Hayatlarımız, gericilik ve kent

Gericilik sadece öğrencilerin kızlı-erkekli birlikte yaşamasını kara propagandaya boğarak, kadınlara etek boylarına ve oradan kaç çocuk doğuracaklarına kadar uzanan bir yelpazede diş göstererek, bulunan her boşluğa, her yeşil alana ihtiyaç fazlası olduğu halde cami konduruvererek, hatta Küba’nın en görünen yerine cami yapılmalı diyerek küstahça ve açıktan yapılmıyor. Daha sinsi, ilk bakışta kolayca farkedilmeyen yöntemler de mevcut. Bu sinsi yöntemlerin başına kentleri, kent peyzajını ve dolayısıyla yaşama biçimlerimizi dönüştürerek gericiliği kalıcı hale getirme arzusunu yazmalı. Şimdi biraz kentleri rant ve gericilik odaklı yeniden inşa etmeye çalışan sermaye iktidarının bugün bu topraklarda yapmaya çalıştığı sinsi adımlardan bahsedelim.

Sanat, aydınlık, paylaşmak ve üretmek “kent merkezinden çekil!”

Kent merkezine yirmi dört saat ulaşımın, Ankara'daki gibi metroya entegrasyon bahanesiyle hiç edilmesi derdimizi anlatacak bir örneği tarif ediyor. Bilmeyenler için açalım. Akşam 11'de sonlandırılan metro ve yetmiyormuş gibi sonrasında aktarma yapılacak pek çok noktadaki otobüs seferlerinin son metro saatinden 3 saat önce bitirilmesi Ankaralılar’ın karşı karşıya kaldığı bir güncel bir sorundur. Yani tercümeye gerek yok. Parası olmayanlar gece sokağa çıkmasın. Yani bir kentin emekçileri, o kenti var edenler sokağa çıkmasın, yan yana gelmesin, evden işe işten eve, daha ne olsun.

Yine Ankara’dan devam edelim. Şehrin en merkezi yerinde bir devlet tiyatrosuna ev sahipliği yapan Akün ve Şinasi sahneleri satıldı. İstanbul Taksim’de kitapçılar, tiyatrolar, sinemalar kapatıldı. Yerlerine düşünülmeyecek, durmadan tüketilecek AVM’ler kuruldu. Kentte yaşayanlar bir araya gelecekleri, forumlar yapacakları, anmalar ve paneller düzenleyecekleri ücretsiz toplantı mekanlarından her yerde mahrum. Bütün bunları gerçekleştirebilecekleri parklar, kamusal alanlar ise yanından dahi geçilemeyecek, yaya ulaşımını aksatan çevik yuvalarına dönüştürüldü. Haziran öncesi Gezi Parkı'nı ve bugün Güven Park’ı anımsayalım. Yani mesaj açık: Sanat, aydınlık, paylaşmak ve üretmek; yani insana dair olan ne varsa kent merkezinden çekil!...

Öte yandan "geleneksel aile yapımıza ters" diyerek 1+1 stüdyo dairelere sessizce yeterlilik vermek ise başka sinsi müdahale örneği. Uygun buyurulan ise seküler eğitim veren okulları yalnızca Ahmet Sani Gezici'de olduğu gibi fiziksel olarak yıkıp göstere göstere değil, yavaş yavaş, sessizce, kat kat, oda oda imam-hatipleştirmeye çalışmak olarak karşımıza çıkıyor.

Beşiktaş’taki gibi, Taksim’deki gibi oldu bittilerle, en önemli kamusal alanlara ne idüğü belirsiz çılgın projeler dizisi dayatmak yine bir başka gericilik biçimidir. Çünkü Türkiye'nin öyle ya da böyle, en ilerici birikimine sahip meslek odalarını, bu yapıların bilim kurullarını ve bilirkişilerini hesaba katmadan, onaylarını almadan, onlara danışmadan, bu kurumların, akademinin ve halkın bütün itirazlarına rağmen, koruma kurullarına baskı yaparak kent peyzajında cirit atılması arayışında gericilikle karşılaşırsınız. Çünkü toplumdan yana olan kollektif mesleki birikimin ve yurttaşların ihtiyaçlarının yerini keyfi çıkarlara, dayatmaya  terketmeye zorlama hamlelerinde de gerici ideolojiye rastlarız.

Yazıda ilk bakışta kolayca fark edilemeyen sinsi yöntemlerin başına kentleri, kent peyzajını ve dolayısıyla yaşama biçimlerimizi dönüştürerek gericiliği kalıcı hale getirme arzusunu yazdık. Bana göre onun da başına bütün bunları kapsayan hayatlarımıza nufüz eden “kötünün iyisine razı olmanın” ve “birlikte kahkaha atmayı unutmanın” da gericilik olduğunu yazmalı. Kolları sıvamalı. Gericiliği, gerici düşünceyi her yerden kovmalı.