Haziran’a sözüm var!

Seçim sonrası AKP'nin CHP ve/veya HDP'yi icraatlarının devamına ortak olmak için ayartmaya çalışacağını, bunun bir burjuva siyasi temsil sürecinin yasalarıyla uyumlu olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Tabii iki parti kendi haline bırakıldığında...

Her iki partiyi de kendi haline bırakmayabilecek, halkçı bir yönelim ve sermayenin dizginlenmesi için baskı yaratacak en önemli güç Haziran olmak durumunda. Teorik olarak böyle. Ya pratik olarak? Haziran'ın çok güçlü bir kampanyayla her iki partiye oy veren seçmeni etkileme gücü var. Ama uzun vadede bu güç, emekçi kitleleri siyasi temsil kabiliyetini kazanarak artar.

Birleşik Haziran Hareketi'nin eşitlik ve özgürlük talepleriyle ayaklanan 20 milyon “aklı başında” yetişkini, kentli halkın yaklaşık yarısını temsil etme iddiasıyla bu iddiayı sahiplenen örgütlü düzen karşıtı sol kesimlerin kenarda ve az sayıda kalmışlığı arasındaki çelişkiye bir siyasi hattın yerleştirilmesi gerekmekte.

Gezi hareketinin öncüleri, katılımda eksilen sayıları bir an önce "anlamlı ve kalıcı işler yapma eksikliği" olarak yorumlamalıdırlar. Gerektiğinde polisle çatışmanın da, gaz yemenin de, kovuşturmaya uğramanın da bir makul amacı olmalıdır, yoksa mevcut durum estetize edilirse ortada "hızlı solcu gençler"den başka bir şey kalmaması normaldir. Ama böyle bir tehlikeye karşı önerilenlerin “örgütlenmek”ten öte bir çağırıcılığı olması gerekli. Katılımcılara bir şeyler değiştirmeyi vaat eden değil, ancak birlikte bir şeyler değiştirebileceğimizi hissettiren bir atmosfer, Gezi atmosferinin devamı sayılabilecek.

Haziran'ın gündem kısırlığı ve kaotik kimlik tartışmalarına boğulan toplantıları, bir an önce her bölgenin kalıcı kazanımlar hedefleyen çalışmalarına katılım sağlamak üzere yeniden tasarlanmalıdır. Sol siyasetin ulaşamadığı, ama ölümü göze alıp sokakta çocuklarının insanca yaşam hakkını savunabileceğini ıspatlamış yığınla direnişçinin "eski sol" gündem tarafından esir alınıp bayıltılarak evlerine gönderilmesine artık izin verilmemeli.

RTE sonrası veya AKP sonrası mevcut yapılanmaların siyasi hedef açısından boşa düşme riskinin telafi edileceği nokta da burasıdır. Can Atalay'ın seçim öncesindeki yazısında, "Gezi hala örgütünü değil ancak siyasetini arıyor" derken kastettiği katılımcıların motive olacağı, süreklileşen çalışmayla kendini ve katkısını anlamlı hissedeceği, enerji bulacağı ve enerji katacağı nokta da herhalde burası olmalıdır.

RTE sonrası “takdir edilen” bir sağcının köhnemiş Türkiye düzenine bir dönem daha kredi açmasını engellemek, adil ve özgür bir düzene doğru adım atabilmek için hedeflerin görünür kılınması şart.

Anlamlı ve kalıcı kazanımlar için solun, örneğin, ortak ve kurumsal çalışma kültürü yaratacağı yerel seçim çalışmalarının başlaması, birden fazla ve büyük kentin başkanlığını kazanmak için çalışılması, gölge belediye meclisleri kurularak yerel yönetimlerin gündemlerinin solcu kamuoyuna mâl edilmesi, yerel çalışmalarla işçi sınıfının gündemleri arasında kalıcı bağlar kurulması çok verimli bir başlangıç noktasıdır.

Koalisyon belirsizliği, erken seçim ihtimali, ekonomik krizin muhtemel seyri, Kürt sorununun hem Barış Süreci, hem de Ortadoğu boyutlarındaki belirsizlik... Bütün bunlar beklenmesi ve sözlü yanıt üretilmesi değil, ne yapacağını bilen bir aktör olarak siyaset sahnesine çıkma ve güçlenme zorunluluğunu dayatan süreçler.

Yoksul-işsiz-işçi-öğrenci dayanışma örgütlenmelerinin, erken başlayan ve uzun mevsimler boyu sürdürülen yerel seçim çalışmaları bu akışa halkçı bir siyasi referans yaratarak müdahil olunmasını, solun güçlenmesini sağlar. Buna “yerele dönmek bizi bozar” diye yanıt verenler beni yıllardır ikna edemiyorlar. Türkiye’de büyük söz söylemek için Türkiye toprağına basma davetidir bu. Başta belirttiğim gibi halkımıza birlikte bir şeyleri değiştirebiliyor olduğumuzu göstermek, Ovacık, Dikili gibi noktalarda başlayan umudu, işçi havzalarına, emekçi kentlerinin büyükşehir belediyelerine, üniversite kampüslerine yayarak mümkün olabilir.