Üzerinden iki yıl geçtikten sonra Haziran Direnişi üzerine düşünmeye konuşmaya başladığımızda birisini haklı diğerini yersiz bulduğumuz iki eleştiri gündeme geliyor.
Birinci tez şudur, Haziran’ı nostaljik bir anma günü olarak görmemek gerekir. Kanımca bu sonuna kadar doğru bir eleştiridir, zira böyle bir tehlike gerçekten vardır.
Haziran Direnişi, tarihimizde yaşanmış önemli bir olay, geçmişimizden bir sayfa olduğundan çok daha fazla ülkemizin geleceğidir.
İkinci eleştiri ise sürekli Haziran Direnişi üzerine tartışmanın anlamsız olduğudur. Buna ise yine aynı gerekçeyle karşı çıkmak gerekir, zira Haziran Direnişi ile başlayan süreç, bitmiş tükenmiş, geride kalmış bir süreç değil ki. Türkiye’de bugün en basit bir yıkıma karşı direnişten, laik eğitim mücadelesine, 1 Mayıs’lardan işçi sınıfı direnişlerine kadar ne yaşanıyorsa Haziran’ın izini mutlaka görüyoruz. Eskiden yaprak kıpırdamıyor denilen ülkede, bugün bir yaprak kıpırdasa Haziran sonrası kıpırdamış olmasının farkını her örnekte yeniden fark ediyoruz.
Dolayısıyla hemen Haziran Direnişi sonrası günlerde söylediğimiz gibi, Haziran Direnişi’ni içeriden ve gelecek perspektifiyle, daha somut söyleyelim, devrim hedefini merkeze koyarak tartışmaya kesinlikle devam etmek gerekiyor.
Yine eski bir iddiayı da geçerken söyleyelim, Haziran’ı kenardan izleyenler, daha açık söyleyelim biber gazın tadını bilmeyenler Haziran Direnişi’ni anlayamaz ve oradan herhangi bir sağlıklı sonuç çıkartamaz.
Kendiliğinden hareket kötü mü?
İki yıl sonra Haziran üzerine tartışmaya başladığımızda, bize göre ilk söylenmesi gerekenin Haziran Direnişi’nin kendiliğinden bir hareket olduğu ve tarih öğretmenin devrimcilere bu vesileyle bir kez daha öncülük dersi verdiğidir.
Türkiye solunun yaşadığı özgün 30 yıllık deneyim nedeniyle örgüt ve öncülük tartışmalarının yaşamın dışında ve sadece yazıya, söze sıkışan tartışmalarının çok ötesine taşınan bir öncülük tartışması Haziran Direnişi ile birlikte gündeme girmiştir. Haziran öncülüğün ne olduğunu, öncüsüz, programsız bir hareketin nereye kadar gidebileceğini gösterdiği için de bizler açısından muazzam bir deneyimdir.
Bolşevizm, Leninizm, devrimci özne, öncü örgüt veya doğrudan komünist partinin misyonları tartışması olarak gündeme gelen bu tartışma Türkiye’de sosyalist bir iktidar veya devrim arayışı içinde olan tüm devrimciler için yaşamsal önemdedir.
Burada çokca yapılan bir hata, Lenin’in kendiliğinden hareketlere dair değerlendirmesini tümüyle yanlış kavramaktan kaynaklanmaktadır. Lenin ve Bolşevikler açısından öncüsüz-kendiliğinden hareketler bir eleştiri konusu, karşıya alınması, içindeki her tür melanetin teşhir edilmesi gereken “bir olay” değildir. Lenin’in itirazı esas olarak kendiliğinden hareketi yüceltip, her şey olarak görenleredir.
Daha somut olarak söyleyecek olursak, kitlelerin kendiliğinden hareketine değil, bu hareketin gerisinde kalan devrimciler ile bir tartışmadır Lenin’in yaptığı...
Bolşevizm’in ayırdediciliği
Devrimci özne veya öncü örgüt dediğimiz anda özne ile kendi dışındaki örgütler ve örneğin kendiliğinden hareketler arasındaki bir ilişkilenmeden söz ettiğimiz açık olmalı.
Bolşevizm olarak adlandırılan siyasal-örgütsel bütünlük, bu ilişkilenmede işçi sınıfının iktidar mücadelesinin belirleyici nokta olduğu ile kendini tanımlamıştır.
Öncü örgütün, kritik anlarda, işçi sınıfının iktidarına giden yolu kısaltacak cesur müdahaleleri yapması, buradan elde ettiği deneyim-birikimi kalıcılaştırmak suretiyle bu müdahaleleri belli bir bütünlükle sürdürmesi ve mücadele içinde sürekli yeniden kurulması Bolşevizm’in ayırt edici bir özelliğidir.
Özetle, Haziran Direnişi’nin en önemli ve şimdilik en az hissedilen sonuçlarından birisi Bolşevizm’in bu topraklarda yeniden doğumuna vesile olmasıdır.