmış olmak onulmaz bir yaradır çünkü. Cepheye savaşa gönderilen büyük dedesinin, güzelliğinden ötürü Osmanlı haremine kapatılan büyük halasının, öldüğü anlaşılmasın diye günlerce azgın sularda bebeklerini pışpışlayan, niniler söyleyen anaların hikâyelerini dinleyerek büyüyen annem ilkokula başladığında karnesinde Türkçe dersinin 3 (üç) olduğunu görünce “Biz Çerkesiz diye mi Türkçemiz kötü,” diyerek oturup ağladığını anlatır.

Adını yalnız anneannemin anlattığı masallardan duyduğumdan Kaf Dağı'nın ardı benim için hep sisliydi, boz bulanıktı. İçe kapalı bir topluluk olan Çerkesler zamanla salt düğünlerde Adige oyunları oynamakla, sorana ‘Evet, Çerkesiz,’ demekle yetindiler. Dağınık yerleşimlerinden ötürü aileler arası iletişim / etkileşim azaldı, yazı dilini çoğu zaten bilmiyordu, konuşmalar belli bir yaş grubu arasında sınırlı kaldı, büyüklerimiz günlük hayatlarında ve okullarında zorluk / sorun yaşamasınlar diye çocuklarına birkaç kelime dışında dili aktarmadılar, sonuç itibariyle de resmi bir yasak olmasa da korkudan kimliklerini tam anlamıyla yaşayamadılar. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde saksağan sadalı dil diye betimlediği Çerkesçe çok yönlü, çok aksanlı bir dil olmasına rağmen belki de gün gelecek çocuklarımıza öğretemediğimiz için yitip gidecek.

Toplu yaşam sürdürebildiklerinden ve belki de direnişçi kimliklerinden ötürü Kürtler bu hususta daha şanslı ancak onları bir arada tutan ortak değer dilleri olduğundan resmi olarak Kürtçe zaman zaman yasaklandı. Kürtçe üzerindeki yasaklar çözüm süreci çerçevesinde ortadan kalkmış gibi görünse de tedirginlik sürüyor. Bir dilin icrası göz altılara, hapislere, ölümlere neden olabilir mi?  Sedat Akbaş annesiyle telefonda Kürtçe konuşurken İstanbul’un göbeğinde öldürülüyor, Selim Serhed sahne aldığı bar çıkışı Kürtçe şarkı söylediği için katlediliyor. Anneler çocuklarına yalvarıyor ‘Artık konuşmayın,’ diye; çocuklar Kürtçe susuyor. Kürtçe; yoğun politik baskılar sonucu kimilerince yıllarca yok sayıldığından varlığını ispat edebilmek için bile acıklı bir çabayla örülmüştü.

Şehirde büyümüş Kürt gençlerinin kimliklerine keşfe çıkma yolculuklarını ele alan Alev Karaduman da “Anlıyorum Ama Konuşamıyorum” adlı kitabında dilini, Kürtlüğünü bir sıkıntı olarak görenleri incelemeye almış. Kitapta bulunan dokuz bölümde farklı birinin hikâyesiyle karşılaşıyoruz. Bireylerin ortak noktası ailelerin dışlanmışlıktan, ayrımcılıktan korumak istediği çocuklarını Kürtçeye, Kürtlüğe uzak bir şekilde büyütmeleri. Kiminin ailesi öğretmen, kiminin işçi, kiminin esnaf, kiminin sendikacı, kiminin memur… Mahir Yeşilova Vanlı, İnanç Zorlu Karslı, Cebbar Urfalı, Özlem Sara Çekiç Konyalı, Eylem Yaşar Diyarbakırlı, İsmail Gedikli Muşlu, Avaşin Nüpelda Can Dersimli, Önder Baran Adıyamanlı ve kitabın yazarı Alev Karaduman Ağrı Doğubayazıtlı.

Alev Karaduman kendi hikâyesini anlattığı dokuzuncu bölümde “Ailemiz bizimle hiçbir zaman Kürtçe konuşmadı. Kürtlük ailemiz için başa bela açan bir şey olarak kodlandığından ne kadar az Kürt olursak o kadar iyiydi,” dese de, ailelerinin aldıkları tedbirlere karşın okuduğumuz dokuz öykü kahramanının Kürtlüklerini anımsayıp dillerinin, kültürlerinin peşine düştüğünü görüyoruz. Ahhh! Şükrü Erbaş’ın “Herkes türküsünü elbet kendi sesiyle söyler / İnsanın dili boynuna kement olur mu?” dizeleri çalınıyor kulağıma. Bütün halklar kardeştir, diyoruz ya hep, bu halklardan biri özgür değilse dilinde, dininde, kültüründe; kaybeden, incinen, örselenen hep aynı taraf olur.

* Anlıyorum Ama Konuşamıyorum, Alev Karaduman, İletişim Yayınları, 2015.