Hayatın anlamı ve kendisi...

Bugünün tarihi: 1 Eylül 2014 Pazartesi.

ACKA’nın (Ahmet Cemal Kültür Atölyesi) kapılarını açtığımız gün.

Akşamüstü saat tam 17’de, Moda Caddesi’ndeki yuvamızda toplandık.

Başlangıçta bir düştü.

Yaz başından, Haziran sonundan, bir zamanlarki kurumumuz tarafından kapının önüne konduğumuz günden bu yana, öğrencilerimle birlikte kurduğumuz bir düş.

Şimdi ise sapasağlam, somut bir gerçek.

Son zamanlarda Dostoyevski’nin ”Karamazov Kardeşler”inden bir alıntı, zihnime sıkça düşmeye başlamıştı : “Hayatın anlamından çok kendisini sevmeyi öğrenmek zorundayız …

Bununla, bir şeyin anlamını çokça sorgulamak yüzünden kendisini ya da somut gerçekliğini ihmal etme tehlikesine karşı uyarılmış olabilir miydik acaba?

Birileri, öğrencilerimi ve beni birlikteliğimizden yoksun kılmaya çalışmıştı. O birliktelik ki, “Önce Şairleri Yaktılar” başlıklı son deneme kitabımda bir ithafla dile getirmiştim : “Nâzım Hikmet Akademisi’ndeki öğrencilerime, ortaklaşa bilgi üretmenin bütün mutluluklarını bana yaşattıkları için…”

Bizler, öğrencilerim ve ben, bütün bir akademik yıl boyunca, sadece birlikte bilgi üretmenin gayreti içerisinde olmuştuk. Birbirimize böyle bir – ‘kutsal’ diye nitelendirmekten çekinmeyeceğim – imeceden kaynaklanma sevgi ile kenetlenmiştik.

Kendi düşüncelerimiz ve eylemlerimiz dahil, istisnasız her şeye, iç ve dış dünyalarımızda bütün olup bitenlere eleştirel bakmamızı sağlayan ve koşul kılan bir imece. Belki de o yüzden eski çatımızı başımıza geçirdiler. Bu kadar eleştirel olmamıza dayanamadılar. Ve sonuçta, bütün eleştirilerimizi yalan ve iftira diye karaladılar.

Sandılar ki, tek bir mekanı başımızın üzerinden ve ayaklarımızın altından çekip almakla bizi imecemizi savunamaz hale getirip birbirimizden koparabilecekler.

Oysa biz, gerçek birliktelik mekanımızı çoktan iç dünyalarımızda ve tıpkı Montaigne’in ‘İç Kale’si kadar sapasağlam inşa etmiştik bile.

Bizden, yeniden yapılandırma çalışmalarını nicedir sinsi sinsi baltaladıkları bir akademiyi geri alma yolundaki umarsız ve uğursuz çabalarına, bir Atölye kurarak cevap verdik. ACKA’yı, hiçbir iktidar odağından bağımlı olmayan, bütünüyle özgür ve herkesin kendini varettiği ölçüde varolabileceği  bir kurum olarak oluşturduk.

Ve 1 Eylül 2014 Pazartesi akşamı, bir zamanlar neredeyse bütün dünyayı tarihteki yıkımların en büyüğüne uğratmış bir savaşın yıldönümünde, dünyadaki bütün savaşlara, bütün kıyımlara, bütün öldürmelere, iftira ve yalan yolu ile işlenen bütün cinayetlere bir inat olarak, atölyemizin kapılarını açtık.

Bir akşam vaktinde, “Felsefenin Büyütecinden Kültür Tarihi” başlıklı ilk dersimize başladığımızda, yaklaşan akşam karanlığına rağmen tek tek bütün öğrencilerimin gözlerinden okuduğum tek bir hakikat vardı : Pencerelerden dışarıya bizim imecemizin aydınlığı düşmeye başlamıştı!