Her şey bitti mi?

7 Haziran seçimleri geride kaldı. Tablo bir yandan çok net bir yandan ise belirsizliklerle dolu. Oluşacak Meclis tablosunda nasıl bir iktidar çıkacağı bir yana; bundan sonra düzen siyaseti açısından hangi kriz başlıkları gündeme gelebilir buna bakılması lazım.

Seçim sonuçları üzerine yapılacak değerlendirmelerin elbette önemi var. Ancak İkinci Cumhuriyet olarak kodladığımız AKP rejiminin “yerleşememe” sorununun bir siyasi krize dönüşme gerçeği ile karşı karşıyayız. İster koalisyon arayışları isterse erken seçim gündeme gelsin Türkiye’nin önünde siyasi krizlere gebe bir dönemin açıldığını saptamakla işe başlayalım.

Sermaye düzeni bu krizden bir şekilde çıkmanın yollarını arayacak, sağduyu ve Meclis’teki partilere birlikte çalışma tavsiyelerinde bulunacaktır.

Ancak sermaye düzenin devamı anlamına gelecek bu arayışlara karşı devrimcilerin net ve somut politik bir tutum içinde olması gerekiyor. Meclis’teki hükümet olasılıklarına dönük olarak bizlerin vereceği akıl yok, olmamalı. Bunun bir parçası haline gelecek bir politik tutumdan ziyade, ülkeyi karanlığa sürükleyen AKP’ye verilecek her türlü desteğin karşısında yer alacağımız şimdiden bilinmeli.

Bugün sosyalistler açısından en temel ve acil görev, Türkiye’de sosyalist bir seçeneğin somut olarak ortaya konacağı bir mücadeleyi geciktirmeden ete kemiğe büründürmektir.

Çünkü her şey henüz bitmiş değildir. Diktatörün başkanlık hevesinin ağzında kalması bir şeydir ancak bugün İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz rejimin gerici, işbirlikçi ve emek düşmanı bütün uygulamaları orta yerde duruyor.

2013 Haziran’ında diktatör heveslisine halkın vurduğu tokadın ikincisi bu seçimlerde vurulmuştur.  Çok önemlidir, diktatörlük arayışına, faşizan yönelimleri karşı halkın verdiği tepki ülkemizdeki devrimci toplumsal potansiyeli göstermesi açısından bir yerlere not edilmelidir.

Hep söyledik, faşizm geliyor tartışmalarından solun önü kapalı umutsuzluğuna kadar söylediklerimiz bir bir ortaya çıkıyor. Türkiye’de sosyalist hareket makus talihini yenecek bir döneme giriyor diye...

Devrimci bir sosyalist odağın olmadığı koşullarda oluşan bu siyasal tablonun “erime” olasılığı vardır. Gerek Meclis’teki bileşim gerekse sokaktaki beklentiyi soğutacak bir bekleme içinde değil, tersine halkın özgürlük, adalet, laiklik ve eşitlik taleplerini büyütecek bir mücadele hattı örülmek zorundadır.

Meclis’teki siyasete burun kıvırarak değil, düzen siyaseti bunların yaptığı bizi ilgilendirmez kolaycılığına düşmeden, küçük örgütsel hedeflerden müteşekkül siyaset tarzından uzak durarak...

Ancak düzen siyasetine kolumuzu kaptırmadan...

Sosyalist hareket, bugünkü tabloda, gerçekçi bir toplumsal seçenek haline gelecek bir arayış içinde olmalı ve bir mücadele programını şekillendirmelidir.

Söylenecek ve yapılacak çok şey var. Hırsızlığın hesabı sorulmalıdır, Suriye’deki savaşı ve terörü destekleyen “savaş suçlarının" üzerine gidilmelidir, adaletsiz seçim sisteminin kaldırılması istenmelidir, başta eğitimde olmak üzere gerici uygulamaların kaldırılması talep edilmelidir, emekçilerin hakları daha gür sesle seslendirilmelidir, yeni anayasaya dönük alternatif bir seçenek ortaya konmalıdır.

Sosyalist siyaset, oh be diyecek bir rehavet içine girerek değil, tersine Türkiye devriminin önünü açacak bir arayış ve mücadele içinde olmalıdır.

Yeni bir zemin vardır artık. Bu yeni zeminde sermaye düzeninin kendini tahkim etmesine izin vermeden devrimci bir çıkış gereklidir!

Çünkü her şey henüz bitmedi, daha yeni başlıyor!

Sermaye düzenine karşı verilen mücadelenin somutlandığı ve sıkıştığı başkanlık ve AKP diktatörlüğü tartışmalarında önemli bir eşik aşılmıştır, ancak ne bitmiş ne de mücadele bundan ibarettir.

Bizim mücadelemiz, devrim mücadelesidir!